05 Ocak 2016 00:56

Açlık grevindeki cam işçileri: Bir araya gelmeyi öğrenmemiz lazım

Paylaş

Uğur ZENGİN
İstanbul

“Mersin Şişecam fabrikasında Tarsuslular, Mersinliler, Trakyalılar, Beykozlular çalışır. Mersinliler Tarsusluları, Tarsuslular Mersinlileri sevmez. Beykozlular kendi içlerinde bölünür. Hoca grubu ve ‘Komünist’ grubu vardır. Bu gruplar bir araya gelmezler. Beykoz Paşabahçe’de bunun önüne geçilmiştir. Söz konusu ekmek olunca onlar bir araya gelebilmeyi başarmışlar. Ekmek için neden ve nasıl bir araya gelinir bunu aşılamak, bunu öğretmek lazım.”

Mersin’de kurulu Şişecam fabrikasında işten atılmalarının ardından Mersin’de açlık grevine başlayan, ardından grevi İstanbul’da Kristal-İş genel merkezinde sürdüren işçilerin sözleri bunlar.  

115 DESİBEL GÜRÜLTÜ 4 ŞİDDETİNDE DEPREM

96’da kurulan Mersin Şişecam’da bu bölünmüşlük içinde işçilere yıllarca ağır koşullarda çalışmak düşer. İşçiler imalat bölümündeki çalışma koşullarını şöyle anlatıyor: “Ortam sıcaklığı 60 derecedir. 115 desibel gürültüde, cam tozunun olduğu, çeşitli gazları soluduğumuz bir ortamda çalışıyoruz. Makinelerin devirleri çok yüksektir. Her daim 4 şiddetinde depremi yaşarsınız. Ama imalatta su içecek sebilimiz yoktu. Elimize birer tane termos tutuşturulmuştu, başka fabrikalardan, atölyelerden su taşıyorduk. Tuvaletlerimiz rezildi. Fabrikada oturarak çalışacağın işler vardır, oturmak dahi yasaktı. Klima yoktu. Dolap yoktu. 8 saat ayakta lavaboya bile koşturarak gidip gelinerek çalışıyorduk. Normalde 4 kişinin yapması gereken işi 2 kişiye düşürmenin hesabını yaptılar. Beyaz yakalılara da mavi yakalıların yapması gereken işi yaptırmaya başladılar.”

‘İŞVEREN BEDEL İSTER’

“15 yıldır fabrika kapanacak” söylentileri ile işsizlikle tehdit edilen işçiler birlikte mücadele etmek yerine “sendikacılara yakın durarak” işten atılmamanın, görece rahat bölümde çalışmanın hesabını yapmışlar. Öyle ki zam talep eden işçiye, “Sen ne yapıyorsun? Fabrikayı mı kapattıracaksın” sözleriyle çıkışan işçiler oluyormuş. İşçilerin anlatımlarına göre işçi alımlarında da işçi atmalarında da sendika yönetiminin etkisi var: “Sendika öyle bir hale geldi ki işçi bulma kurumu gibi. Sendika, işvereni ‘Eğer sen benim dediğim adamları almazsan yemekte, serviste problem çıkarırım’ diye tehdit ediyor. İşveren bu tür şeylerle uğraşmak istemediği için sendikacının istediği adamları kadroya geçiriyor. Sendikacı olmuş eniştesini, kayınbiraderini, kardeşini aldırmış. Kadro oluşturmuş. İşverene ‘Kardeşimi al. Akrabamı al’ dersen işveren senden bedel ister. İşverene karşı gelelim istediğimizi alalım diye bakmıyor. ‘Zaten işveren güçlü zaten işverenin dediği oluyor. Ben geldim kendi saltanatımı sürdüreyim yeter’ diye bakıyor. Ve öyle bir kısır döngü ki onlar işe adam aldırdıkça, birbirlerinin işini gördükçe saltanatları devam ediyor.” İşçiler sendikacılara yakın durarak eşini, dostunu, akrabası işe aldırmanın yanında bazı ‘ayrıcalıklara’ da sahip olmayı hedeflemiş: “Bu işlerde ahbap çavuş ilişkisi vardır. Sendika hep rant kapısı olarak görülür. Bu sadece para değildir. Arkadaşınızın, kendinizi rahat bölüme geçirmek, bir akrabanızı işe aldırmak, hatta bazen çalışmamak, sendikal izinlerden faydalanmak, İstanbul’a kongreye gelmek. Bunlar hep çıkar olarak görülür.”

10 YILLIK İŞÇİ DİRENİŞ GÖRMEDİ

Mersin cam işçilerinin 2004 ve 2014’te grevi yasaklanmış ve o günden bu güne kadar Mersin Şişecam’da grev ve direniş görülmedi. Bir işçi bu durumda işçilerin bir araya gelememesin etkili olduğunu söyledi: “En son grevimizi 2004’te gördük. Yasaklandı. Yasaklandığını gece öğrendik. Ertesi gün şubede toplandık. Sendikanın önünde kitlesel basın açıklaması yaptık, AKP ilçe binasına yürüdük. Yuhaladık, dağıldık. Gece de iş başı yaptık. İşçi sınıf bilincine sahip değilse, ‘Benim param bana yeter. Grev olursa işveren kızar fabrikayı kapatır. Ben aza razı olayım. Sözleşmelerde fazla hak talep etmeyeyim’ diyor. En iyi okul çalışmak, yaşamak ve direnmektir. Direniş göreceksiniz, grev göreceksiniz, grevdeki dayanışma, parasızlık bunlar en iyi okuldur. Direniş ruhunu almak, direniş, bunlar hep eylemlerle olur.”

ATALAY: KONUYA HAKİMİM ÇÖZECEĞİM

Biri Türk-İş genel kurulu olmak üzere 3 defa Ankara ziyareti yapan işçiler Türk-İş Genel Kuruluna alınmadılar. “Bizim olan genel kurulda söz hakkı vermediler” diyen işçiler Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın ise kendilerine verdiği sözü şöyle aktardı: “Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay ‘Ben konuya hakimim biliyorum. Ben ailenin büyüğüyüm bu sorunu çözeceğim’ diyerek söz verdi. Ancak bir şey çözülmedi.” Türk-İş Genel Kuruluna alınmayan işçiler, artık Kristal-İş Genel Merkezine de alınmıyorlar. İşçilere daha önce “Burası sizin eviniz” diyen genel merkez yöneticileri “Direniş yeriniz burası değil fabrikalarınızın önüne gidin” diyor.

‘BANA KOLUMU VERİN’

Atılan işçilerden biri, durdurulması gereken soğutma bandı, imalat devam etsin diye durdurulmayınca 18 bin volt elektriğe çarpılmış. Sonuç: Sağ kol yüzde 70 engelli. Arkadaşları şunları söyledi: “Fırında da acemi bir fırıncı olunca hem kolundan oldu hem psikolojisi bozuldu. Direnişin ilk günlerinde hepimize ‘Bana kolumu verin’ diyordu.”

TAŞERON ARTIYOR

Eskiden cam işçisi olmanın albenisi olduğunu söyleyen işçiler, taşeronlaşmaya da dikkat çekti: “Davulun sesi uzaktan hoş gelir. Eskiden cam işçiliğinin albenisi vardı. Artık hiç öyle değil. Gençler girdiğinde ‘Eyvah nereden geldim buraya’ diyor. Kadrosu vardı, iş güvencesi vardı. Ama artık o da kalmadı. Artık taşeron almaya başladılar. Şimdi atılan işçilerden birinin yerine 2 gün sonra taşeron işçi çalıştırmaya başladılar. Sadece fabrikada değil dışarıda da taşeronlar var. Taşeronlara veriliyor.”

‘AUDI’YE BİNİYORSUN FORSUN OLUYOR’

Sendikanın işçi bulma kurumu gibi çalıştığını söyleyen işçiler “Sendikada rant olduğu sürece cezbedici tarafı olur. Sendikadan rantı kaldırmak lazım” diyerek şöyle devam ettiler: “Sendikadan rantı kaldırırsanız, bu işi sınıfın çıkarları için, sınıf bilinci olan işçiler yapar. Yoksa sendikacı olup Audi’ye biniyorsun, işverene karşı forsun oluyor. Oraya gelebilmek için her türlü şeyi göze alıyor. Bir genel merkez yöneticisinin maaşı en yüksek işçi maaşını geçmemeli. Genel başkanı da delege değil, üye seçmeli. 200 delegenin 110’u bir şekilde ayarlanır. 5800 işçiyi nasıl ayarlayacaksın?”

‘DİRENEN KAZANDI’

İşten atılan işçilerin çoğu sendika yönetimine muhalif işçilerdir. İşçiler işten atılma, direnişe başlama ve İstanbul’a gelme süreçlerini ise şöyle anlattı: “Yönetim şeklini beğenmiyorduk. Sendika yönetimine muhaliftik. İşten atmalara hazırlıklıydık. Ne yapabiliriz diye düşünüyorduk. Açlık grevini fabrika içinde yapmak gibi öneriler geliyordu. Bunu son çare olarak gördük. Fabrika bahçesinde beklemek gibi fikirlerimiz vardı. Ama orada dışarı ile irtibat sağlayamayacaktık. Sanayi bölgesi olduğumuz için sesimizi duyuramayacaktık. 5 Kasım akşamı genel başkan, genel merkez yöneticileri ve şube başkanları Anadolu Cam ve Paşabahçe önünde açıklama yaptılar. Genel Başkanın ‘Direnen kazandı’ söylemi bardağı taşıran son damla oldu. Çıkan arbededen sonra kaçıp gittiler. Şube Başkanına ‘Fabrikanın önünde eylemi neden başlatmıyorsun?’ diye sorduk. ‘Otur oturayım’ dedi. Oturduk eylem başladı. Sorumlu olarak da genel merkezi görüyoruz. Genel Merkez Mersin’de 3 fabrikada da destek vermedi. Destek vermek isteyen arkadaşlar korkutuldu. ‘Kameralar çekiyor, çadıra gitmeyin’, ‘Bir dahaki listede adınız olur engelleyemeyiz’, ‘Bu çadır bu fabrikaya zarar veriyor’, ‘Direniş devam ederse fabrikanın kapanma tehlikesi ortaya çıkar’ sözleriyle tehdit ettiler. Bu eylem Kristal-İş tarihinde bir ilk. Bu direniş sadece işverene karşı değil Kristal-İş yönetimine karşı da yapılan bir direniş. Bu yüzden buradayız.”

BEYKOZLULAR MERSİNDE

Beykoz’da bulunan Paşabahçe fabrikasının 2001’de kapanmasının ardından Beykozlu işçilerin bir kısmı Mersin’de bulunan fabrikalara gönderildi. Çalışma koşullarını gören Beykozluların ‘Burada sendikacılık yapılmamış’ dediğini aktaran bir işçi şöyle devam etti: “Fabrikada birçok şey eksikti. Beykozlular kalabalık şekilde geldiler, işverene tecrübelerini dayattılar. Çay içmek işçinin hakkı olduğunu, düzgün bir soyunma odası, düzgün bir tuvalet hakkı olduğunu diğer işçilere gösterdiler. Onlar gelmeden önce 5 kişi bir makinede çalışırdı. Ustabaşı gelir 1 adamı alırdı. Ama iş 5 kişilikti. ‘4 kişi yapacaksınız’ derdi. İnsanlar sesini çıkaramazdı. Sağlığından olurdu, yorulurdu. Eve gidip çocuğuyla ilgilenemezdi ama gene de ustabaşına sesini çıkaramazdı. İşçinin oturacak yeri yoktu mavi bidonları ters çevirip onlara oturuyordu. İşveren gelip tekme atıyordu. İşçi bir şey diyemiyordu. O arkadaşlar tam aksini yapıyordu. Aynı durumda yapmıyordu işi. Mal dökülüyor, kırılıyor. ‘Dökülsün, adam ver’ diyordu. İşçi onlar sayesinde işçiliği öğrendi. O sayede seçimi kazandık pek çok şey değişti fabrikada. Pek çok hak kazandık. Kendi içimizde ayrışmamız sonrasında seçimi kaybettik. Dağıldı, ekip ayrıldı.”

ÖNCEKİ HABER

Karda kışta 70 kişi işten atıldık

SONRAKİ HABER

Konya'daki kazada 6 kişi öldü, 24 kişi yaralandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...