01 Ocak 2016 00:46

Diyarbakır öksüz, Diyarbakır ağlıyor

Paylaş

Gamze Akkuş İLGEZDİ
CHP İstanbul Milletvekili
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi

6 kadın milletvekilinden oluşan CHP heyeti olarak İstanbul’dan Diyarbakır’a doğru havalanırken, elimizde sosyal medyada gördüklerimiz ile acılı halkın anlatımlarından başka somut gerçeğimiz yoktu.
Ancak, 7 Haziran seçimlerinden 9 gün sonra, 16 Haziran’da Muş Varto’da başlayan, hem Anayasa’nın 19. maddesine, hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesine aykırı olan sokağa çıkma yasaklarının Türkiye’yi adım adım bir ateş çemberine ittiğini biliyorduk.
7 ilde toplam 202 güne ulaşan ve en az 1 milyon 300 bin kişiyi doğrudan etkileyen bu sürecin faturası ağırdı: yaşamını yitiren 25’i çocuk, 19’u kadın 124 sivil ve onlarca asker, polis… Ateş düşen evler, feryatlar…
Uçağımız, umudu simgeleyen masmavi gökyüzüne doğru süzülürken, ne yazık ki beyaz güvercinler birer birer ölmeye devam ediyordu.  
Bütün bunları bilmemiz, Diyarbakır’da tanık olduklarımız ve güvenlik önlemleri nedeniyle tanık olamadıklarımız karşısında yaşadığımız utanç, çaresizlik ve isyanı engelleyemedi.
Hendek siyaseti ile adını bile telaffuz etmekte zorlandığımız yeni nesil polis timlerinin arasına sıkışmış, çaresizlik içinde, kendi toprağında beyaz bayraktan medet umar hale gelmiş bir Diyarbakır’a inerken insan tedirgin oluyor… Silahtan değil; sokakların sessizliğinden, çocukların masum yüzlerinden, yaşlıların gözlerindeki hasretten.
İlk durağımız Cumhuriyet Halk Partisi Diyarbakır il binası. Yol boyunca gördüğümüz gözler gerçeği anlatıyor: Korku.
İl binamızda Sur ilçesinin muhtarlarıyla bir araya geliyoruz. Dertliler. Kaygılılar. Korkuyorlar: “Hiçbir parti umurumda değil. 7 Haziran’dan beri savaş var.” Bir başkası araya giriyor. Umutsuzluğu sözlerinden belli: “Biz gözden çıkartılmışız. Atsınlar kimyasalı, biz de kurtulalım, onlar da kurtulsun. 1980’den beri, sıkıyönetim, olağanüstü hal, şimdi de bunu yaşattılar. Vatandaşa evinizi boşaltın diyorlar. Buraları yerle bir edecekler.”
Öğreniyoruz ki; çöpleri toplanmıyormuş. Yavuz Selim İlköğretim Okulunda 6 cenaze varmış, alamıyorlarmış. Diyarbakır’ın en eski yerleşim birimi olan Sur’un birçok mahallesi boşalmış. “Su yok, elektrik yok… Okullar kapalı. Ambulans yok. 6 okul 2 sağlık ocağı var ama hizmet yok. 10 bin olan nüfusumuz şu anda ancak 500 kişi” diyorlar.
Bu arada bazı evleri ziyaret ediyoruz, halkla buluşuyoruz:
Ziyaret ettiğimiz, çoluk çocuk 27 kişinin sığındığı bir evde 8 yaşlarındaki biz  kız çocuğuna soruyorum; “Adın ne?” Sorumun cevabı yok. Israrla tekrarladığım soru, yanıtsız kalıyor.
Yeni bir soru deniyorum; “Okula gidiyor musun?” Gene cevap yok.
Bu sefer “Okuldaki arkadaşlarınla görüşüyor musun?” diye sorduğumda, kendini tutamıyor, gözlerini kocaman açarak, “Bizim okulumuz yandı, bizim okulumuz yakıldı, görmüyorum” diyor.
Aynı evde 12 yaşlarındaki bir erkek çocukla diyalog kurmaya çalışıyorum; “Büyünce ne olacaksın?” Hayret, bu sefer cümleler o kadar hızlı dökülüyor ki ağzından, konuşma ihtiyacı hissediyor. Çok net, tek cümleyle yanıtlıyor; “Polis olacağım. Ama ben iyi polis olacağım, insanlara iyi davranacağım”
O hendekler kurulurken, vali neredeydi, emniyet neredeydi bilinmez ancak bu çocukların psikolojisini kim düzeltecek? Nasıl düzeltecek?
Sur’daki durumu gözlerimizle görmek istiyoruz.
Sur’a doğru yürüyoruz. Dağkapı’daki barikatlara geldiğimizde nerede olduğumuzu bir an unutuyoruz. Her ne kadar Sur içini göremesek de, her gece haber bültenlerinde izlediğimiz harap olmuş bir Ortadoğu kentindeyiz sanki. Barut kokusunu tanımasak da anlayabiliyoruz.
Bu duygu bütün ağırlığıyla vicdanlarımızı yaralıyor.  
İlk polis barikatını bin bir güçlükle aşıyoruz ancak Sur içine ilerlememize izin verilmiyor çünkü can güvenliğimiz yok.
Pazara gitmek isteyen yaşlı bir teyzeyle karşılaşıyoruz. Ne de olsa hayat devam ediyor. İnsanlar yaşamak zorundalar.
Bütün kepenkler kapalı etrafta. Bozulacak ürünlerini kontrol etmek için polis izniyle sahipleri tarafından açılan birkaç dükkan var. Birazdan onlar da kapanacak.
Öyle bir çatışma ortamı var ki,  bu çatışma sivil, asker, polis, kadın, çocuk ayrımı gözetmeyen ve hiçbir kural tanımayan bir öldürme çılgınlığına dönüşmüş durumda.
Aklıma Varşova geliyor. Polonyalıların kendi elleriyle oluşturdukları Yahudi gettosu… Üzerinden kaç sene geçmiş eski defterler yeniden açılıyor sanki. Kendi ellerimizle gettolar yaratıyoruz. Kendi düşmanımızı kendimiz yaratıyoruz.
Barikatın başında ateş yakmış ısınmaya çalışan polislerle karşılaşıyoruz. Onların gözünde de aynı duygu okunabiliyor. “Bitse de gitsek” dercesine bakıyorlar. Ancak 7 Haziran sonrası ülkeyi adım adım geren şahin politikaların ardı kesilecekmiş gibi durmuyor.
Toprağa düşen her filiz içimizi yakıyor. Yangın Anadolu’ya yayılıyor.
Barikatın önünde basın açıklaması yapmak istiyoruz. Diyarbakırlı kadınlar sarıyorlar etrafımızı. Öylesine insani istekleri var ki insanın nutku tutuluyor, nasıl bir çatışma ortamında olduğunuzu anlamanızı sağlıyor. Bebeği için mama ve bez isteyen anneler var. “Ancak cephe ortasında kalmış, kuşatılmış kentlerde karşılaşılacak bir durum değil mi?” diye düşünürken silah sesleri sükuneti bozuyor. Gerçeğe dönüyoruz. Çatışma bize nerede olduğumuzu hatırlatıyor.
Dağkapı’dan ayrılırken vatandaşlarla konuşma fırsatımız oluyor. Tarihe not düşülmesi gereken tespitleri var: “Şu an hendeklerin arkasında olanlar ’90’lı yılları yaşayanların çocukları. Bugün bu hendeklerin arkasında çatışmalara şahit olanların çocukları nerede olacak siz düşünün. Eskiden köyler boşaltılırdı şimdi ilçeler, kentler boşaltılıyor. Nasıl kardeş kalacağız?”
Hava kurşun gibi ağır… Aklımızı, yüreğimizi Diyarbakır’da bırakıp dönüyoruz.
Bugün acil çözüm üretme günü. Diyarbakır’ın, Şırnak’ın, Cizre’nin, Silopi’nin barış masasının yeniden kurulmasını beklemeye tahammülü yok.
Bu yangını bugün söndüremezsek bütün ülkeye dağılan kara dumanlar, her yana dağılan küller insanlığımızı öldürecek.
Diyarbakır’dan ayrılırken dilime Şeyh Bedrettin Destanı’ndan dizeleri takılıyor, ama Aydın’ın Serez Çarşısı, yerini Diyarbakır’ın Bakırcılar Çarşısı’na bırakıyor.
“Yağmur çiseliyor
Bakırcılar Çarşısı dilsiz,
Bakırcılar Çarşısı  kör,
Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü.
Ve Diyarbakır kapatmış elleriyle yüzünü.”
Diyarbakır ağlıyor.

ÖNCEKİ HABER

Yüksekdağ: Bugün, hemen şimdi 'dur' deme iradesi gösteriyoruz

SONRAKİ HABER

Açlık grevindeki cam işçilerinden çağrı: Çocuklarınız için bu zorbalığa dur deyin

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...