11 Nisan 2012 10:24

Mehmet Başaran’a mektup

Sevgili Mehmet Başaran,Adın beni çocukluğumun Lüleburgaz’ına götürüyor. Tren istasyonuna. Elektriksiz, köy koşullarında, merkezdeki ortaokula 7 kilometrelik yolu at arabasıyla aşılan ama kirlenmemiş doğasıyla gerçekten ışıl ışıl bir Lüleburgaz’a. Yaşam koşullarını kapıdan uğrayarak saptamaya çalıştığı

Mehmet Başaran’a mektup
Paylaş
Sennur Sezer

Adın beni çocukluğumun Lüleburgaz’ına götürüyor. Tren istasyonuna. Elektriksiz, köy koşullarında, merkezdeki ortaokula 7 kilometrelik yolu at arabasıyla aşılan ama kirlenmemiş doğasıyla gerçekten ışıl ışıl bir Lüleburgaz’a. Yaşam koşullarını kapıdan uğrayarak saptamaya çalıştığım köy evlerine, iki metrelik turna balıklarına, metrelik sazanlı Ergene’ye. Bir umut gibi üreten devlet çiftliklerine, Türkgeldi’ye, Sarımsaklı’ya... Artık hiçbiri yok.
Sevgili Başaran,
Bize 17 Nisanın armağanı bir eğitim ordusundansın. Yazın eğitimi ta başından beri yanlış yolda bizde. Yetişme çağındakileri yazından soğutucu, okuma isteklerini kırıcı bir izlencemiz var. “Belki de, 1933’te üniversite reformu yapılırken Türkoloji bölümüne dokunulmamasından kaynaklanıyor bu. Genelde yazın dersleri, Yazın tarihi biçiminde uygulanıyor. Türkoloji bölümünden yetişen öğretmenler, ‘Divan yazını’ dönemine, ‘aruz’a takılıp takılıyor.”
Oysa sen kuşakdaşların gibi, geldiğin koşulları hiç unutmadın. Öğretmenliğinden de çağdaş yazarları, yazdığında yaşamı tanıttın. Örnekse bir kitabının adı: ‘Aç Harmanı’. (Bugünlerde yeniden basıldı. Yeniden okudum, taptaze). Trakya’da yiyeceği kalmayan çiftçinin daha olgunlaşmamış ekinlerini bozması “artık arpa mı olur, biraz erişmiş buğday mı olur, alelacele bir harman” dövmesinin adıydı aç harmanı. Bu ad bana hep Güneydoğu’nun ‘frigini’ hatırlatırdı. Sütlü buğday kabuklarının kavlatılıp bulgura katılması gibi...
Yazdıkların ince bir sızıyla da olsa direnç verir, “Kıyısında söğütler göveren bir nehir yatağına” döndürür içimi. Trakya’nın o kıvrak oyun havası ‘karşılama’nın coşkusunu şiirinle getiriverirsin: “İlk yazın ucu göründü /Harlayıverdi çiçek çimen/.../ Eriklerin bademlerin şavkı vurmuş havaya /Ortalığı tutmuş zeytin/ Gözlerim yeşile kesti/ Hey ne dünyaymış dünyamız /.../Yaşamak uğul uğuldu/ Kımıldıyordu yamaçlarda tarlalar /Tepemde gök /Çevrilmiş üstüme sayısız sevdalı göz”.
Sevgili Mehmet Başaran
Emekçinin ellerinden başka bir şeyi olmayışını ne güzel anlatırsın. Hani yoksulun birinin yakınmasına yüce bir yerler yanıt gelmiş: “Çok zengin edeceğim seni. Ancak ellerini bana vereceksin” demişler. Ve adamcağız razı olmuş, böylece de elleri olmadan dünyanın tadı olmadığını anlamış.
Tek üretim aracı elleri olanlar da senin öykülerinde konuşur:
“Şu ellere bak bir. Öküzüm, eşeğim, sabanım, çapam bunlardı. Taşlan tırmaladım, çalıları kökledim. Ne bir avuç toprak, ne karın doyuracak bir iş. Cebi dolular, ambarı dolular var ama salâvatla gidilmiyo yanlarına. Çekildim kahve köşesine bir gün, bastırdım böğrümü düşünüyom. Rahmetli Papel Ali görmüş... ‘Bre çocuk’ dedi, Ne bu hal? Neye geçersin dünyandan?​’ Bir yumruk tıkandı boğazıma konuşamadım. Nur içinde yatsın, annadı, ‘gel’ dedi, tuttu elimden. Eyi dülgerdi, yanma aldı beni... Çok binalar yaptık beraber.”
Sevgili Mehmet Başaran,
Nisan ayı geldi. Otomobillerin, otobüslerin vızır vızır geçtiği otoyolların çevresindeki yeşil alanlarda papatyalar, düğünçiçekleri, karahindibalar sarılı beyazlı, ağaçlar pembeli beyazlı çiçek açtı. Fabrika önlerinde,okullarda, alanlarda çiçekler gibi renk renk insanlar. “Elimi uzatsam özgürlüğe dokunacaktım /Yeni düşünceler patlıyordu zihnimde /Açtım bağrımı güne güneşe /Eh beee”.
Koca köy İstanbul’da börtü böceği, kurdu kuşu görmeye görmeye unuttu emekçiler. Kapılarında bekçilerin beklediği siteler ormanlık alanları yağmalasa da yeşilden çok beton. Elimizde artık yalnızca kitaplar kaldı. Altın madeni bahanesini kullanan uluslararası şirketler, Anadolu’da, Ege’de kalan son yeşil alanları da eli almaya çalışıyor.
Sevgili Başaran, doğduğun günü bilmiyorum, ama bir nisan günü olmalı, köy çocuklarına okuma şansı veren bir nisan günü... “ Güvenebildiğin kadar dost, düşünebildiğin kadar güzel” bu dünyada yeni ve mutlu yaşlar, yeni kitaplar diliyorum.

ÖNCEKİ HABER

Hayalet anne Siyahlı Kadın

SONRAKİ HABER

Erken patlayan balon: Sınavlar kalkıyor!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...