7 Nisan 2012 05:28

Tenimize soğuk gerçek dokundu

Hayri K. Yetik

Vicdanın gözü var mı, varsa neye bakar, neyi görür? Vicdan neyle, neye kanar?
Yoksa vicdan diye bir şey yok mu?
Göz hakkı diye sözünü edip gereğini olabildiğince yerine getiren babalarımız Müslüman ve Türk değil miydi? Yoksa on yıldır bu ülkeyi yöneten, dindarlığı ve muhafazakarlığı olmak üzere başarılarıyla övünen hükümet mi başka dinden? Ya fabrikatörlerimiz?
Bu duygu ötesi topluma nerden geldik, nasıl geldik?
Bu adaletsizlik nasıl üstümüze bulaştı, baştan aşağı bizi yalıtkan olarak kaplayıp içinden geçtiğimiz hayatları hissedemez olduk?
Üstümüzde ve duyumlarımızı köreltmekle kalmamış, içimize, derinlerimizdeki vicdana kadar işleyip orayı da küllemiş.
Üstümüze bulaşmasın diye özenle kaçındığımız adaletsizlik meğer hayatın kendisiymiş, meğer biz, yoksulluklardan gelmişliğimize karşın simülasyon içinde muhallebi çocuklarına dönüşmüşüz. Meğer acı ve yoksulluk yanı başımızda etten ve kemikten oluşan, yaşayan bir varlıkmış, adı da işçiymiş? Duygu ötesi toplum, insanın makineleşmesi çoktan gelmiş de farkında değilmişiz. Biz yoksulluğu da işçi haklarını da, emek savaşımını da gazetelere, kitaplara özgü kent efsanesi sanırmışız, meğer gerçekmiş.
Gerçekten daha gerçekmiş gibi görünen ama gerçek olmayan simülasyondan dışarı çıkmamızı sağlayan farkındalık deneyimimiz bir haberle başladı.
Anayasa’nın 90. maddesinin tanıdığı haklarını kullanarak sendikaya üye olan Billur Tuz (Çiğli) ve Savranoğlu Deri fabrikası (Menemen) işçileri çeşitli gerekçelerle işten atılmışlardı.
İnsanca çalışma koşuluyla işlerine dönmek için Menemen Savranoğlu Deri fabrikası işçileri 242, Çiğli Organize Sanayi Bölgesi içinde faaliyet sürdüren Billur Tuz işçileri de 86 gündür fabrika önünde bekliyorlardı.
İlk tepkimiz şuydu bunu öğrendiğimizde: Bu demektir ki üç yüzü aşkın anne veya baba akşam eve ekmeksiz dönüyor.
Şair olarak yapabileceğimiz ilk şey mücadele eden işçilere moral vermek ve deneyimlerini paylaşmak için şiirlerimizi okumak üzere, açık söylemek gerekirse adet yerini bulsun kabulüyle yaptığımız ziyaretimiz sonunda işçiler ve hikayeleri bize insanlığımızı hatırlattı.
İşte orada karşılaştığımız gerçek yaşam hikayelerinden biri:
Mahmut ilkokul öğrencisi resim dersinde mavi bir okul, Türk bayrağı ve kertenkeleye benzeyen bir şekil çizmiştir. Öğretmeni açıklamasını ister. “Okulumu çok seviyorum” der Mahmut “En çok da yağmurlu halini. Onun için mavi yaptım. Bu da bayrak.”
“Bu kertenkele ne”  der öğretmen.
“O babam. Öldü sanıyorum, benden gizliyorlar.” Yanıtını alır.
Babası, Savranoğlu’da 650 liraya çalışan sendikaya üyeliği nedeniyle İstanbul’daki fabrikaya sürülen bir işçidir. Zaman elvermediği ve yol masrafından kaçındığı için aylardan beri İzmir’deki evine gidememiştir.
Bir başkasının kahramanı daha gencecik bir kız. “Sendika hakkımız, söke söke alırız” dedi diye gözaltına alınıyor. Evet yalnızca bunun için.
Birini daha aktaracağım: İşten atılınca babasının yanına taşınıyor, ama çocuklarının okulu eski evin orada. Her sabah birinin elinden tutarak, birini sırtına alarak okula bırakıyor, direniş çadırına geliyor, akşam da dönüşte okuldan eve... Sendikanın işçilere cüzi yardımından arttırabildikleriyle arkadaşları bir mobilet alıyorlar, çocuklarını onunla taşıyor.
Ve daha nice yaşam hikayeleri dinledik, ne kahramanlıklar; çalıştıkları fabrikadan günlük en az 900 ton pompalanan, içinde zırnık, türlü asitler ve zehir taşıdığı yetkili mercilerce ve belgelerle kesinleşmiş, derilerin tabaklanmasında kullanılan atık suyun aktığı dere yatağının kıyısındaki direniş çadırında.
Bu suyu emen topraklarda yetişen sebzelerin soframıza geldiğini de öğrendik bu arada. Ve fabrikatörü, belediyesi, valiliğiyle birbirlerinin açığını gediğini ört bas ettiklerini de…
Deneyimleri işçileri de değiştirmiş: Çoğumuzun kitaplardan öğrendiği hak hukuk, emek, dayanışma, emek savaşımı meselelerini işçiler yaşayarak öğrenmişler. Tam bir sınıf dayanışması ve bilinci edinmişler. Şimdi sınıfsal maceranın en gergin yerindeler. Geçmişlerini sorguluyorlar ve sorular soruyorlar, siyasete ve hayata dair.
Hayat; acısı, acımasızlığı, umudu, umutsuzluğu, sevinci ve mutluluğuyla buralarda bir yerdeymiş, bizlerse akvaryum balıklarına dönmüşüz.
Şair ve yazarların temsilcisi olarak ben, Bilsen Başaran, Asım Gönen, Yücelay Sal; iyi ki gitmişiz diyoruz İzmir’e dönerken simülasyonun görünmez fanusu kırılmış, çıplak tenimize gerçek dokunmuş, farkındalığımız uyanmış olarak. Hayatla duygularımız, yani insanlığımız ve vicdanımız arasındaki görünmez duvarlardan biri daha yıkılmış.
 

Evrensel'i Takip Et