22 Kasım 2015 06:20

Haydi çocukluk yapmaya!

Paylaş

Müge TUZCUOĞLU

20 Kasım Çocuk Hakları Günü veya Evrensel Çocuk Günü. Birleşmiş Milletler tarafından kararlaştırılmış, sistem içinde üretilen tüm sorunların ve haksızlıkların çocuklara yansıyan boyutunu gözler önüne serme amacıyla kurulmuş bir alarm. Gerçekten de, acil durumu haber veren alarma ihtiyaç duyacak kadar yoğun saldırı altında, çocuklar ve tüm çocukluk… Çocuk işçiliği, savaşlarda çocukluk, çocuk yaşta evlilik, tecavüz, mültecilik, yoksulluk, yetersiz beslenme, güvencesiz gelecek, cinsiyet ayrımcılığı… Liste uzayıp da gider! Yetişkinlerin kurgusu üzerinden yaratılan mağduriyet de, mağduriyet tablosu da korkunç! 

Tüm bu üretilenlerin karşıtlığında yer alan haklarının dışında da hakları vardır çocukların. “Çocukluğu ayrı bir sınıf” olarak kabul ettik ve bunun üzerinden, dilini, tarihini, biyolojisini, antropolojisini değiştirdik. Bu güne özel; “çocukluklar” toplayalım istedik size. Evet; değişmeyen çok şey var: Türkiye’nin Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde anadil ve kimlik üzerine olan maddeleri hâlâ imzalamaması gibi. Bu günün bile savaşları başlatan kurumların üretmesi gibi. Veya her yazılan kelime sırasında tüm bölgemizde milyonlarca çocuğun en basitinden yaşam hakkının kolayca gaspedilmesi gibi. Ancak bildirmek gerek ki, muziplikle, hınzırlıklarla dolu hatıranın da ötesinde aslında, bütün bunlar da haktır! Baktık tarihe. Ancak hatrımıza gelmedi. Fark ettim ki, “çocukların tarihi” yok! Olmalı mı, olabilir mi? Tartışılır tabi. Ama hali hazırda, bir çocuklar ve çocukluk tarihi yok… 

Kastedilen yazılı bir tarih. Ama mutlaka görsel tarihleri var. Yetişkinler eliyle de olsa, fotoğraflarla ve videolarla anlatılan bir tarih var. Bir tankın namlusunda sallanan çocuklardan savaşa; elinde ağır yardım kutusuna rağmen koşturan çocuklardan yoksulluğa hınzır göndermeler yapabiliyorlar. Ölmeden veya ölümü görmeden hemen önceki son fotoğraflarındaki donuklukları da eklemek gerek… Çaresizliğe muziplik cevap olabiliyor da; yalnızlık ve ölüm vuruyor çocukları… “Hiç çocuk olmamış gibi kötüsünüz” dizesi bu yüzden bu kadar güzel…

Çünkü çocukluk; ezberletilmiş, öğretilmiş sözcükler ve sessizliklere inat soru sorabilme kaygısızlığındadır. Bu kaygısızlık ile, içinde tilkilerin değil kelebeklerin uçuştuğu bir zihni de barındırır. Bu kirletilmemiş zihinde, eşitsizlik planları değil, renkli düşler kurulabilir.

Çocukluk, başlı başına bir şeydir ve yetişkinliğe ve yetişkinlere örnek teşkil edecek bir dünya içerir. Bugün için yetişkinlerin ezici çoğunluğunun mahrum olduğu…

Ve bu hınzırlık ve muziplik bu yüzden bu kadar hayati! Çocuklara soramadık ama en yakından yetişkinlere, bu hikayeleri sorduk. Çocuklardan toplayacaklarımız (veya yaratacaklarımız) borcumuz olsun. Ama bu seferlik, yetişkinlerin hikayeleri, Çocuk Hakları Günü’nde, çocukların çocukluklarıyla hakları olduğuna inançla sizlere gelsin. 

“Ben Kemal diyemiyordum. Dilim dönmüyordu. Dolmuşa ‘donbuş’ dememi kimse sallamıyordu da, o Kemalist dönemde herkese dert olmuştu bu ‘kamal’. Ben Kemal demeyi öğrendim de, Kemalistler ötekileştirmemeyi öğrenemediler. Bu hallere geldik…”

“Sabahları güneşle kalkar, akşama kadar güneşi gözlerdim ara ara. Benim için doğuyor sanırdım hep. Bir gün battığının farkına varıp, arkasından ağladım. Baya bir isyan ettim. Annem teselli etti beni; ‘üzülme yarın yenisini alacağım’ derdi bana. Gerçekten de yarın yenisi geldi… Her gün yeni yeni güneşler aldı annem bana.”

“23 Nisan’da kaymakamın koltuğuna oturduğumda, kaymakam ‘ilk icraatın ne olacak bakalım’ demişti. Çaycıyı nasıl arayacağımı sorup, tüm çocuklara gazoz söylemiştim.”

“Ankara’ya ilk geldiğimde, Oran tarafında bir araca el-kol işareti yaptım. Korna çalıyordu. Ben de ona lambayı gösteriyordum. Yayalar için yeşildi, araç Tayyip’indi.”

“Bir buçuk yaşında tedavi amaçlı götürüldüğüm Ankara’da gördüğüm, ata binmiş Atatürk heykeli karşısında ‘Atatürk in, Eren binecek’ deyişim…”

“Babasının tutulduğu cezaevinin önündeki askerleri, oynadığı bilgisayar oyunundaki ‘ciuv ciuv’ sesleriyle yok etmeye çalışan bir çocuk görmüştüm”

“Uzun bir kovalamacanın ardından arkamdan yakalayan polise, ‘uu ne hızlı koşisen abê, valla elinden kimse kurtulmaz’ demiştim”

Biraz çocukluk lazım değil mi?

Haklarıyla birlikte!

Henüz doğmamış, öldürülen, yaşatılamamış, henüz öldürülmemiş, henüz hakları çalınmamış bütün çocuklara ve çocukluğa; alan açmak lazım değil mi bu dünyada?

“Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” yazılamasını, karalayarak “Ne Mutlu Türkü Söyleyene!” çevirebilecek, savaş altındaki çocukların yaptığı gibi… Takım kıyafetler içinde gayet resmi ezberletilmiş yeminlere, “nanik” yaparak, anadilini bağıran Leyla Zana gibi hem de… “Akıllı ol devlet” diyerek parmağını sallayabilecek küçük veletler gibi… Tüm ezberlediklerimizi, ezberletilenleri yani ve tüm öğrendiklerimizi, öğretilmişlikleri yani; bozacak, çomak sokacak, basit bir soruyla denklemi bozabilecek çocukluklar… Haklarını çaldığımız yoksullukta, savaşta, ölümde, hapiste, sokakta, kıyımda ve tüm pisliklerimizde, bu ezberi bozabilecek küçük yaramazlıklar…

Evet, işte; Yaşasın Çocukluk!

Ne demişti Paramaz; Hayalgücü iktidara!

Haydi Çocukluk Yapmaya!

ÖNCEKİ HABER

Canına tak eden kadınlar şiddeti anlatıyor

SONRAKİ HABER

‘Paris ruhu’, Viyana ruhu, Antalya ruhu vesaire...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...