22 Kasım 2015 05:55

Mahallenin kitapçısı: Herkes kendi mahallesinin kahramanı olmalı

Paylaş

Ezgi GÖRGÜ

Devrim Tarım... Kitaplarla kurduğu bağ senin benim gibi çocukluğundan geliyor... Okuma yazmayı da yaşıtlarıyla beraber söküyor. Görme engelli Devrim Tarım... Engel’îni gerçekten dış dünya için bir engel olarak görmeyen Devrim Eskişehir’de körler okuluna giderek eğitim alıyor. Sonrasında da yolu ODTÜ’ ile kesişiyor. Uluslararası İlişkiler okumaya karar verip, dünya barışına bir diplomat olup katkı sağlamayı düşünüyor Devrim... Bunun olmayacağını anladığında ise yolu İstanbul’a düşüyor.

İstanbul Üniversitesi’nde Radyo Sinema Televizyon bölümüne eğitiminedevam edip görsel yolla kendini ifade etmeyi deniyor. Öyle ki öğrenciyken Yönetmen Yüksel Aksu’nun teklifiyle Entelköy Efeköy filminde rüya sahnesini çekiyor. Ancak hayat gailesi galip gelince bir devlet kurumuna KPSS ile atanıp memur oluyor. Tam 8 yıl çalışıyor, tabi bu yıllarda çocukluğundan gelen okuma aşkı ona bir sürü kitap okumasına, bunları biriktirmesine hatta kitapların evine sığmamasına gerekçe oluyor. 

Yıl 2013 olup aylar Haziran’ı gösterdiğinde o bilindik ama sıradan olmayan günler geliyor... Tüm Türkiye’nin gündemi değişiyor... Devrim de etkileniyor haliyle. Devrim, kendisinin deyimiyle “Dünya vatandaşı, antikapitalist, biraz da anarşist. Bu yüzden part time eylemci olmak istemiyordum” diyor. Onun için doktor bir arkadaşından rapor vermesini rica ediyor. Tam zamanlı Gezi parkında olup olağanüstü atmosferi yaşamak için çözüm üretiyor...

BASKISI OLMAYAN BİR KİTABI BULMAK...

İki yıldır sahaflık yapıyorsun... Kitaplarla bağın nasıl başladı. Burada bir oda dolusu kitap var ve bu bağ sahaflıkta ne kadar işine yaradı?
Herkes gibi, ‘herkes’ dediğim, gören çocuklar gibi, görmeyenler için özel okullar var, oraya gitmiştim. İstanbul’a da;  KPSS’de ile atanınca geldim, 8 yıl çalıştım. Yaşlılık zamanı düşündüğüm şeyi erkene aldım, Gezi sayesinde. Biraz daha param olsa ‘sahaf cafe’ yapmayı isterim aslında. İşin ekonomik tarafı dışında hiçbir şeyi kayıp olarak görmüyorum. Baskısı olmayan bir kitabı bulmak, temin etmek, insanlarla bunun sevincini yaşıyor olmak, bu çok büyük bir haz. Bir kitapçıyla sahaf arasındaki fark sahafta muhabbettir ve arada yabancılaşma yoktur ki bu benim dert edindiğim bir şey. Bu sebeple de mahallenin kitapçısı olmak istedim. 

Kitapçılarda birden fazla dilde kitapları görmeye alışkınız aslında, ancak seninkinde durum biraz farklı. Türkçe’nin dışında Kürtçe, Arapça, Ermenice, İngilizce gibi dillerde kitaplar, yayınlar var... Samatya’da bir mahalle kitapçısı olmak nasıl bir şey?    

Bu yaşadığım ülkenin tarihini düşününce böyle çok boktan bir tarih var, cumhuriyet öncesinde 40 tane dil konuşulurken şu an 2 tane bile yok, Kürtçe yok yani! Bütün bu coğrafyanın renkleri solmuş, bunları yeniden canlandırmak için ben de kendimce bir şey yapmak istedim. Hiçbir zaman satılmayacağını bilsem bile Boşnakça kitap alıyorum. Önemli olan TC içerisinde asimile edilmeye çalışılan milletlerin kitaplarının olması. Bir halkı katledebilirsiniz. Ama Ergenekon efsanesinde bir kişi kalsanız bile tekrar ortaya çıkan bir halk miti var. Ama kültürü yok ettiğiniz zaman, onun taşıyıcıları olmazsa nasıl yaşayacak? Onun soykırımı çok daha korkunç bir şey, dili konuşmak, kültürü yaşatmak, yazmak, okumak, üretmek gerek. Bu çocuk yapmaktan çok daha zor bir şey. 

O yüzden hem yaşadığım yeri seçerken Samatya’yı seçmem, hem de Samatya’ya yakışan bir şey yapmak istedim. Türkçe bir kitabın, 1930-40’a dair kitaplar var ama Kürtçe’de sahaflık bir kitap, en fazla 20 yıldır var. Yani 90’lardan önce iki tane kitap var, Kürtçe basılan. Kemal Burkay’ın yazdığı bir kitap, diğeri de bir tiyatro oyunuydu. Kürtçe ikinci el kitap da bulmak zor, zaten ikinci ele düşmüyor, insanların kütüphanesinde duruyor o kitap. Dile sahip çıkılmaya başladıkları bir dönem olumlu bir şey bir bakıma Türkiye’nin ülke gerçeğine, diğer azınlıkların gerçeğini gösteren bir şey. Bir yanıyla da bastırılan Kürt olgusunun hareketle beraber başını kaldırması demek, bunların her biri kazanım. Örneğin benim bir rafımda Kürtçe, Ermenice kitaplar var,.

Surp Kevork’a hem komşu hem kiracı, mahallenin kitapçısı Devrim. Esnaflık hakkında neler düşünür dersek ne der Devrim? 
İnsan para kazandırdığı kişinin kim olduğunu bilmek istiyor. Ben birinden bir şey alırken ‘acaba Nuh Köklü’yü öldüren bir adam gibi olabilir mi?’ filan diye düşünüyorum, ‘böyle bir esnaf olabilir mi?’ diye düşünüyorum. O yüzden kitap, ekmek alırken bile kimden aldığını bilmenin önemli bir şey olduğunu düşünüyorum. “En iyi Kürt, ölü Kürt” diyen bir esnaf olabilir, gidip ona para kazandırmayalım yani. Kitap alan birisi, ben bu kitabı a yerinden değil de b yerinden alayım, ya da ne bileyim hayvanları korkunç bir şekilde katleden yerden yememek gerekiyor. Büyük sermayeye karşı küçük esnafın yanında olmak mesele burada. Mesele Mcdonalds’tan alışveriş yapmayıp Tatlıses’ten  lahmacun yemek değil, onun yerine mahallede Ali abinin yerine gelmek, bu insani bir şey. Çünkü tanırsın o insanları. 

‘KAPİTALİZME İNAT YARIŞMA DEĞİL DAYANIŞMA’

Kırşehir’de yakılan Gül Kitabevi’yle de dayanışma göstermişsin. Birlikte olmak önemli elbet...
Görmeyen birinin kitapçı olması ilginç bir şey ama benim Kırşehir’de yağmalanan ve yakılan Gül Kitabevi’ne bir koli kitap hediye ediyor olabilmem daha değerli, hatta gönderdiğim koliye de “Kapitalizme inat yarışma değil dayanışma” yazmıştım. 

İnternet üzerinden de kitapların okunabildiği, rahatlıkla ulaşılabildiği bir  dönemde mahalle arasında bir dükkan açıyorsun? Böyle güçlü bir şeye kafa tutabiliyor musun?
İlk bakışta sahaflık para odaklı yapılabilecek bir iş değil Türkiye’de. Hem bir mahallede olmak dezavantaj ki mahalleden bile çok fazla gelen yok. Kitapçılığı, e-kitapların olması ciddi bir şekilde olumsuz etkiledi. Eski zaman nostaljisini seven insanlar geliyor. Geçen bir kadın ‘Aaa kitap kokusu’ diye daldı içeri. Sosyal medya üzerinden de benim nasıl biri olduğumu öğrenip gelenler var, Kartal’dan Pendik’ten, Ama bunlar istisna ve dayanma gücü veren şeyler. Onun dışında realite çok kötü yani. Büyük sermaye her alanda var ve rekabet edemiyorsun, günde 3-4 kişi ancak giriyor sahafa.

Sahafta işler nasıl yürüyor?
Genelde öğrenciler geliyor yardıma, kitap karşılığında. Kitap kiralanabiliyor, parası yoksa sonra verebiliyor. Kiralık kitap işlemi var. Esnek yani, ihtiyaca göre şekillendirilebilen bir durum. İnsanlar Mephisto’nun önünden geçerken kitap alabiliyor ama oturduğu mahallede kitapçının olduğunu bilmiyor. O yüzden herkes kendi mahallesinin kahramanı olsun, kendi mahallesinin insanı olsun. Çünkü Taksim’e çıktığın zaman eriyorsun, özne değilsin orada, kütlenin parçasısın, fark edilmezsin bile. Görmemek gibi, o belirlenmiş standartların dışında bir tipin yoksa erirsin. Orası insanların kaybolmak istedikleri zaman gideceği yer. Ama insanın yaşadığı yer, var olmak istediği yer. 

Senin için olması gerekenler nasıl olmalı?
Mesela kaldırımda yürüyorum, yolu kapatmışlar ama yardım edelim diyorlar, yolu kapatanlar. Yapılacak tek yardım kaldırımı kapatmamak, açık bırakın dedim. Ki o da yardım değil, olması gereken. Kitapçı olmam, görmemem aslında benim sıfatlarımdan, ben şuyum ben buyum diyemem ama temel bir şey sorarsan antikapitalist olmak beni yansıtan bir şey. Her şey politik sonuçta.

ÖNCEKİ HABER

O duvarlar bir başkasının tuvali olacak!

SONRAKİ HABER

Ali Koç, Malthusçular ve iklim değişikliği

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...