07 Kasım 2015 14:50

‘İstikrar’dan öldük...

Şiirimizi kaybettik. Kaybı, dost bildiğine nasıl yalın sözcüklerle ifade edebiliyorsan -‘yitirdik’ diye, ‘hayatını kaybetti’ diye, ‘aramızdan ayrıldı’ diye- öyle söyledik birbirimize. Sennur Ablayı kaybettik. Gölgesinde bilgeliğine sığındığımız koca çınarımızı...

Paylaş

Şiirimizi kaybettik. Kaybı, dost bildiğine nasıl yalın sözcüklerle ifade edebiliyorsan -‘yitirdik’ diye, ‘hayatını kaybetti’ diye, ‘aramızdan ayrıldı’ diye- öyle söyledik birbirimize. Sennur Ablayı kaybettik. Gölgesinde bilgeliğine sığındığımız koca çınarımızı... Gülten Akın’ı sonra... Şiirinin bir mısrasıyla nice kalın kitapları özetleyen kadını...

Barışımızı kaybettik... ‘Barış’ diye memleketin kalbine yola çıkanları... Dostlarımızı, yol arkadaşlarımızı... ‘Katledildiler’ diye kurulan tek kelimelik o ağır, uzun cümle dizildi boğazımıza, yalın bir söz değildi çünkü. Bağıra bağıra çıkardık o sözü boğazımızdan, sokaklarda... Çok eksildik. ‘Siz hiç eksilmediniz mi?’ diye sorasımız geldi biz henüz tabutların ağırlığını omzumuzda hissederken “oylarımız artıyor” diyenlere... Elbette eksilmemişlerdi. Çünkü tabutlardan devşirdikleri oy sandıklarını iktidarlarına payanda etmekte pek mahirdiler. Çünkü kimi zaman ölü asker bedenlerinin, kimi zaman anasının kucağında asker kurşunuyla ölen bebelerin, kimi zaman iş cinayetinde yaşamını yitiren işçilerin, kimi zaman koca kurşunuyla can veren kadınların, kimi zaman polis baskınında öldürülen Dileklerin taşındığı tabutlar, onların korku imparatorluğunun dört bir yana nam salabilmesinin, korkunun galip gelebilmesinin aracı oldu. Eksilmemişlerdi. Çünkü hepimize kaybettirdikleri, onlara kazandırıyordu. 
Güvencimizi kaybettik. Zaten hiçbir zaman tam olarak tesis edilemeyen güvenceli yaşam arzusunu yarattıkları korku imparatorluğunun sürgitliğine dayanak haline getirenler, halkın güvenlik ve ekonomi endişelerini ancak tek parti hükümetinin aşabileceği vaadine sırtlarını yaslayanlar ‘böyle olmamalı’ ufkunu kendileriyle sınırladılar. Şiddetin egemen kılındığı, kaosun gündelikleştiği, başka bir hayat talebinin görünmezleştirildiği bir ortamda ‘istikrar’ lafının ardına saklandılar. 
Oysa bize istikrar diye sundukları güvende ve esenlikle, refah ve mutlulukla süren bir hayat olmadı bu zamana kadar hiç.
Çünkü biz istikrar diye kadın cinayetlerinin önlenememesini, önlenmemesini bildik. 
Gazetelerde kadın katillerinin aklandığı yargı kararlarının her gün istikrarlı bir biçimde yer alışını gördük.   
Biz bu 13 yılda işsizliğin, eve ekmek götürememenin, güvenceli bir işte çalışamamanın, yarına güvenle bakamamanın, aynı akıbeti çocuğumuzun yaşayıp yaşamayacağını bilememenin, 12 saat çalışıp üç kuruş parayı kenara ayıramamanın istikrarını bildik.
Büyüyen ekonominin bizim pazar torbalarımıza yansımıyor oluşundaki, ‘Yeni Türkiye’nin bizim eskiden beri aynı hayatımızda bir şey değiştirmeyişindeki istikrarı bildik... Tarlaya giderken kamyon kasasında, çalışırken inşaatta, kazma sallarken madende, üretirken fabrikada ölen işçi sayısının istikrarlı bir biçimde artışını bildik. 
Biz bu 13 yılda eğitimin her yıl bir önceki yıla göre daha da ucubeleşmesindeki istikrarı bildik. ‘Sağlıkta devrim’ sloganlarının yazılı olduğu tabelaların altında cebinde yeterli para olmadığı için ölmeye mahkum edilen hastaların acısındaki istikrarı bildik. 
Biz istikrar diye ölümü, yoksulluğu, işsizliği, korkutulmayı, sadakaya muhtaç, savaş karanlığına mahkum edilmeyi, yok sayılmayı bildik. 
’Bölünme’ fobisine sığınarak ayırmakta maharetli olanların kutuplaştırmadaki, ‘öteki’ mahalleden olanı düşman belletmedeki istikrarını gördük. Her koyun kendi bacağından asılır diye diye hepimizi asmaya çalışmalarındaki istikrarı gördük. 
Tutunup bu ‘istikrar’ ipine, batan bir gemiyi limana demirlediler. 
Ama bilinir, gemi bir kere su almayagörsün, şimdi değilse yarın, en küçük bir esintide denizin dibini görür. 

*** 
Bizi mahallelere bölüp aramıza aşılmaz setler çekmeye çalışanlara inat kadınların ısrarlı buluşma ve tartışma çabasının bir ürünü bu ayki dergimiz. Kadınların inatçı biraraya gelme mücadelesi kimi yazıda yası ortaklaştırma paydasında, kimisinde ‘bundan sonra ne olacak’ sorusuna birlikte yanıt arama çabasında, kimisinde ise bu hoyrat zamanlara tanıklık etmenin sorumluluğunu paylaşma ısrarında gösteriyor kendini. 
Ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Dayanışma Günü... Bugünü bir kadın direnişi gününe çeviren tarihin bir katliam tarihi olması bugünlerde daha bir anlam kazanıyor. Devlet şiddetinin bunca katmerlendiği, bu yapısal şiddetin kadına yönelik her türden şiddetin olağan karşılanmasına cevaz verdiği bugünlerde kadınların mücadelesinin ortaklaşması dünden daha fazla önem kazanmış durumda. Bu şiddet tarihini hatırlayıp, biriktirdiklerimizle şiddetsiz günlere ulaşmak için nasıl bir araya gelebileceğimizi her yerde tartışmaya ve harekete geçmeye çok ihtiyacımız var. 
Yılın son ayında buluştuğumuzda daha güzel şeyleri konuşabilme umuduyla... İyi okumalar... 

ekmek ve gül

ÖNCEKİ HABER

İşçi, emekçi, tarihimizin yaşsız ve ölümsüz aydını: Sennur Sezer

SONRAKİ HABER

PYD Eş Başkanlık Danışmanlığı: ‘Göçmen Mülkü Kanunu’ çıkarılmadı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...