07 Kasım 2015 14:10

Yan yana durmaya daha çok ihtiyacımız var

10 Ekim 2015. Nasıl unuturuz bundan sonra ah! Ne korkunç bir gün! İnsanlık tarihinin kara günlerinden, asla ama asla unutamayacağımız, unutmayacağımız...

Paylaş

Elif ŞANLI
10 Ekim 2015. Nasıl unuturuz bundan sonra ah! Ne korkunç bir gün! İnsanlık tarihinin kara günlerinden, asla ama asla unutamayacağımız, unutmayacağımız... Geride kalan olmak ne zormuş meğer, böyle karanlık günlerde nefes almak, hayata devam edebilmek. Yaşadığımız o korkunç katliam hepimizde unutulması imkânsız görüntüler, büyük acılar bıraktı. Bir yandan yaralarımızı sarmaya, daha çok birlikte olmaya çalışıyoruz; bir yandan giden arkadaşlarımızın ne istediğini, neden katledildiğini diğer insanlara anlatmaya. O günden sonra işyerinde acılarımızı paylaşarak, o gün yaşadıklarımızı anlatarak, yan yana durarak yaralarımızı sarmaya çalışıyoruz. Bu günlerde yan yana olmak daha da önemli çünkü. 
Bir ilköğretim okulunda öğretmenim. Ben de o gün miting alanındaydım; okulumdan da “Bu ülkenin çocukları, komşu ülkelerin çocukları artık ölmesin” diye Barış Mitingine katılan arkadaşlarım vardı. Acılıyız hepimiz; iki günlük grevin ardından işyerlerimize döndüğümüzde birbirimizin yaralarını sarmaya çalışıyoruz bir yandan. Anlatıyoruz, konuşuyoruz. İçlerinde tanıdıklarımız, aynı sofrayı paylaştıklarımız var; kaybettiklerimizi anlatıyoruz birbirimize.

SANKİ KORKU FİLMİYDİ 
Nursel, ismi Barış olan oğlunun rahatsızlığı nedeniyle mitinge geç kaldığını anlatıyor. “Çok öfkeliydim, çok çaresiz hissettim kendimi, çok güvensiz hissettim” diyor o gün ve ekliyor, “Akşam televizyonda görüntüleri izlerken sanki korku filmiydi yaşadıklarımız.” Olayın gerçekliğini kabullenemediğini anlatıyor Nursel bir süre, katliamdan sonra sendikanın aldığı iki günlük grev kararının yetersiz olduğunu düşünüyor. Böyle bir vahşetin acısını hiçbir şeyin dindiremeyeceğini, bu yaşananların bir hesabı olup olmayacağını sorguladığını söylüyor. “Bildiğim bir şey var ki, bu katliamdan sonra barış ve özgürlük mücadelesinde yer alan arkadaşlarıma, insanlara olan saygım kat be kat arttı” diyor ve bundan sonra daha çok mücadelenin yanında olacağını ifade ediyor. “Ne kadar çok yanyana olabilirsek  o kadar güçlü hissediyorum kendimi. Ne kadar birbirimize dokunursak, o kadar güçlüyüz” diyerek, bu gücü büyütmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğunu vurguluyor. 

YİNE DE UMUDUMUZU KAYBETMEYELİM
Sevgi, “Nasıl anlatılır ki gencecik insanların, çocukların ölümü, nasıl? Ben anlatamıyorum, birileri anlatsın” diye gösteriyor tepkisini. Sadece barış diyen insanların neden, nasıl öldürüldüğüne anlam veremiyor ve “Bir anneye gidip ‘Çocuğunuz öldü’ nasıl diyebilirsiniz? Ya da bir evlada ‘Babanız, anneniz öldü, öldürüldü’ diyebilir misiniz?” diye sorguluyor. İnsan hayatının kutsallığını anlatıyor bize Sevgi ve diyor ki, “Yine de umudumuzu kaybetmemeliyiz, iyi ve güzel günleri düşlemeye devam etmeliyiz.” 

BARIŞ GÜLLERİNE TAHAMMÜL EDEMEDİLER
Seher ise “El ele tutuşup, türkülerimizi söyleyip, halaylarımızı çekerek, ‘Barış, barış barış!’ diyecektik. Olmadı. Barış güllerine tahammül edemediler. Bütün güllerimizi parça parça etrafa savurdular” diye anlatıyor o günü ve bu yaşananların hesabının bir gün mutlak görüleceğini söylüyor. Geleceğimiz olan çocukların bizden barış istediğini ve geride kalanlar için bunun bir görev olduğunu dile getiren Seher, şöyle devam ediyor: “Bu daha çok bilinç, daha çok cesaret, dayanışma ve mücadele gerektiriyor. Daha çok birbirimize sarılacağız, daha çok mücadele edeceğiz. Sen, ben demeyip biz olmayı başarabilirsek, ki buna mecburuz, bu canilerle, bu sistemle ancak bu şekilde başa çıkabiliriz. Bunu başarabiliriz, başaracağız.”

 

ÖNCEKİ HABER

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak

SONRAKİ HABER

Şebnem’in bıraktığı yerden..

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa