07 Kasım 2015 14:04

Hiç sönmeyecek bir mumun ateşidir bende...

Tandoğan Meydanı’ndan yürüyerek inip alana doğru ilerlediğimde insanlara gülümseyerek günaydın dediğim güneşli bir gün. Barışı yaşama nedeni haline getirmiş insanların emeği, eşitliği, özgürlüğü, bütün renkleriyle bir arada yaşamayı haykıracakları gün...

Paylaş

Elif Ekin SALTIK

10 Ekim 2015, Ankara. 
Tandoğan Meydanı’ndan yürüyerek inip alana doğru ilerlediğimde insanlara gülümseyerek günaydın dediğim güneşli bir gün. Barışı yaşama nedeni haline getirmiş insanların emeği, eşitliği, özgürlüğü, bütün renkleriyle bir arada yaşamayı haykıracakları gün... 
Yazmayı hiç istemedim, hep “Ben yazamam, yazmak istemiyorum” dedim ve kaçtım. Ama artık yazmak bir görev benim için. Tarihe benden de bir tanıklık eklensin.  
Patlamayla birlikte kortejin en önündeyken saniyeler içinde patlamanın olduğu yerde bulmuştum kendimi. TV yayını için hazırlık yaparken arkadaşlarımla ayrı ayrı yerlere dağılmıştık. Onlarca insanın yaşamını yitirmiş olduğu alanda kadınlar ellerini açmış haykırıyor, ağıt yakıyordu. Faillerin kim olduğunu biliyorlardı çünkü, hiç yabancı değildi onlara. Barış isteyen analar, yüz yıldır evlatlarının acısı içlerinde ur olmuş, yanıp tutuşuyordu. Olsun varsın, her şeye rağmen dillerinden dökülen tek sözcüktü barış.
 
VURMAYIN... İNSANLAR ÖLDÜ!
Gördüğüm manzara karşısında donup kaldığımı hatırlıyorum. Hiçbir şey yapamıyordum, hıçkıra hıçkıra ağlamak dışında. Önümde, arkamda, sağımda solumda yaralılar ve ölüler... Ben soğukkanlılığımı koruyamazken büyük bir soğukkanlılık vardı etrafta yardıma koşanlarda. “Bundan daha kötüsü olamaz” diye geçirdim içimden. Beni arayan herkese ağlayarak cevap veriyor, bir türlü sakinleşemiyordum. Bir anda ölü ve yararlıların içine doğru yürüyen bir çevik kuvvet ekibi geldi. İnsanlar büyük bir öfkeyle onlara doğru yönelirken ellerindeki demir copları kalkanlarına doğru vurduklarını hatırlıyorum. İnsanları korkutmak için üzerlerine yürüyor, onlara yönelen insanları itiyorlardı. Ben bağırıyordum. “Vurmayın, vurmayın! İnsanlar öldü, vurmayın...” 

YILGINLIK SEBEBİ OLMAMALI BU TANIKLIK
Alanda arkadaşlarla tekrar bir araya gelişimiz, kimler gidecek kimler kalacak diye konuşmamız, ben kalayım dememe rağmen Cem’in bana ısrarla “Hayır, sen git” demesi... Anlamıştı o da, iyi değildim. Hiçbirimiz iyi değildik. Gün boyu televizyon için yayın yapmaya çalışırken kendimi sorgulamıştım hep, yaşayan bir ölü gibiydim. Şoku atlatmaya çalıştıkça daha çok düşündüm; 80’li yıllarda doğmuştum. 12 Eylül’ü, 12 Eylül’e giden süreçleri kitaplardan okumuş, büyüklerimden dinlemiştim. 90’lı yıllarda bölgede yaşananları biliyordum, ama bu derece büyük bir katliama ilk elden tanık olmamıştım. Şimdi bir yılgınlık sebebi olmamalıydı bu tanıklık benim için. Dayanışmayla, paylaşarak daha da güçlenmeliydi birliktelik. Ortak oldukça daha kolay atlatılacaktı travmalar. 
Hastane önlerinde yaralı ailelerin, yaşamını yitirenlerin ailelerinin gösterdiği dayanışma örnek olmalıydı. Acıları eş olan Gökçen Dalmaç (Gökmen Dalmaç’ın ablası) ve Edge Tedik’in (Korkmaz Tedik’in ablası) güçlü sarılışları, 17 yaşındaki Güneş’in yaralı bir demiryolu çalışanına “Ben 17 yaşımdayım. Bana bu acıyı yaşatma” diyerek hayata tutundurmaya çalışması, kadınların dayanışma ruhunu, vazgeçmeyişini simgeliyordu. 
Babamı kaybettiğim zaman bir arkadaşım “İçinde 40 tane mum yanar. Yanan mumlar her geçen gün biraz daha azalır. Ama bir mum hiç sönmez, hep yanar” demişti. Şimdi içimde yüzlerce mum yanıyor. Ve o mumlar unutmamak, unutturmamak için hiç sönmeyecek. 

ÖNCEKİ HABER

YÖK’ten üniversitelere: Bilim yapın, ama önce haber verin

SONRAKİ HABER

Ben eski Nezihe değilim

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa