07 Kasım 2015 00:52

‘Toz Kadınları’nın Yazarı Hakkı Zariç: Yazdığım her şey şiirden besleniyor

Paylaş

Hakan GÜNGÖR
İstanbul

Şair Hakkı Zariç, son kitabı “Toz Kadınları”nda artık unutulmaya yüz tutmuş masumiyeti, hassasiyeti ve samimiyeti anlatıyor. Bazen şiire, bazen düz yazıya evrilen anlatımı ile dikkat çeken kitap “acele”nin içinde yitirilen hisler geçidi haline geliyor. Zariç, “Toz Kadınları”nda Bahar, Rüya, Yaprak, Özlem, Nehir, Sedef, Ayla, Menekşe, İpek, Reyhan, Yağmur ve Hayat Hanım’ı; kadınların dünyasını ve onların kırgınlıklarını kaleme alıyor. Zariç’le, kitabın yazılış sürecini ve hızlı olma kaygısı nedeniyle artık var olduğu bile unutulan hisleri konuştuk.

YABANCILAŞMANIN ÇILGIN SEYRİ

'Toz Kadınları'nın yazılış sürecinde neler yaşadınız?
Bir kentten bir kasabaya yolculuklar sürüp durdu yazım aşamasında. Defter ve dolmakalem yanımdan ayırmadığım yazı gereçlerimdi. Metin Altıok’tan ödünç alacak olursam “yerleşik yabancı” sürekli olarak sorular sordu yanıtlara. Yanıtlar yeni sorulara neden oldu. Bazen sabahın çok erken saatlerinde, bazen yolculuk esnasında, bazen olmadık bir yerde yazmaya oturduğumu anımsıyorum. Manisa da var sözcükleri yormak için; Kırşehir de, Salihli de, Darıca da. 

‘Nasılsın?’, ‘İyiyim!’ kadar yalandım” diyorsunuz. İnsanlar yalan söylemeye daha ilk kelimelerden mi başlıyor? 
Ne çiçekleri sulamaya, ne bir çocuğun gülüşüne ayıracak zamanımız var. Kaçıp saklanacağımızı sandığımız ayrım yabancılaşmanın ve insandan uzaklaşmanın çılgın seyri gibi. Yan yana iki ırmak gibi akıp gittiğimiz ilişkiler kısa mesajlardan ve sosyal medya paylaşımlarından besleniyor nicedir. Vicdan ya da onur adına bir şeyler demedikten sonra yazmanın da anlamı kalmıyor.

VEFALI VE ÖRGÜTLÜ OLMALIYIZ

Kısa mesajların, hızın, aciliyetin, yüzeyselliğin çağında kitaptaki hisler ve derinlik neye işaret ediyor? Yoğun hisler ve derinlikli ilişkiler hâlâ yerli yerinde duruyor mu?
Bu tamamen insanın kendisine bağlı bir durum. Verili olanı sömürüp onun istediği insan tipi olarak yaşamak istiyorsanız derinlik aramak zorunda değilsiniz. Bu durumda sizi ilgilendirecek şeylerin çizdiği sınırdan haberdar olmanız da gerekmez. Al ve sömür! Al ve tüket! Al ve bık! Her şeyde olduğu gibi ilişkilerin biçimini veren de emek sürecidir. Kısa mesaj atmak yerine mektup yazmayı tercih edenlerin başka bir ilişki biçimi yaşayacağına kuşkum yok. 

Kitapta Nedim’i, İsmail Dede Efendi’yi, Kadı Burhaneddin’i anıyorsunuz. Bu isimler günümüze dair neyi hatırlatıyor, ne söylüyor bize?
Kalbimizin orta yerinde patlatılan bombalar içli bir şarkının nakaratı gibi dolaşıp duruyor benliğimizde. Omuzladığımız tabutlardan avcumuzun içinde terleyen karanfillere, yakamıza astığımız arkadaşlarımızın fotoğraflarından ezberimizdeki mezar yerlerine kadar bizi kuşatan bu hayata karşı öfkeli, vefalı ve örgütlü olmalıyız. Bizden öncekilerin bizden sonrakilere bıraktığı mirası aktarmak da karşı gelmek için nedenlerimiz arasında sıcaklığını koruyor.

İNSANIN DURUŞU YAZDIKLARINA YÖN VERİYOR

İlk kitabınızla sonuncusunu karşılaştırdığınızda nasıl bir değişim görüyorsunuz?
Heyecan ve hız devam ettiriyor kendini. İlk kitabımı Güngör Gençay 1999 yılında basmıştı. Aradan geçen zaman ilk kitabın serüvenini azaltmadığı gibi coşkusunu sürdürerek devam ediyor içimde. Yazmakta olduğum, kafamda projesini tartışmaya devam ettiğim kitaplar okuduklarımdan ve yazdıklarımdan besleniyor kuşkusuz. İnsanın yaşadıkları ve hayata karşı duruşu yazdıklarına da yön veriyor. Buradan bakınca “Toz Kadınları” zamanın aylasına bir mim koymak için yayımlandı, diyebilirim. 

Çalışmalarınızda öykü, deneme, şiir nerede başlıyor, nerede bitiyor? Bu türler arasında sizin açınızdan keskin ayrımlar var mı?
Yazdığım her şey şiirden besleniyor aslında. Şiirin bana ve yazıya verdiği olanakları kullanarak yazıyorum. Şiir yazmak için oturuyorum kalemin defterin başına. Şiirin derinliği ve bıçkınlığı biçim veriyor tümcelere. Bunu engellemek ya da değiştirmek aklımdan bile geçmiyor. Yazılı metnin adını koymak, şiir, öykü ya da deneme demek okuyucunun bileceği bir şey. Metinler arası ayrımı ben kendi içimde yapıyorum, o da ayrı mesele.

ÖNCEKİ HABER

Kadro vaadi için gözler bakanlar kurulunda: Taşerona kadro tanıma kaldı!

SONRAKİ HABER

Emin Alper, ödüllü ikinci filmi ‘Abluka’yı anlattı: Gerçek hayatta abluka daha sert

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...