25 Ekim 2015 00:27

Oğlun yüzme bilseydi de kurtulamayacaktı

Paylaş

Fırat TURGUT

Eğitimden sağlığa, ulaşımdan elektriğe suya... Bir insanın ve her insanın hayatının her anında ve alanında var olan ve her anına ve alanına müdahale eden ve bu konuda sınırsız yetkisi olan bir yapı... Devlet... Daha doğrusu kapitalist devlet...

Devlet ve insan arasındaki ilişkinin kaçınılmaz olduğu, insana çocukluktan itibaren öğretilir. Bir çocuk doğar doğmaz, ailesi tarafından ‘kafa kağıdı’ çıkartılmak suretiyle devletle tanıştırılır. Sonrasında ise çocuğun ilk ciddi deneyimi, çocuk farkında olmasa dahi eğitim çağı geldiği zaman başlar... Ve yavaş yavaş çocuğa açık bir şekilde anlatılarak, bu ilişkinin boyutunu fark etmesi istenir. Bu ilişkiyi, devletin eğitim sistemi anlatır... Adını, ‘vatandaşlık’, ‘insan hakları’, ‘demokrasi’ gibi kelimelerin oluşturduğu bir kitabı sunarak anlatır... Üstelik devleti çok da masum göstererek anlatır... Bu ilkokul kitaplarında yazana göre devlet, ülkesinde yaşayan her vatandaştan sorumludur. Her vatandaşını yaşatır, yaşamını idame ettirebilmesi için her türlü imkanı yaratır. Tabii devletin bu sorumluluğu karşısında vatandaş da üzerine düşeni yapmak zorundadır... Mesela vatandaş olabilmenin en temel koşullarından biri vergi vermektir... Bu ilişkide iki tarafın da yapması gerekenlerin sayısı artar... Devletin eğitim sistemi iki tarafın da yaşayabilmesi için bunların gerekli olduğunu empoze eder...

ÇOCUK YETİŞKİN OLDU

Çocuk büyüdü diyelim... Bir yaştan sonra okumadı ya da okuyamadı, önemli değil... Ama nihayetinde yetişkin oldu. Ve o yetişkin çocuk hem kendi yaşamını devam ettirebilmek hem de normal koşullarda devletin bakmak zorunda olduğu ancak bakmadığı yaşlı anne ve babasına bakabilmek için bir madende çalışmaya başladı... Ermenek’te bir ocakta... Ve yetişkin çocuğun çalıştığı ocağı, patronun cebindeki şişkinlik daha fazla artsın diye alınmayan önlemler ve ihmaller nedeniyle su bastı. Ve çocuk 28 Ekim 2014 günü, 17 arkadaşıyla birlikte yaşamını yitirdi... Çocuk öldü ölmesine ama devlet ve insan ilişkisi gerek dava üzerinden gerekse çocuğun ailesi üzerinden ‘kirli’ bir şekilde devam etti ve ediyor...

ANNENİN SÖZLERİ BABANIN AYAKKABISI

18 işçinin yaşamını yitirdiği Ermenek Katliamı, belki de hafızalarda katliam sonrası karşılaştığımız iki görüntüyle yer edindi. Belki de çengel bulmacalarda “Karaman’ın bir ilçesi” sorusunu yanıtlarken kutucuklara “Ermenek” yazdığımızda, Tezcan Gökçe’nin annesi Ayşe Gökçe’nin, “Oğlum yüzme de bilmezdi, suyun içinde ne yaptı?” sorusu aklımıza geldi. Ya da babası Recep Gökçe’nin oğlunu uğurlarken giydiği yırtık lastik ayakkabısı...

DEVLETİN PARASI

İşte o vakit devlet, vatandaşıyla olan ilişkisini yine koydu ortaya... Önce, hayatını kaybeden madenci Tezcan Gökçe’nin babasına biri lastik olmak üzere iki çift ayakkabı alındığı basın yoluyla ilan edildi. Sonra söz konusu ilin valisi tarafından bu ‘yanlış düzeltilerek’ Gökçe’nin babasına kışlık ayakkabı yollandığı duyuruldu. Hem de valinin cebinden çıkan parayla... Yani devletin cebinden çıkan parayla...

ORTAYA ÇIKAN SORUNLAR

18 kişinin yaşamını yitirdiği bu katliam aslında birçok sorunu açığa çıkardı.
- Kâr hırsının, vatandaşın hayatına mal olduğu ve devletin buna göz yumduğu,
- ‘Kişi başı yıllık milli gelirin’ ikinci bir ayakkabıyı almaya yetmediği ve bunda devletin başrol oynadığı,
- Devletin, ‘bozulan imajını’, iş cinayetlerini ve yoksulluğu önleyerek değil, ucuz hareketlerle düzeltmeye çalıştığı... Aslında ayakkabıyı yenileyerek değil deliğini yamayarak...

SORUMLULUK ÜSTLENİLMEDİ

Nihayetinde devlet, yaşatmakla yükümlü olduğu ve yaşaması için her türlü imkanı sağlaması gerektiği vatandaşları (işçileri) yaşatamadı. Yaşatmak için her türlü imkanı sağlamadı. Devlet, yırtık ayakkabısını, “Kimseden bir şey isteyemem” şeklinde ‘yoksulluk gururuyla’ açıklayan Recep Amca’ya ayakkabı yolladığını basın yoluyla ilan ederek ‘zengin yüzsüzlüğü’ yaptı. Devlet, ağlamaktan göz yaşları tükenen Ayşe Teyze’nin kuruyan gözlerinin içine bakarak, “Senin oğlun yüzme bilseydi de kurtulamayacaktı” demedi. Ve devlet katliamdan ve sonrasında yaşananlardan sorumluluk payı çıkarmadı.
Yani? Yanisi şu ki devlet, hiçbir zaman ilkokul kitaplarında yazıldığı gibi masum olmadı. Yeni Ermenek’ler, Soma’lar yaşanmasın diye, her ay 150 civarında işçi ölmesin diye hesap vermedi. Sadece maden sahibinin değil, madende çalışan mühendislerin değil, “Bizde olsa iki günde çıkarırdık” diyenleri, maden katliamlarını 1800’lü yılların Avrupa’sında yaşanan katliamları örnek göstererek meşrulaştırmaya çalışanları yargılamadı. Bütün olarak devlet vatandaşı üzerindeki sorumluluğu yerine getirmedi.
Keza devletin eğitim sistemi de söz konusu devlet çıkarı (bu aynı zamanda zenginin çıkarıdır) olduğu takdirde her ne olursa olsun gerisinin teferruat olduğu ‘tek taraflı’ çıkar ilişkisinin bu iğrençliğinden bahsetmedi ve bahsedemez de... Keza devletin yargısı medyası vb. tüm organları da pratikte, vatandaş üzerine düşen sorumluluğu yerine getirirken, devletin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemesinden söz etmedi, etmez de... Zira sistem de kapitalist, devlet de...

ÖNCEKİ HABER

Bu cumartesi yıka başımı ve giydir beni

SONRAKİ HABER

82. ilde evkafın su meselesi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...