25 Ekim 2015 01:00

Orhan Alkaya: Diptekiler, dipte kalmaya mahkum değildir

İstanbul Şehir Tiyatroları, Maksim Gorki’nin büyük eseri Ayaktakımı Arasında’yı Orhan Alkaya rejisiyle sahneye taşıyor. Diptekilerin hikayesini Orhan Alkaya’yla konuştuk. Orhan Alkaya’nın yönettiği Ayaktakımı Arasında oyununun kadrosunu Ahmet Özaslan, Ali Gökmen Altuğ, Buket Yanmaz Kubilay, Çağlar Polat, Emrah Özertem, İrem Erkaya, Kutay Kırşehirlioğlu, Mazlum Kiper, Mehmet Avdan, Mert Tanık, Rıdvan Çelebi, Semah Tuğsel, Serdar Orçin, Şirin Kılavuz, Tuğrul Arsever, Yeşim Koçak ve Yılmaz Meydaneri oluşturuyor.

Paylaş

Devrim ACAROĞLU

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Maksim Gorki’nin büyük eseri Ayaktakımı Arasında’yı Orhan Alkaya rejisiyle sahneye taşıyor bu sezon. Rusya’da devrimin ayak seslerinin duyulmaya başladığı bir tarihsel dönemeçte içine sürüklendikleri büyük yoksullukla baş etmeye çalışan diptekilerin sert, sarsıcı, gerçek hikayesi Ayaktakımı Arasında.
Yönetmen Orhan Alkaya’yla, nihayet sahneye koyarak sonlandırdığı ukdesini, Ayaktakımı Arasında’yı konuştuk.

Oyunun broşüründe, Ayaktakımı Arasında’yı yapmanın içinizde bir ukde olduğundan bahsetmişsiniz. Neden bu kadar önemliydi bu oyun sizin için?
Ayaktakımı Arasında 1902’de yazıldı. İlk oyunu Küçük Burjuvalar’daki seyirci yenilgisinin üzerine, çok iyi tanıdığı insanların hikayelerini anlatmış bu oyunda ve kısa zamanda yazmış Gorki.  Konstantin Stanislavski bu oyunu büyük bir heyecanla sahneye koymuş. Bu tarihsel dilimi ben çok önemsiyorum. Çünkü 1905 hareketine ve oradan 1917 Devrimine giden sürecin hemen öncesi. Bütün Çehov oyunları da bu dönemin içinde yazılmıştır. Çok büyük bir sosyal formasyon değişimi olurken insanın alışkanlıkları yer değiştirir, o değişimin içerisinde kimi düşen kimi yükselen insan hikayeleri ortaya çıkar... Bütün bunlar beni her zaman çok ilgilendirdi.  Oyunda 17 karakter ve hepsinin başlı başına hikayesi var. 17 ayrı karakter, hikayesini birleştirerek her rolü başrol haline getirmiş Maksim Gorki. Bu dünya tiyatro edebiyatında bilebildiğim en uç örneklerden. Her karakterin derinlemesine irdelendiği nadir örneklerden...
’90’ların ortalarında, bu oyunu yapmaya ilk niyet ettiğimde, çok sevdiğim dostum Mehmet Ulusoy da bu oyunu -üstelik bizim tiyatroda- yapmak istedi. Ben de ona bıraktım. Gerçi Mehmet de yapamadı, kaldı. Hep bir ukteydi benim için bu işi yapmak. Yaptım. Sırada Yaz Misafirleri var.

Yüzyıldan fazla zaman geçtikten sonra neden, nasıl hâlâ güncel?
1905 senesinde Rusya’da grevde olan işçi sayısı 1 milyonun üzerinde ve bu İngilteredeki örgütlü işçi sınıfının tamamından fazla bir rakam. Vahşi kapitalizmin hüküm sürdüğü bir dönem. Biz aslında Vâlâ Nureddin’e saygı duyarak onun isim dönüştürümünü sürdürüyoruz ama oyunun orjinal adı “Diptekiler” daha doğru bir isim. Her biri aslında iş güç sahibi, hayatı kendi başına kurabilecek yeteneğe sahip olmasına rağmen dibe sürüklenmiş insanların hikayesi bu. Ekonomik büyüme adına insan haklarının alabildiğine ihlal edildiği, çalışma koşullarının vahşileştirildiği bir dönemin dibe yuvarlanmış insanların sahici hikayeleri. Bu açıdan belki güncelliğini uzun bir süre yitirmeyecek. Zaten klasikler temel olandan, arketipten bahsettikleri için klasik oluyorlar. Değişenin içindeki değişmeyeni anlatmaları onları klasik haline getiriyor.

YETER Kİ SOKAĞIN SESİNE KULAK VERSİNLER

Rusya büyük bir yoksulluğun, yılgınlığın, umutsuzluğun, zifiri karanlığın içinden bir devrim çıkardı. Türkiye toplumunun da umutsuzluğa kapılmak için çok fazla nedeni var. Bu açıdan bir paralellik kurabilir miyiz o dönem Rusyası’yla kendi güncelliğimiz arasında?
Paul Eluard, “Hiçbir zaman bütünüyle karanlık değildir gece” der. Ben o kadar karanlık bir zaman içinde olduğumuzu düşünmüyorum ve kabul etmiyorum. Sadece insanlık tarihi içinde çokça yaşanmış olan; egemen gücün, abartılı suçlarını örtmek için abartılı suçlar işlediği bir dönemi yaşıyoruz.
Biz Nurullah Tuncer’le sahneyi tasarlarken dibin dibini bulmayı hedefledik. Seyircinin görebileceği en alt noktayı hedefledik ki orada ışık olmasın ve diptekilerin hikayesi birbirine çarpa çarpa sürsün. Sonunda olmayan yerden bile bir ışık çıksın. Kemal Yiğitcan o ışığı buldu tasarımda. Biz sofitanın aşağısına gömdük oyunun oynandığı alanı, yani bir dekorun içine değil, düpedüz sahneye. Orkestra çukurunu ve kulisi de kullandık. O ışık finalde Satin’in sokağa çıkışıyla kendisini ortaya koysun istedik.
Hiçbir zaman ümitsizlik insanı teslim alacak kadar güçlü değildir, insan ümitsizliğe teslim olacak kadar güçsüz olmadığı sürece. Madem yaşamak için en kötü anda bile bir imkan buluyorsun kendine, o zaman sokağa çıkmak için de bir imkanın var. Bu nedenle oyun boyunca sokağın sesini duyurduk. Her iki perdenin açılışında gölgeler yürüyor. Gülay Yiğitcan’ın harika tasarımıdır bu gölgeler ve hep dışarıdan sesler geliyor. Hiçbir zaman oyunu, oynanan alandan ibaret kılmadık. Dışarda yaşanan hayatı seyrciye duyurmayı seçtik. Bu da bizim dramaturjimizin temeli oldu. Gorki’nin metnine yaptığım en önemli yorum,- Gorki ile ruhsal bir bağdaşıklığım olduğunu düşündüğüm ve bu nedenle onayladığına inandığım- finali de kapsayan bu hipermetin oldu. Dışarıda bir hayat var ve o hayat akarken Diptekiler o hayata her an temas edebilir. Bu ihtimali göstermek istedim başından sonuna kadar. Finalde de Satin’i sokağa gönderdim. Klasikler bu yüzden değerli. Yorumlanabildikleri için.
Ayaktakımı ya da Diptekiler, dipte kalmaya mahkum değildir. Yeter ki sokağın sesine kulak versinler.

Son sahnede sokaktan devrimciler geçiyor, yanılıyor muyum?
Evet, 1900’ler Rusya’sında devrimciler geçiyor.

HAYAT DEVAM EDİYOR…

“Yüreğinde kanun olan adam iyidir” diyor....
“Bizde kanun Kur’an’dır” diyor sonra da Tatar. Kleşç İncil, diyor, Satin ise Gerçek diyor. Ben, senin etkilendiğin bu laftan hareketle kolu ezilmiş, dolayısıyla muhtemelen aç kalacak olan hamal Tatar’ın inatla bir perde boyunca dans etmesini istedim. Hayata ve eşsiz bir prova vererek düşüncemi bütünleyen Emrah Özerten’e teşekkür ederim. Tatarın dansının nedeni işte o inadı. Teslim olmuyor. Belki Gorki’yi çok iyi tanıdığım için, belki bütün hayatımı bir mücadelenin içinde geçirdiğim için, belki de sadece bir yorumcu olarak bu oyunu izleyecek herkese “Hayat devam ediyor, siz de devam edin” demek istedim.
İntihar etmeye karar vermiş aktör hayatına son vermezden az önce Tatar’dan dans öğrenmeye çalışması da bu dramaturjinin hipermetni.  İntihara o an karar verilmez, önceden uzun bir hazırlığı vardır. Temel içgüdüye meydan okumadır intihar. İnsan yaşamının bir anlamı varsa o ancak hayata bizim verebileceğimiz anlamdır, biz o anlamı vermezsek kalıpların dışında bir anlamı yoktur hayatın. En büyük derdimiz hepimizin hayattan çok fazla beklentimizin olması. Onun yerine kendimizden bir şey beklesek meseleyi halledeceğiz belki de.

GORKİ YAŞAR KEMAL GİBİ BİR ADAM

Gorki ile ruh bağdaşıklığım var dediniz...
İlk okuduğum Gorki’leri evden çıkartıp ekibe gösterdim. Mustafa Nihat Özön, Haydar Rıfat çevirileri, 1930’lar. Ailesinin evinde kütüphane olan herkes gibi ben de Gorki’yle çok erken tanıştım. “Foma Gordeyev” çok etkiledi beni. Klim Samgin sonra. Elbette Ana. Pavel, Prens Mişkin gibi, hayatımdaki 5-6 etkin roman kahramanından biridir. Zamanında yayımlanmış tek cildini okumuştum, tamamını okuyamamıştım. Evrensel basmış, gönderdi arkadaşlar. Şimdi iş güç bitti rahatladım, Klim Samgin’i bir daha okuyacağım. Rus Edebiyatına zaten büyük sevgim, merakım var. Çünkü çok büyük, olağanüstü. Gogol, Puşkin, Lermontov, Tolstoy... Dostoyevski ki o hepsinin ötesindedir. Prens Mişkin karakterini yazan adam benim için çok çok özeldir. En son İlya Ehrenburg’u çok önemserim.
Gorki, Yaşar Kemal gibi bir adam. Anın desimetrekaresini görüp okuyor. Hiçbir görselliğin olmadığı, fotografın, filmin olmadığı bir zamanda, aynen Homeros gibi, Yaşar Kemal gibi, Borges gibi, anı gözünün önünde sinematografik olarak canlandırıyor. Dostoyevski kadar derin bir psikanaliz yok belki Gorki’de ama sana o psikanalizi yapma imkanı tanıyor daima. Gorki benim için çocukluğumda gözümün önünde canlanan sayısız fotoğraf. Çocukluğum, Ekmeğimi Kazanırken, Benim Üniversitelerim Gorki. “Bir şey yapmak istiyorsan bana bak, ben sana her şeyi anlatacağım” diyen bir ağabey gibi.

ÖNCEKİ HABER

Kaldığı yerden devam mı, yeni bir sayfa mı?

SONRAKİ HABER

Yargı ‘iş cinayeti’ dedi, patron parayla kurtuldu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...