20 Ekim 2015 00:49

Korkmuyoruz çünkü...

Paylaş

Birkan BULUT
Ankara

Hangisini yazmalıyım? Türkiye tarihinin en büyük katliamının ardından ne yazacağını düşünmek zor. Çünkü o kadar çok şey var ki yazılacak. Yüzü aşkın insanın ölümü, arkalarında bıraktıkları hikayeleri, umutları, davaları, yaralılar, sakat kalanlar, yaşanmışlıklar ve yaşanmamışlıklar, utanmadan karşına çıkıp gülen bakanlar, polisler, tribünlerden yuhalayanlar... On binlerce insanın yoldaşlarının, ailesinin, arkadaşlarının, komşusunun bir anda gidişi... Saymakla bitmiyor. Defalarca arkadaşlarımdan bombanın nasıl patladığını dinledim ancak bombanın uzağında olan bir insan olarak patlama anını yazarak haddimi aşmayacağım. Yoldaşlarını kollarında yitirenlerin, ömür boyu vücudunda şarapnel parçası taşıyacak olanların, halen yoğun bakımda olup annesini yitiren 15 yaşındaki Özden’in, kolunu bacağını o kanlı meydanda bırakanların, anaların ve nicelerinin acısını ne yapsak da onlar kadar anlayamayacağız. Ancak yıllardır akan bu kan ve gözyaşını durdurmak için acıları paylaşmamız, öfkemizi birleşik bir güce dönüştürmemiz gerekiyor. Anlayan çıkacaktır, insanlık ölmedi ya.

GÖZYAŞI ÇALINANLARIN ÜLKESİ

İnsanlık demişken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan tutun da miting alanından ayrılırken yanımızdan geçen otobüsün içindeki sırıtışını gördüğümüz polise kadar bu katliamın sorumlularına ve tüm ortaklarına insanlığı anlatma derdine düşecek kadar saf değiliz. Ancak maç sırasında katliam nedeniyle saygı duruşunda bulunanları tekbir getirip yuhalayanların, “Onlar kendini patlatmıştır” diyecek kadar şuursuzlaşanların olduğu bir ülkede birkaç söz yazmak gerekiyor.

EMEP GYK Üyesi Korkmaz Tedik, partisi tarafından görkemli bir törenle uğurlanırken mezarlıkta bir annenin söyledikleri hepimize insanlığı öğretiyor. Tedik’in yanındaki mezara ailesiyle birlikte gelen bir anne şöyle ağıt yakıyor: “Onları gördükten sonra ben sana nasıl üzüleyim?” Kürt halkına yönelik 30 yıldır devam eden kirli savaşta ölen on binlerce insan bir yana aylardır yüzlerce insan öldürüldü. Tarihin birçok eli kanlı diktatörüne parmak ısırtacak vahşetlere imza atıldı. O annenin ağıtında duyduğumuz gibi bu ülkede insanların gözyaşı çalındı! Kutuplaşma işte bu kadar derin: Kendi ölüsüne üzülmeye utananlar ve yüzlerce insanı katledip sırıtanlar!
Ancak savaş bitmiş değil. Devlet, batıda yıllardır görülmeyen ve “ama”yla başlayan cümlelerle anlatılan Kürdistan’da halen çocukları öldürmeye devam ediyor. Hem de toplu bir katliamda değil. Hedef gözeterek, infaz ederek, bilinçle, göstere göstere. Kimileri geçtiğimiz günlerde katledilen 12 yaşındaki Helin’i duymadı bile. İktidar şimdi de gözünü Kürt halkına uzatılan barış eline dikmiş durumda. Suruç’ta, Ankara’da patlatılan canlı bombalarla yıllardır eşit ve kardeşçe yaşamasına izin vermediği halkları ölümle terbiye etmeye çalışıyor.

HALKINA İHANET EDENİN KORKUSU

Peki bu halk ölümle, katliamlarla korkutulabilir, terbiye edilebilir mi? Ankara katliamından bir gün sonra yine gar önüne gittik. Sendikalar, meslek örgütleri katliamın olduğu yere karanfiller bırakacaktı. Ancak polis “Valilikten talimat geldi” bahanesiyle kimsenin girişine izin vermeyerek -sonraki günlerde büyükelçilerden Başbakana ve 4 gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kadar herkes girdi- barikat kurdu. Girmekte ısrar eden 70-80 kişi vardı. Öfkeliydiler, yastaydılar. Onların katbekat fazlası polis vardı. Barikatın arkasındaki polislerden biri dikkatimi çekti. Tam önümdeydi. Yas tutmasına izin verilmeyen vatandaşlar bile sakinleşmişken o panik halindeydi. Sürekli terliyor, fal taşı gibi açılmış gözlerinin etrafı sürekli kolaçan etmesine hakim olamıyor, korkudan titreyerek sürekli sağına soluna bakıyordu. Bunun neredeyse 20 dakika kadar sürdüğünü gördüm. Ayrılmadan önce daha da yaklaşıp fotoğrafını çektim. Paniği daha da artmıştı, vücudu artık titremiyor, sarsılıyordu.

EMEL KİTAPÇI’NIN BAKIŞLARI

Bir gün sonra yine gar önündeyim. Bu kez bir cenaze için. Katliamda yaşamını yitiren demir yolu emekçilerinden Ali Kitapçı, işyerinden son yolculuğuna uğurlanacak. Rayların hemen yanında yapılan tören öyle kalabalıkki yürümekte zorlanıyoruz. Ön tarafa ulaştığımızda gördüğümüz tablo bizi şaşırtıyor. Diğer cenazelerde alışageldiğimiz -maalesef alışageldiğimiz- gibi feryat figan ağlayan, ağıt yakan bir kadın değil karşımızdaki. Oğlunu hiç bırakmayacak gibi kanatları altına almış ve öfkeli gözlerini çok uzaklara mıhlamış bir kadın gördüğümüz. “Gözyaşı dökmeyeceğim” diyor ve oğlunu da bu yönde telkin ediyor. Sonraki günlerde sosyal medyada Reuters Foto Muhabiri Ümit Bektaş’ın fotoğrafıyla yaygınlaşacak olan Ali Kitapçı’nın eşi Emel Kitapçı’nın bakışları, öfkemizi öyle net ortaya koyuyor ki! Bu ülkede barış, eşitlik, kardeşlik, özgürlük isteyenlerin öfkesi Emel Kitapçı’nın bakışlarında vücut buluyor. “Yoldaşımı uğurluyorum” dediği hayat arkadaşını uğurlayan Kitapçı’nın gözleri, iktidarını kan ve gözyaşı üstüne kuranlara tokat gibi bir cevap veriyor: Korkmuyoruz! Ancak saraylarında kuş tüylü yastıklara başını koyanların uykusunu kaçıracak ve kaybedecekleri çok şey var.

ÖNCEKİ HABER

Bayrak kızılını çekmeye gittim ama kan kırmızısı çektirdiler...

SONRAKİ HABER

‘Doğudan batıya kol kola yürüyeceğiz’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa