13 Ekim 2015 00:29

Seni bekleyeceğim Sennur Abla

Enver Enli, kaçak yaşamak zorunda kaldığı yıllarda şiirlerini Ankara’dan Sennur Sezer’e imzasız mektuplarla ulaştırır. Enli’nin beklediği cevaplar, Sennur Sezer’in gazetedeki köşesinden gelir. Üstelik Sezer genç şaire mahlas takar; Çetin Utku.

Paylaş

Enver ENLİ
Mannheim

Onunla zorlu bir süreçte tanışmıştım. Firardım, bölgede Hizbullah operasyonları başlayınca Ankara’ya atmıştım kendimi, Ankaranın soğuk ve buzlu havası karşılamıştı beni. Hiç unutmam otobüsten ayağımı yere basar basmaz kıç üstü düşmüştüm yere. Biz Çukurovalılar pek alışık değilizdir böylesi buzlu yollara.  
Hava çok soğuktu, bir yandan sürekli evde beklemek canımı acıtıyordu, hiç bir işe yaramıyor duygusuyla dolup taşıyordum. Yazmak ve okumaktan başka seçenek yoktu. 
Yazdıklarımı evde yalnız olduğum zamanlarda yüksek sesle okuyup kontrol ediyor düzeltmem gereken yerleri düzeltiyordum.
Firar yaşamak o dönemler çok zordu. Ülke hareketli, baskılar alabildiğine yoğun, Cezaevlerinde katliamlar, gözaltında kayıplar vb. baskılar oldukça fazla... 
Bu arada fırsat buldukça eşimle de kontağı kesmemeye çalışıyordum. Elime para geçtikçe arıyordum kulübelerinden. Bütün bu olumsuzluklara rağmen yine de yazmaktan vazgeçmedim. Fakat artık yazdıklarımı kendime okumam yetmiyordu, yazdıklarımın bir usta tarfından okunması istiyordum. Kendime çok yakın hissettiğim ve tam da mücadelenin içerisinde olan sözünü budaktan esirgemeyen Sennur Sezer’e yazmaya karar verdim. 

‘BELKİ BİR DUT AĞACI GÖRÜRÜM. 
ÖYKÜSÜNÜ ANLATIR BANA’

Uzunca bir mektup hazırladım bütün acemiliğimle, heyecanla, doldurdum zarfı şiirlerim ve mektupla isimsiz imzasız bir mektup, başka türlü olamazdı zaten, Kızılay’dan attım postaya gazetenin adresine... Bekliyorum artık heyecanla her gün gazete de gözlerim, fazla sürmedi bir hafta sonra kültür sanat sayfasındaki köşesinde şöyle sesleniyordu bana; 
“Ne güzeldir yollarda olmak...
... 
Yazmaya niyetiniz varsa, okumayı artırın. Sonra okuduklarınızı didiklemeye başlayın. Bir yandan da yazın. Sonra yazdıklarınızı yargılayın. Ama  Aferin bana, neler de yazarmışım  diye değil...
Ben yollara düşeceğim, o yüzden tedirginim. Okuyup yazmam zorlaşacak. Ama bir yandan da bir umudum var, belki bir dut ağacı görürüm. Öyküsünü anlatır bana.”
Sevinçten uçmuştum havalara, işte buydu gerçek ozan gerçek aydın, yanıltmamıştı beni zaten “değer gördüğün bir şey görürüsen gazetemizden cevap verirsin” diye de yazmıştım aynen öyle yapmıştı. Çok mutluydum... 
Yeniden ikinci bir mektup yazdım. hem teşekkür ettim, hem de yeni şiirler gönderdim.  

‘ÇETİN UTKU YENİDEN YAZMALI SEZON’U’
İkinci mektuba da cevap fazla sürmedi, aynı köşesinden sesleniyordu bana;
“Sezon
Sezon sözünü pek sevdiğim söylenemez. Yabancı bir sözcük olduğundan değil yalnızca. Eski bir işçi olan annemin, işsizlik dönemini anlatan  mort sezon/ölü mevsim  deyimini hüzünle anısını anımsattığından. O dönemde trikotaj atölyeleri, işlerin az olduğu ya da üretimin tüketildiği dönemleri böyle adlandırır, işçileri zorunlu ücretsiz izne çıkarırmış. Yalnızca, başka işyerine gitmesini engellemek için, çok çalışkan işçilerine -o da galiba tam yevmiye ile değil-, iş verirlermiş. Bugünden pek farklı değilmiş, değil mi, altmış yıl öncesi.. Belki de her şey bu kadar laçka değilmiş.
...
Ben yollara düştüm, gözelerden sular içtim, dut ağaçlarından öyküler dinledim, öyküler biriktirdim. Mektuplar aldım. Çetin adlı bir arkadaşım var. Soyadı Utku galiba. Bana bir şiirini göndermiş. Şiirin adı Sezon. Biçerdöğer operatörlerini anlatıyor. Onların işi bitip geri döndüklerinde, mevsimlik işçilerin işleri başlıyor. Pamuk işçilerinin. Şiirin anlatım planı çok heyecanlandırdı beni. Ama şiir değil. Düz yazıyla anlatılsaydı acaba daha mı etkili olurdu?
Benim belleğimde işli çaydanlıklardaki taze demlenmiş çay kokusu, taze şağılmış süt kokusuna karışıyor. Torosların eteğine inmeye hazır bir esmer delikanlı geliyor gözlerimin önüne. Kasketini fiyakalı fiyakalı itmiş alnına, tişörtünün düğmeli yakası açık. Tek gün geçmiş gibi gelir köyünden ayrılalı... Sanki önünde pamuk tarlaları uzanmaktadır. Pamuk işçilerinin çok yakından tanıdığı günlerini anımsamaktadır. Bir film yapılabilir bu öyküden. (Yılmaz yazabilirdi, ya da oynardı operatörlerden birini) Söylemeliyim Çetin Utku’ya yeniden yazmalı Sezon’u.”
Bu cevap daha da onurlandırmıştı beni.

‘ÖLÜM YAKIŞMAZ BU İNSAN GÜZELLERİNE’
Bir gün kaldığım apartmanın girişinde bir afiş gördüm. Hemen yakınımdaki bir ilkokulda Fakir Baykurt anması yapılacaktı ve konuklar Sennur Abla ve Adnan abi idi. Çok sevindim hemen anmanın yapılacağı okula gittim, en ön sıradaydı Sennur Abla ve Adnan Abi. Utana sıkıla yanlarına  gittim. Sennur Abla’nın bana verdiği isimle “ben Çetin Utku” deyince, Sennur Abla tereddütsüz ayağa kalktı ve sarıldı boynuma. 
Hiç unutamadığım bir andır sanki yıllardır birbirini iyi tanıyan dostlar gibi, bir yandan Adnan Abi’ye beni gösteriyor “Adnan bak Çetin gelmiş” diyor, Adnan Abi’nin sevinci ve şevkatı daha bir başka tabii, orada yabancı olmadığımız anladım birbirimize, evet biz aynın dünyanın yolcuları yoldaşlık duygusunu en üst düzeyde yaşıyorduk. İyi ki sosyalist olmuşum dedim orada, ölsem de gam yemezdim artık, kısa bir sohbet sonunda yurtdışına çıkacağımı söyleyince “kontağı kesmeyelim bir şekilde yazışalım” diye tembihlerde bulundu her iksi de ve sonrasında ayrıldık...
Sennur Abla’nın eksikliğini hepimiz hissedeceğiz. Ölüm yakışmaz ki bu insan güzeline. Anılarını mücadelemizde sonsuza dek yaşatacağız, işçiler emekçiler kadınlar ve gençler arasında ilmik ilmik örerken yaşamı, Sennur Abla hep gülümseyecek 
Kimbilir o Hasan Keyf’in gün batımlarından el edecek, ben Seyhan’a ağıt yakarken. Çukurovalı bir bıçkın delikanlı of çekerken sevdasına, en hüzünlü dizesinde diriltecek umudu yaşamın....
Seni bekleyeceğim Sennur Abla umut kokan gülümseyişinle....

ÖNCEKİ HABER

Elbasan Arena'da ikinci perde

SONRAKİ HABER

Transatlantik Anlaşması ve sığınmacılar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...