10 Ekim 2015 00:50

İnandığı dünya için inanmadığı dünyaya kafa tutan şair: Sennur Sezer

Paylaş

Cenk GÜNDOĞDU

Ortaya konulan sanat eserini hiç kuşkusuz hayattan ayırıp okuyamayız. Sosyal ya da siyasi olaylardan, toplumsal hareketlenmelerden bağımsız bir metni, bir sanat eserini irdelemek sanat nesnesini fetişleştirirken yanlış ve yanlı okumamıza ve eksik bir yere varmamıza sebep olur. İşte sosyolojik ortamdan, hayattan bağımsız bir metni okumamız nasıl ki büyük eksik ise sanat eserinin ortaya çıkışını da aynı düzeyde hayatın içinde aramalıyız. Önceki yüzyıllarda hayat koşullarının ürettirdiği çok önemsenen ve fakat bugün okurda ve yazarda pek bir karşılığı olmayan edebiyat türlerinden biri gezi ise bir diğeri form değiştiren mektuptur. Evvelden şehirleri, uzak ülkeleri, iklimleri şairin gözüyle, büyülü diliyle dinlemek ve tasavvur etmek isteyen insanlar bugün cep telefonundan bir tuşla oraya dair videolardan, yemek fotoğraflarından halk oyunlarına, hayatın ısısından güneşin batışına... hemen her şeyi canlı kameraların da eşliğinde izleyerek öğrenebiliyor. İşte Goethe’nin İtalya Seyahati’ni merak eden bir Alman ya da Puşkin’in Erzurum Yolculuğu’nu bekleyen bir Sibiryalı yok artık. Bugün teknolojik gelişmeler ve hemen her şeye erişirliğin kolaylığındaki zamanın insanları olarak şairin diline, gözüne, sözcüklerine ihtiyaç duymadığımızdan  geçmişte hayatın ihtiyaçlarından doğan bir edebiyat türü olan gezi yazıları artık ölüyor. Hatta öldü de haberimiz olsun. Yine bir iletişim olmanın yanı sıra bir edebi tür olarak da hayatımızdaki mektup da güncel ve teknolojik gelişmelerle önce hayattan sonra da ağır ağır edebiyattan çekilmeye durdu.  

YAŞAYAN YA DA YAŞAMAYAN PEK ÇOK İSME GAZETEDEN SESLENİRDİ

İşte geçmişte şairlerin birbirleriyle mektuplaşmaları üzerinden kavgalarını, aşklarını, ihtiraslarını, iç dünyalarını, ruhsal çatışmalarını, sosyolojik ortamı, aile hayatını, edebiyatını oluşturma halini, kelimelerin kanının nasıl aktığını bildiğimiz tür de bugün hem etkin hem de ilgi çekici değil. Şairler arasında mektuplaşma ve bu yazışmaların kitaplaşması neredeyse hiç kalmadı dediğimiz bugünlerde Perşembe Mektupları adıyla Şair Sennur Sezer’in 4 yıldır her perşembe günü  Evrensel gazetesinden şair, yazar, ressamlara seslendiği yazıları dolaşıma girdi. Tanpınar’dan Gonca Özmen’e kadar yaşayan ya da yaşamayan pek çok isme gazeteden seslendiği içten açık mektuplar. Hemen herkese karşı hitabı, üslubu ve içeriği farklı olan ve Sezer’in samimiyeti, edebiyata, sanata dair fikirleri ve güncel meselelere bakışını gördüğümüz bu mektuplar, sadece muhatabına seslenmiyor bu anlamda da. Elbette muhatabına seslenirken dili, üslubu ile edebi bir zevk verdiği okura da edebiyat ortamındaki olayları, ilişkileri ve gelişmeleri ders çıkaracağı, tepeden bakmayan içten bir yaklaşımla aktarır.
Bu mektuplarda şair, yazar, entelektüel bir imza kadar emekçi, anne, yürekli, merhametli, vicdanlı bir insanın samimi sesini her kelimede hissederiz. Tanpınar’a özlemini dile getirirken duygularını saklamayan, 16 yaşındaki genç kızlığında Abdullah Efendi’nin rüyalarına nasıl özendiğini ortaya koyan; Akif’e korkarım inanmadığınız konulara sizi siper edecekler derken karanlık zihinlerin kurmak istediği dünya için fütursuzluğunu tedirginliğiyle paylaşan; Kemal Tahir’e anılarının ve hayatının hakikati için teşekkür ederken çiğleşen ve sessizleşen insanlara ‘höst’ demesini dileyen; Yaşar Nezihe’ye hayatına ve mücadelesine saygısını sunarken kızıl güller şiirinizin anlamını saptırmaya çalışıyorlar diye hatırlatıp abla demek isteyen; Sait Faik’e sen bir kuşun tüylerinin kokusundan insanı merhamete çağıran bir güzellik duyan yazarsın derken ustam diye seslenen; Cevdet Kudret’e bugünkü sevgisizliği, yozlaşmayı var eden ayrıştırıcı dilin sahibi muhafazakâra sanat algısını ortaya koyan ideolojik siyaseti eleştirirken özlemini paylaşan; genç şairlere, ‘genç’ sıfatını özleyeceğiniz günler gelecek diye yaklaşırken yaşadığı olayları ve tecrübesini tepeden bakmadan, hakikatli bir dille aktarıp ders vermeden mesajı alana bırakan bir Sennur Sezer var.   

ŞİİRİNDEN HAYATI, HAYATINDAN ŞİİRİ FARKLI DEĞİLDİR

Yukarıdaki girizgaha, kısa süre önce Bursa’da Dünya Barış Günü’nde birlikte iki gün geçirdiğimiz Sennur Sezer’den ayrıldıktan sonra mektuplardan oluşan kitabı vesilesiyle ona bir mektup yazmak için başlamıştım. Mektupları üzerinden söyleşi yapacağımızı konuştuğumuz Sezer’e, kitabında seslendiği genç şairlerden de birer mektup isteyerek de sürpriz yapacaktık. Ancak o bize fena bir sürpriz yaptı. Bazı insanlar hayatıyla şiir yazar ve şiirinden hayatı, hayatından şiiri farklı değildir. İşte o imzalardan biridir Sennur Sezer. Bütün hayatını ve sanatını ezilenlere, yokluğa, kırıma, baskıya, zorbalığa, horlananlara, emekçilere bir mücadele olarak ortaya koyan Sennur Sezer, inandığı dünya için inanmadığı dünyaya kafa tutan yürekli bir şairdir. Gecekondu’dan (1958)  İzi Kalsın’a (2011) ve dergilerde okuduğumuz son şiirlerine kadar hep aynı coşku ve inançla yaşadığı zamana tanıklığını ‘hayır’ diyerek, alanlarda, meydanlarda, dergilerde, gazetelerde, kitaplarda görürüz.  
Şimdi bunca baskı ve savaş tamtamları arasında meydanlarda ‘hayır’ diyen, şiirlerinde barışı savunan, yazılarında kardeşliğe davet eden, insanı, insanca yaşamı savunan bir çift gözü gülümserken ve daima direnirken hatırlayacağız, son kitabında “Karşı koy haksızlığa, izi kalsın” dediği gibi izi kalacak.

ÖNCEKİ HABER

‘Kar ansızın basar’

SONRAKİ HABER

‘Normal’ olana tepki vermemek tuhaf değil mi?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...