23 Eylül 2015 00:54

Ya statü verilsin ya kapılar açılsın

Paylaş

Ercüment AKDENİZ
Edirne

Denizdeki toplu ölümler, mültecilerin yönünü kara yoluna çevirdi. Trakya’ya uzanan E-80 kara yolunda çileli yüŕüyüş devam ediyor. Çantalarını sırtlamış iki gencin önünde aracımızı durduruyoruz. Su ve sigara isteyen gençler Suriyeli. Bize dermansız ayaklarını gösteriyorlar. Durum gerçekten feci. Yine de arkalarına bakmadan yürüyorlar. Arkalarında viran olmuş Suriye ve barışa dair tüm umutların tükendiği bıktırıcı bir iç savaş var. Statüsüz “misafir”ler olarak yaşadıkları Türkiye’den kurtulmaya da 50 kilometreleri var. Onlarla vedalaşıp Edirne’ye doğru yola devam ediyoruz.

‘KAPI AÇILACAK BAŞKA YOLU YOK’
Gündüz kızgın güneşe, gece kulak kesen ayaza rağmen yürümeye devam eden mültecileri bu yolun sonunda ne yazık ki mutlu bir son beklemiyor. Zira Kapıkule’de sınır kapısı kapatılmış ve kara yoluna yığılan mülteciler, zorla Edirne’ye getirilmişler. “Umuda yolculuğa” çıkanlar için, kapatılmış bir sınır kapısı, giyotin darbesinden farksızmış, bunu anlamış olduk. Geride evlerini, yurtlarını bırakmış, denizde çocuklarını kaybetmiş bu çileli insanların umuttan başka sarılacak bir şeyleri kalmadı çünkü. O yüzden karton dövizlere; “Abürun le ekser” yani “Sınır kapısı geçilecek, başka yolu yok” diye yazmışlar. “Karadan izin vermezlerse mecburen denize döneriz, bu da onların vebali olsun” diyen sitemkar sözleri de bu yüzden.
Hükümet sözcüleri; “Bize kalsa onları uçaklarla göndeririz ama Avrupa’dan böyle bir talep yok” diyor. Oysa ki Makedonya, Sırbistan, Macaristan ve Avusturya sınırlarında da benzer yığılmalar yaşanmış ve zor da olsa sınır kapıları açılmıştı. Balkanlarda dikenli tellerin yaraladığı çocuk görüntülerine bakıp isyan etmek ya da rayların üzerinde direnen Suriyelilere yapılan eziyete kızıp veryansın etmek ne yazık ki Türkiye’yi kurtarmıyor. Çünkü mülteciler o ülkelerde kapıların bir şekilde açıldığını gördüler ve Türkiye’den de aynı adımı atmasını bekliyorlar.
Edirne’de konuştuğumuz mülteciler, Türkiye’nin kendileri için artık yaşanabilir bir ülke olmadığı konusunda hemfikirler. Çünkü burada hâlâ bir statüleri yok ve yurttaşlık beklentisi bir hayalden öteye gitmiyor. Çocuklar için en azından eğitim ve sağlık hakkı, aileler için güvenli bir gelecek ufukta görünmüyor. Üstelik Türkiyeli işçilere göre aldıkları ücretler çok düşük ve hayat onlar için katbekat daha pahalı. Bu durumda mültecilerin; “Ya bize statü ve vatandaşlık hakkı tanıyın ya da sınır kapılarını açın” demelerinden daha doğal ne olabilir?

DEMOGRAFİK HESAPLAR
Kapıdaki yığılmalar, kime, ne sağlıyor? Sınırda sanki demografik bir satranç oyunu oynanıyor. Almanya ve Avrupa ülkeleri, “Sınırı sıkı tutun, aman bırakmayın!” diye bastırıyor. Aynı süreçte Türkiye’ye yeni yardım paketleri sunulacağı açıklanıyor. Dışişleri de mülteciler için 6.5 milyar dolar harcandığını beyan ediyor. Sınırdaki sıkışma, tam bir pazarlık konusu sanki...
Sınırın bir biçimde delinmesi, on binlerce Suriyelinin daha Edirne’ye doğru akması demek, bu çok açık... Peki, kapıların kapatılmasında; Esad rejiminin devrilmesi için elde tutulan 2 milyon mültecinin kayıp gideceği endişesi ne kadar etkili oldu? Sanırım bu da yabana atılacak bir soru değil. Fakat şurası kesin ki; hangi hesapla olursa olsun, demografik satranç tahtasında kaybeden yine mülteciler ve “insanlık” oluyor.

DİRENMEDEN OLMUYOR, OLMAYACAK...
Grevci işçiler için üretimi durdurmaktan gelen güç ve fabrika önüne kurulan grev çadırı ne kadar hayati önemdeyse; E-80’i bırakmamak ve kamplara kapatılmayı reddederek direnmek de mülteciler için aynı öneme sahip. Gözlediğimiz kadarıyla; E-80 kara yolu üzerinde yapılan yürüyüşler, hem Türkiyeli, hem de Avrupalı yetkilileri epey telaşlandırmış. Sınırın, Balkanlarda olduğu gibi, delinmesinden korkan yöneticiler bir yolunu bulup mültecileri Edirne merkeze sürmüşler.
Edirne’de mülteciler şimdi iki alanda bekliyorlar. Bunlardan biri 2 bin mültecinin kaldığı Sarayiçi’ndeki Kırkpınar Güreş Stadı, diğeri de 300 mültecinin kaldığı şehir merkezindeki “Antik Park.”
Antik Park’takiler güreş stadına gitmeyi reddediyorlar, çünkü oranın bir tuzak olduğunu düşünüyorlar. “Kamp yeri hapistir; biz zaten oradan kaçtık, niye bir başka hapse girelim?” diyerek bu tezgaha tepki gösteriyorlar. Gerçekten de güreş stadı ve çevresindeki “kamp” alanı hem şehirden, hem sınır kapısından izole edilmiş. Antik Park tüm heyecanı ve gerilimiyle direnmeyi temsil ederken; güreş meydanındaki kamp daha çok bir rehavet havası yayıyor.

DAYANIŞMA NEREDE?
Kamplara, parklara sıkıştırılan, ormanlık alanlarda saklanan mülteciler şimdi oldukça zorlu bir yaşam savaşı veriyor. Özellikle kadın ve çocukların çektiği çile anlatılır gibi değil. Antik Park’takilerin durumu ise daha da vahim. Zira bıktırmak ve geri göndermek için daha önce verilen bir tas çorba bile onlardan esirgenir olmuş. Duş alamayan Suriyelilerin ağır kokusu, açık hava parkının üstüne çökmüş.
Görmek isteyelim, ya da istemeyelim; Edirne’nin ortasında ve İstanbul’dan Edirne’ye uzanan E-80 kara yolunda her gün büyük bir insanlık dramı (ayıbı) yaşanıyor. Halktan gelen destek ve dayanışma ise neredeyse hiç hissedilmiyor!
İşin garip tarafı DİSK, TÜRK-İŞ, KESK, TMMOB, TTB; bağlı şube ve temsilcilikler, dernekler, siyasi partiler, kısacası emek ve demokrasi güçleri hemen hiç ortada yoklar! Bu manzara karşısında “Hani dayanışma nerede?” diye sormadan edemiyor insan. Hemen bir şeyler yapılmazsa bu insanlık ayıbı bize yüz yıl yeter!

Not: Dün sabah saatlerinde Antik Park polis tarafından boşaltıldı. Bu yazı ondan önce yazıldı.

 

ÖNCEKİ HABER

Bir bebek daha mı ölsün?’

SONRAKİ HABER

Çok uluslu bir pazar masalı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...