Cızîra Botan...?
İsmail DİNDAR
Yarım olan bu yazının başlığını okuyucunun tamamlaması dileğiyle…
Başlığın adını koyma güçlüğünün yanı sıra, 7 Haziran’dan bu yana Türkiye ve Kürdistan coğrafyasını cehenneme giden yol eyleyen tüm niyet, olay ve olguların neden (?) ve niçin(?)lerini işaret etmek, kör ve sağır yüreklere haykıramadıktan sonra, olan bitenin nasıl(?) ve kim(?) sorgulamasının yanıtlarını bilebilmenin anlamsız, faydasız ve gereksizken, başlıklar da, umutlar da, mutluluklar da hep eksik, hep yarım burada.
Yüzyılı baştan başa kat etmiş Kürdün özgürlük serüveninde önemli mihenk basamaklarından biridir 7 Haziran’da ortaya çıkan iradenin bize anlattığı. Kürdün bu coğrafyada güç olması, egemenlerin korkulu rüyasıyken, her daim bu gücün ezen ulus devrimcilerin destek ve katkılarıyla yoğrulmuş olması, sömürgecinin zihnindeki kurguları darmadağın ediverdi adeta.
Korkulan olmuş, haksız ve kirli bir mecrada süre giden savaş, mazlumların haklı mücadelesi tek ayak üzerinden, iki değil; geliştirilen doğru ve gerekli toplumsal-sınıfsal ittifaklarla bir çok ayağa kavuşmuştu. Haklılık ve meşruluğun yanına güç de gelmişti. İşte Suruç’ta, her biri yürek parçalayan öyküsüyle devrimci dayanışmanın, insani güzelliğin ve mutlu geleceğin timsali olan 33 cana acımasızca kıymanın nedeni budur. En çok korktuklarına, en şiddetli şekilde yöneldiler.
Yüzyıl boyunca, katmerleştikçe katmerleşmiş, düğümlene düğümlene içinden çıkılmaz bir hal almış, dallanıp budaklanmış ve gittikçe ağırlaşmış, güçleşmiş Kürdistan sorununun, şiddet, inkar ve silahla çözülemeyeceğinin anlaşılmış olma emareleri baş göstermişken memlekette, sevinç dolmuşken herkesin yüreğine yeşeren umutlarla beraber, yeni senaryoların sahneye konulması, ülke insanlarını yeni bir iklime taşıdı. Her ne kadar geçmişten bilinse de bu havalar, aynı suda iki kez yıkanmanın imkansızlığıyla hiçbir şey eskisi gibi olmuyordu. Gever, Lîcokê, Farqîn ve Cizîra Botan’da yaşananlar maalesef bu gerçeklikleri herkesin rahatlıkla görebileceği bir şekilde ortaya seriyor.
Özellikle, Cizîra Botan’da, 9 günlük sokağa çıkma yasağının kaldırıldığı günün sabahında, gidip gördüklerimiz, bu ilçede yapılan vahşetin, yoksul, işsiz insanlara yaşatılan zulmün, egemenlik, koltuk uğruna insan diye adlandırılan varlığın girebileceği en olanaksız alçaklık seviyesinin yanı sıra, bu sorunun çözümünün ne kadar zor olduğunu/olacağını da anlatıyordu usul usul.
Çözülmeyi bekleyen ve uzun yıllardır çözülmüş olması gereken Türk/Kürt sorunu, akan her damla kanla gittikçe daha da büyüyor, ağırlaşıyor, zorlaşıyor… Her saat, her gün doymak ve yetinmeksizin yeni canlar almaya devam ediyor.
Mem û Zîn’in destansı sevdasına mekan olmuş güzelim coğrafya tarumar edilip, cehenneme döndürülerek; sevgi dolu mert insanların yüreği her doğan günde ateşlere atılıyor.
9 gün boyunca, sokağa çıkamayan, yaz mevsimin cehennemi sıcağında elektriksiz ve susuz bırakılmak bir yana, yaralı insanına derman olamayan, ölüsünü toprağa veremeyen, kokmasın diye öldürülen çocuklarını buzlu pet şişelerle soğutup, tuzla muhafaza etmeye çalışan insanların kara gözlerinde pırıl pırıl aydınlığın yanı sıra, dillerinden barış dilek ve temennilerini duymanın adını koyamadım.
Evrensel'i Takip Et