13 Eylül 2015 04:39

Barış diye bağırmazsak ateş sönmeyecek

Paylaş

Filiz ALATAŞ

Buralarda en büyük sıkıntımız karşıdan karşıya geçerken dikkat etmek. Okulumuzda uyuşturucudan bahseden yok, parkımızdaki oyuncaklar yepyeni, gece camımız açık yatıyoruz, canımız ne isterse marketimizde var, sokağa çıkma yasağını sadece sayım günlerinden tanıyorduk, o bile eskide kaldı. Hep sakin mahallelerde yaşadım. Bir de bildiğin beyaz yakalıyım. Dolayısıyla sesini duyduğum oldu ama ateşlenen bir silah görmedim ben hiç ya da eceli gelmeden ölen bir tanıdığım olmadı. Annem ana dili Gürcüceyi bilmiyor, birkaç küfür hariç. Babam da Arnavutçayı. Kimseden onlara göre kabul edilmez olan, Misak-ı Milli’ye ters düşecek bir talebimiz yoktu. Copla kovalandığımız, ıslandığımız ya da gaz yediğimiz eylemleri (tabi bir de parasızlığı) saymazsak bildiğin mis gibi bir hayatımız var. Dı. 

Herkes işini yapıyordu. 

Birileri hak talep ediyor diğerleri hak isteyene saldırıyordu. Birileri dert anlatmaya çalışıyor diğerleri söylenenleri ya göstermiyor ya da çarpıtıyordu. Çatışma vardı, grev vardı, eylem vardı, cop vardı, sıkılan biber gazı ve su vardı, gözaltına alınan, gözaltında kaybedilen vardı. Ama bildiğin mis gibi bir hayatımız vardı. Herkes işini yapıyordu. 

Sonra hep başkalarının ocağına düşen ateş bize yaklaştı. Glikoz şurubu ile yaklaştı. Sahillerde çıkan hortumlar ile yaklaştı. Kuş gribiyle, hayvanlara yedirilen GDO’lu yemlerle yaklaştı. Üstüne dondurma yazamadıkları dondurmalarla. Toplanan çöp tenekeleri ile. Depremi bırak araba çarptığında bile devrilen üst geçitlerle. Borulara sıkıştırdıkları derelerle yaklaştı. Üst geçitlerde emeklemeyi öğrenen Suriyeli bebelerle, tatil beldelerinin sahillerine vuran insan bedenleri ile yaklaştı. 

Sevdiğiniz biri sosyal medyada sizin de oy vererek dahil olduğunuz grup için “s.ktirsin gitsinler” yazdığında...
Çatışmalar “herkes işini yaptığı için” değil, belli vekil sayıları sandıktan çıkmadığı için başladığında...

Çocuk sahibi olunca yaklaştı.

Çocuk.

Yürümeye başladı, okumayı söktü, ilk karnesini aldı. 10 yaşına girdi vay be, derken şimdi 12 yaşında. Sahiden zaman çabuk geçiyor, doğduğu günü düşünüyorum da “dün gibiydi”. 

Daha var 20 yaşına girmesine, daha var askerlik çağrısının gelmesine aslında. Okulu boş verdiğini bile düşünsek sekiz koca sene var. Peki neden gerildim ben şimdi bu kadar, neden çocuk bile çocuk haline bakmaksızın geçen gün “Ben askere gitmeyeceğim” dedi? Onu bilmiyorum ama benim bu hale düşmem sanırım ateşin bize yaklaşmasından. Sekiz koca seneymiş, pöh. Daha göz açıp kapamaya fırsat bulmadan gelecek o celp. 

Gideceği liseye karar vermek, üniversitede seçeceği bölümü belirlemek, hatta okulunun bu yıl için istediği kıyafetleri satın almak bile daha uzak bir tarihte olacak ama askerlik çağrısı birazdan gelecekmiş gibi. 
Daha hangi mesleği yapacağına bile karar verememiş bir çocuğun askere gideceği nasıl kesin oluyor? Tabutu bayrakla sarılınca ölmemiş mi sayılıyor? Cevaplar hoşuma gitmiyor.

Belki, askerlik çağrısı ile simgeleşen biraz Cerrahpaşa’nın koridorları, kesilen ağaçlar, hapsedilen dereler, evin duvarında yeni fark edilen çatlak.

“Bura”larda yol kenarlarına üç ay ömrü olan çiçekler ekmek için trilyonlar dökülürken “ora”larda sokağa çıkma yasağı var. Bu akşam pişireceğim yemek için birazdan markete gideceğim ben, ya oradaki ana. Evde yağ ya da tuz kalmadı ise ne yapacak? Tüpü biterse belki GDO’lu olmasına bile razı gelecek ama mercimek çorbasını yapamayacak. Çiğ de yenmez ki mercimek denen meret. 

Peki ben her şeyi birbirine mi kattım? Hayır. Onlar yaşama dair her şeye ayırt etmeden torba torba saçmalıkla saldırdılar. Madımak’ta kaçıyorlardı şimdi fotoğraf paylaşmaya başladılar. Radyasyonlu çayı biraz da salaklıktan içenlerin kardeşleri şimdi gayet planlı bir şekilde kim bilir nelerin ithalatını yandaşları para kazansın diye serbest bırakıyor.

Topyekûn saldırıyorlar.

Bu arada muhalefet “neden öldüler” demiyor. Öldükleri neden geç açıklandı diye kızıyor, gayet hararetli bir şekilde.

Barış diyene “hadi oradan biz onun ciğerini biliriz” diyor liseden arkadaşım. Galiba evinde röntgen cihazı var.

Uğraşacak iş çok ama savaş zamanı diğer sözler duyulmayacak.

Ateş bizi çağırmıyor, ateş hepimizin ocağına düştü. Belki patates oldu, belki Kanada pirinci. Belki barajda boğulan ceylan. Belki (umarım değildir ama) evlat, kardeş, sevgili, komşu.

“S.ktirsinler” diyenlere ısrarla anlatmaya devam etmez, sinirlenirsek alevler büyüyecek.
Barış diye bağırmazsak, daha daha yüksek sesle bağırmazsak o ateş sönmeyecek.
Belki sizinkine bir sene kaldı, benimkine sekiz sene. İkisi içinde zaman çok çabuk geçecek.

ÖNCEKİ HABER

‘Neo-Stalinizm’

SONRAKİ HABER

Kim bu 90’lı genç Kürtler?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...