29 Temmuz 2015 00:54

Dijital emek kavramı üzerine bir tartışma: Emeğin bilişim kısmı da çok dertli

Paylaş

Arif KOŞAR

İnsanların, belki de, kendilerini en özgür hissettikleri mecra internet... Hatta sosyal meyda. Sanal alemdeki patron ve devlet takibini de şimdilik bir kenara bırakalım. Sosyal medya insanların doğru ya da yanlış öfkesini, tepkisi, sitemini, eleştirisini, sevgisini ve sevincini ifade edebildiği, normal yaşamında dile getiremediklerini haykırabildikleri bir alan. 

Peki, ‘bu alan’ o kadar masum mu? “Twitter’a özgürlük” derken, Mısır’da yaşananları bir ölçüde “facebook devrimi” olarak bellerken; internet dünyasının nasıl bir sermaye birikimi alanı olduğunu, klavyedeki her hareketimizin ticari bir “metaya” dönüşme yoluna girdiğini hatırlamakta fayda var. 

Westminster Üniversitesi Sosyal Medya Profesörü Christian Fuchs’un yazdığı Dijital Emek ve Karl Marx kitabı, NotaBene-Bilişim’in Janus’un Çehresi dizisi kapsamında yayınlanan kitaplardan birisi. Kitap, internet üzerinden koparılan demokrasi ve özgürlük fırtınasını/yanılsamasını gözler önüne seriyor. Ne hesaplar dönüyor, kullanıcılar üzerinden ne kârlar cebe indiriliyor, mercek altına alıyor.

‘ÖZGÜRLÜK’ KİMİN KONTROLÜNDE

Fuchs’un temel tespitlerinden birisi şu: İnternet kapitalist şirketler tarafından yönetiliyor. “Dünyanın en çok giriş yapılan 100 internet platformuna göz atan birisi, bu durumun sadece az sayıda istisnası olduğunu görecektir: Wikipedia ve BBC Online.” (s. 423). 

İnternette kullanıcının merkezi bir kaynaktan bilgileri okuduğu düzlemden; sosyal medya ya da ‘kullanıcı katkısı’nın alınabildiği Web 2.0 teknolojisine geçişle birlikte yeni bir katılımcı demokrasi aşamasına geçildiği iddia edilmişti. Bu, günümüzde de yaygın bir kanaat. Fuchs ise iki açıdan bunun doğru olmadığını iddia ediyor. Birincisi sermaye yapısına bakıldığında bu platformlar tekellere ait: “Emek araçlarının yabancılaşması, Facebook bağlamında ayrıca, kullanıcıların platforma sahip olmaması ve onu denetleyememesi anlamına da gelir. Facebook’un baştaki halka arzından sonra, 12 yönetici ve müdürü birlikte, B sınıfı hisselerin yüzde 61.1’ini denetlemektedir.” Diğer Facebook hissedarları ise Goldman Sachs, Microsoft, Reid Hoffman, DST Global, Accel Partners gibi bir dizi şirket. Ayrıca Facebook’un “kullanıcı katılımlı” iddiasına sahip “yönetişim sayfasına” da bakıldığında kullanıcıların temel konularda söz sahibi olmasının imkansız olduğu görülebilir. 

Fuchs’un örnekleri Facebook’la sınırlı değil. Ama sosyal medya şirketlerinin sermaye yapısı ve tüm kurgusunu “hedefli reklamcılık”a odaklaması, elde edilen büyük kârlar (Alternatif ve ticari olmayan sosyal medya platformları da var, ancak bunların etkisi sınırlı), sosyal medya merkezli “demokrasi ve özgürlük” hayallerinin daha baştan darbe alması demek. Fuchs ikinci olarak, sosyal medyada kullanıcıların eşitliği yargısının da doğru olmayacak kadar genel bir yargı olduğuna dikkat çeker: Twitter, Facebook, YouTube ve benzeri ortamlarda bazıları (Özellikle büyük şirketler, yerleşik politik özneler ve ünlüler) diğerlerinden “daha eşittir”, toplumun gerçek iktidar eşitsizliklerini yansıtan daha fazla görüntüleme, tıklama, arkadaş ve bağlantılarına sahiptirler (s. 108). 

DİJİTAL EMEK MEVZUU

Kitabın temel konusu, adından da anlaşıldığı gibi Dijital emek. Fuchs, bu emeği, enformasyon üretimine odaklanmış tüm sermayenin sömürüsü altındaki emek olarak tanımlar. İletişim araçlarının üretimindeki gerekli madenlerde çalışan maden işçilerini de, Hindistan ve Silikon Vadisi’ndeki yazılım işçilerini de, intihar eden işçileriyle tanınan Çin’deki Foxconn işçilerini de kapsar. Çok farklı iş kollarında ve çok çok farklı işleri yapan emek gücünü “enformasyon” üretimiyle kurulan bağlantı üzerinden dijital emek olarak tanımlamak yöntemsel olarak tartışma ve eleştiri konusu. Ancak kitaptaki tezin orijinalitesi başka. Fuchs’un, dijital emek kavramının esasını; sosyal medya başta olmak üzere internet platformlarında yaptıkları paylaşım, görüş, yorum ve ‘beğenme’lerle “meta ve artı-değer üreten kullanıcılar” oluşturuyor. Buna göre; internet kullanıcısı sadece tüketici değil, aynı zamanda enformasyon üreticisi. İnternet şirketleri de bu üretilen görüşleri, bilgileri ve “beğenileri” reklam şirketlerine ‘kullanıcı metası’ olarak satarak kâr ediyor. İşte Fuchs böyle bir “enformasyon üretim” mantığından yola çıkarak internet kullanan herkesi “üretici” “dijital emek” kapsamına dahil ediyor.

Bununla da kalmıyor. Dijital emek kavramıyla birlikte; internet kullanıcılarının dahil edildiği bir yeni işçi sınıf bileşimi tarif ediliyor ki; interneti farklı sınıf ve katmanlardan insanların kullandığı düşünüldüğünde bu dijital emek; patronu da, küçük burjuvaziyi de kapsıyor. Her sınıftan internet kullanıcısının dahil olduğu bir işçi sınıfı! 

Fuchs, ‘internet kullanıcılarının üretimleri’nin platform sağlayıcı şirketler tarafından reklam veren şirketlere satılmasını, bunun üzerinden kâr edilmesini, üretici-tüketici (“üretketici” olarak kısaltılıyor) kullanıcıların sömürülmesi olarak görüyor. Bir kitap değerlendirmesinde artı değer ve sömürü konusuna uzun uzadıya girilmesi pek  mümkün değil. Ancak Fuchs bu yaklaşımını Marx’a dayandırmaya çalışsa da, Marksizm’den temelli bir kopuş halinde. Sadece birkaç not: Birincisi, sosyal medya şirketlerinin elde ettikleri kâr, artı değer üretimi ile değil, diğer alanlarda üretilen artı değerin ticari şirketler arasında paylaşımıyla ilgili... İkincisi; işçi olmak için illa ki artı değer üretiliyor olması gibi bir zorunluluk da yok. Bu açıdan artı değer üretilmesi tartışmasını bir yana bırakırsak, buradaki durum bir meta üretimi ve bunun satılması değil; ortak bir toplumsal zenginliğe sermaye tarafından el konulması ya da buradaki verilerden yola çıkılarak reklam dağıtımında istatistiksel olarak değerlendirilmesidir. 

Bu tartışmaya daha genel bir çerçeveden bakıldığında; Fuchs, doğru bir tespitten yol çıkıp sermayenin tüm hayatı sermaye birikiminin parçası haline getirme eğilimine işaret ederken, İtalyan Otonomcu geleneğinin, örneğin Negri’nin abartı tespitiyle ortaklaşıyor: Buna göre; sermaye tüm hayatı kuşattığından ve iktidarda olmayan tüm toplumsal kesimler “hayatı ürettikleri için” birer üreticidir, dolayısıyla işçi sınıfının ya da çokluğun parçası haline gelmiştir. Bu arada günahını almayalım; Fuchs, değer yasasının geçerliliğinin ortadan kalkması vb. iddialar karşısında Negri’den ayrılıyor ve onu eleştiriyor.

ENFORMASYON TOPLUMU ELEŞTİRİSİ

Dünyanın en büyük 100 şirketinden 33’ü enformasyonel, yani bir biçimde iletişim, bilişim, yazılım ve bilgi üretimiyle ilgilenen şirketlerdir. Bu oran, uluslararası tekelci sermaye içerisinde enformasyon üretimi alanının kritik bir sektör olduğu anlamına geliyor. 

Fuchs’un, “Modern toplumun çağının geçtiği”, “Baştan sona yeni bir toplumla karşı karşıya kaldığımız”ı iddia eden enformasyon toplumu teorilerinin de temelli bir eleştirisini yaptığı söylenebilir. Kitabın Türkçe basımına ön sözü yazan Diyar Saraçoğlu da, enformasyon toplumu teorisinin eleştirisini yaparken kitabın bu yönüne dikkat çekiyor. 

Fuchs, açıkça üretici güçlerdeki gelişmelerin, kaba bir indirgemeyle söylersek; üretim araçlarındaki teknolojik gelişmelerin otonomatik olarak yeni bir toplum yaratmayacağını, kapitalist üretim ilişkilerinin varlığını korumaya devam ettiğine dikkat çekiyor. Bu açıdan neoliberal düsturun teknolojik determinizmi ve “bilgi” vurgusuyla enformasyon toplumu propagandası arasında doğrudan bir ilişki olduğunu ifade ediyor. Ve kritik bir uyarı yapıyor: Yeni bir enformasyon toplumu iddiası, tarafsız bir “bilgi üretimi” varsayımıyla işçiler ve kapitalistler arasında süre giden sömürücü sınıf ilişkilerinin varlığını yadsır (s. 209).
Fuchs, diğer yandan, günümüz toplumunda enformasyon üretiminin önemli bir alan olduğunu, enformasyon toplumunun günümüz kapitalizminin özelliklerinden birisi olduğunu da söylüyor. Kapitalizmi göz ardı etmiyor ancak başka türlü ve daha iyi ifade edilebilirdi. Fuchs böyle tercih etmiş...

SİLİKONLAŞTIK!

Fuchs’un kitabındaki dikkat çekici katkılardan birisi; postkapitalist ütopya haline getirilmiş kimi mitlerin eleştirisi. Mesela; “entelektüel yaratıcılık”, “bilgi dünyası”, “sömürü ilişkilerinin aşıldığı” bir üretim mekanı olarak Silikon Vadisi’nin, hiç de ütop-ya olmadığını, dünyanın dört bir yanındaki sömürü ilişkilerinin bir uyarlaması olduğu görülüyor. 

Silikon Vadisi’ne ilişkin araştırmalara göre; buradaki şirketlerin devasa zenginliği, “Belgeli ve belgesiz kişilerin işverenlerce aşırı sömürülmesi” ve yüksek düzeyde yapılandırılmış cinsiyetçi ve ırkçı iş bölüme bağlı. Öyle ki, Silikon Vadisi’nde düşük ücretli ve zehirli maddelere maruz kalan işlerde özellikle göçmen kadınlar çalışmakta. İşyerlerine düzenli olarak salınan ve işçiler tarafından solunan zehirli maddeler içerisinde arsenik, asbest, klor gazı, siyanür, hidroklorik asit, kurşun, nikrik asit, sülfat, klisen vb. bulunuyor. Bunlar özellikle kadın işçilerde, düşük, kısırlık, meme kanseri, gırtlak kanseri, bronşit, astım gibi sağlık sorunlarına neden oluyor (s. 321). 

Birçok işçi sendikasız, geçici ve güvencesiz işlerde çalışıyor. Ücret eşitsizliği çalışanlar arasında 4.4 kata kadar ulaşırken (s. 319); eve verilen devre kartı birleştirme ve kabloların montajı gibi işlerde, parça başı ücret sistemi esas alınıyor. Üretilen her bileşen için bir sent kadar az bir ücret ödeniyor! (s. 322)
Silikon Vadisi’nde sadece düşük ücretli işlerde değil, vasıflı işlerde de işçiler “bilindik” sorunlarla, esnek çalışma dayatmalarıyla karşı karşıya. Yoğun stres altındalar, serbest çalışanların büyük çoğunluğunun ne emeklilik ne de işsizlik sigortaları var. “Son derece kafeinli” 85 saatlik fazla mesainin ödenmediği çalışma koşulları olağan hale gelmiş durumda. Google Başkan Yardımcısı Marissa Mayer’in Google’de geçirdiği dönemle ilgili söyledikleri aslında durumu çok iyi özetliyor: “Google bir taraftan doğru zamanda muhteşem teknolojilerin olduğu yerdi, ancak diğer taraftan gerçekten sıkı çalıştık. ... Haftada 130 saatti. İnsanlar soruyor, ‘haftada sadece 168 saat var, nasıl yaptınız?’ Hoş, eğer ne zaman duş alacağınız ve sıranızın altında yatacağınız konusunda stratejikseniz, yapılabilir.” (s. 330-331)

“Hindistan’daki yazılım işçileri” miti mi? O kadarı da kitapta artık...

ÖNCEKİ HABER

İZENERJİ işçileri: Evrensel bizim sesimizdir

SONRAKİ HABER

Suruç katliamından kurtulan Ateş Alpar: Ortak şarkımız vardı: Barış

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...