28 Temmuz 2015 00:33

Gündüz Vassaf, yeni kitabı Boğaziçi’nde Balık’ı anlattı

Dünyanın birçok ülkesinde böl/yönet düzenine hizmet eden aitlik mücadelelerinde büyük resmi görmez olduk. Hele Türkiye gibi, 'şehirden' haberi olmayan köylü konumunda ülkelerde. Ülkedeki hemen her STK, örgütlenme, eylem vs. yerel konularla ilgili. İstisna İstanbul’da da egemen düzeni sarsan Küresel Gezi kuşağı.

Paylaş

Sevda AYDIN
İstanbul

Gündüz Vassaf, Boğaziçi’nde Balık kitabıyla “Haliç kıyılarından bakın yedi tepeme / Göreceksiniz zaman beni korudu / Sizden tek istediğim de bu” diyen bir İstanbul’un anlatıcısı olarak karşımızda. “Vahşetin o denli son noktasına geldik ki, şaşılacak şey kalmadı” diyen Vassaf,  insana “Kendimize Boğaz’ın dip sularından bakalım” önerisinde bulunuyor.

İstanbul’un kedilerinin ardından Boğaziçi’nin Balıklar’ı da geldi. “Haliç kıyılarından bakın yedi tepeme / Göreceksiniz zaman beni korudu / Sizden tek istediğim de bu” diyen bir İstanbul’la karşılaşıyoruz kitapta. Kentin bu çığlığını asıl duyması gerekenler duyabilecek mi sizce?
Uluslararası Af Örgütü düşüncelerinden ötürü devlet şiddetine maruz kalanları korumak için kuruldu. Yerel/küresel sermayenin hizmetinde ulus devletler şehirleri  katliama açtı. Şanghai, Kula Lumpur, Lagos, İstanbul sıradanlaşarak, Mac Donald’s hamburgerleri  gibi birbirine benzemeye başladı. Gezi gençlerinin  çığlığı, Meksika’da, Brezilya’da, Yunanistan’da… aynı vahşete maruz kalan ülkelerde yankılandı.  Sıra,  şehir katleden sermayenin Af Örgütüne benzer bir   yapılanmayla küresel  kara listeye alınarak eylem ve yargılanma sürecinin başlatılmasında. Aynı insan haklarında olduğu gibi şehirlerimizin katledilmesine karşı uluslararası dayanışma örgütlenmesinde. Şehrimizde yapılanlarla karşılaştırıldığında IŞİD’in tarihe tahribatı solda sıfır kalır. İstanbul’da kuzey ormanlarını katleden havaalanı sermayesinin arkasında hangi şirket ve bankalar var? Hükümetleri eleştirmek kolay. Mesele buzulun görünmeyen kısmını açığa çıkarmak.            

NE ÇEKİYORSAK İNSANCA BAKTIĞIMIZDAN
Kitap bu sefer şehrin başka sakinlerini merkeze alıyor, Boğaz’ın balıklarını. Üstelik balıkların adlarından, tarihe ve mitolojiye değinen öykülerle başka bir ‘Boğaz keyfi’ yaşatıyor… Derin sularda başlayan bu yolculuk nasıl ilerledi?

“Ben, ben olmak istemiyorum” deme ihtiyacımı hissetmemle. Gezegenimizde ne çekiyorsak, başkalarına ne çektiriyorsak,  Ulus Baker’in deyimiyle “insanca” bakmamızdan kaynaklanmıyor mu? Evrenin minnacık köşesinde, milyonlarca türden biri olan insan, kendine düşkünlüğünde, tanrısının cennetine bile başka canlılara yer vermemesinde, megalomanisinin patolojisinde. Masallarımız, destanlarımız insan odaklı. Kendimize Boğaz’ın dip sularından bakalım dedim.

Kitapla ilgili herhalde en dertli olduğuz nokta bu konuda kaynakçanın nerdeyse yok denecek kadar az olmasıdır değil mi?
Tek tük kitaplar var baş kişileri  hayvan olan. Cervantes ve  Bulgakov, insanın absurditesini, toplumun adaletsizliğini vurgulamak için romanlarında köpekleri konuşturmuştu. İstanbul’da Kedi ve Boğaziçi’nde Balık’ta, bir imkansızı yapmayı denedim. Yer yer kendimi onların yerine koyarak yazmaya koyuldum. Nasıl psikoterapide kendimize bir dış gözle bakmak esas ise, türümüze de öyle bakmanın zamanı geldi, geçiyor.   

Balkan Naci İslimyeli, Komet, Mehmet Güleryüz ve Argun Okumuşoğlu gibi pek ressamın resimleri de öykülerinize renk katıyor. Açıkçası okuru epey heyecanlandırıyor. Bu buluşma nasıl gerçekleşti?
Kitapların kelimelerle sınırlılığını aşabilmek için.  Okurun yazıdan yola çıkarak oluşturduğu hayal gücünü kırmadan, ona farklı dillerle, çağrışımlarla hitap edebilmek… Bir anlamda eskiye dönüş. Özellikle el yazması kitaplar, ressamların hüneri olmadan düşünülemezdi. İşte minyatürlerin eşlik ettiği Osmanlı dönemi kitapları, Orta Çağ el yazmaları... Günümüzde önce kârlılığı gözeten, “Kaç liradan kaç kitap satabilirim?” diye kültür pazarlayan yayınevleri işin kolayına kaçıyor. Kitaptaki yabancı ressamların eserlerinin kullanma hakkını uzun uğraşlar sonucu ben satın almaya mecbur kaldım. Türkiye’den dost ressamlar da eserlerini kullanma hakkını vermeselerdi ne Boğaziçi’nde Balık olabilirdi ne de İstanbul’da Kedi. Kelimelerle resimleri buluşturan ise, Türkiye’de nice eserin arkasındaki kişi, Kitap Mimarı Ersu Pekin.

DİSTOPYALARIMIZ EGEMEN DÜZENİN ÜTOPYASI OLDU
Boğaziçini Küreselleştiren Reklamcı adlı öykünüz kapitalizme karşı önemi bir eleştiri. Neredeyse her gün “İstanbul Boğazı’na dev bir proje daha” haberlerini okuyunca pek de uzak kalmıyor bu öykü…

Sorun da orada.  Orwell’in 1984, Huxley’nin Cesur Yeni Dünya, Zamyatin’in Biz kitaplarındaki distopyaları,  okuyanları dehşete düşüren uyarıcı metinlerdi,  aman böyle bir dünya olmasın diyen.  İlk Şili’de sosyalist Allende hükümetinin CIA destekli darbeyle devrilmesinden sonra  uygulanmaya koyulan, Reagan ve Thatcher’dan sonra Türkiye’de de Özal’ın 21 Ocak kararları ve 12 Eylül’le dayatılan vahşi kapitalizm bizi, gezegenimizi daha nereye sürükleyecek. Cennetin Dibi’nde ve son iki kitabımda  yazdığım distopyaları bile düzenimizde ütopyalar diye algılayanlar var.  Distopyalarımız egemen düzenin ütopyası oldu.Vahşetin o denli son noktasına geldik ki, şaşılacak şey kalmadı.    

Bütün bunları konuşunca Türkiye’nin pek çok yerini saran bir “yangını” görüyoruz. Karadeniz’i tehdit eden HES’leri, ‘Yeşil Yol’u, Cudi’den Avşa’ya hektarlarca yanan ormanları, nükleer santralleri… nasıl bir gelecek bekliyor bizi sizce?
Sorduğunuz bu soruların hepsini siyasi parti liderlerinin tümü son seçim propagandalarında es geçti. Partiler arası ideolojik çekişmeler, birbirlerinden oy kapma oyunları, son kertede günün aymazlığına geleceği feda etmeleri. Sorularınızda sıraladığınız felaketler zincirinde her unsur, uzun vadede bugün gazetelere manşet olan konulardan daha hayati. Bizler, ülkeler, ideolojiler geçici. Japonya’da nükleer felaket hâlâ kontrol altına alınamadı. Almanya santralleri yasakladı. Türkiye’de hükümet ihale peşinde. Politikacılar, basın, üniversiteler sessiz. Ancak yumurta kapıya dayanınca da, hop oturup hop kalkıyor, bu sefer de, soruna odaklanacağımıza enerjimizi taraflaşarak tüketiyoruz. Günümüz sorunlarıyla ufuklarını daraltanların benden sonra tufancılardan ne farkı var? Günün demokrasi mücadelesi gelecekle ilgilenmemizi dışlamıyor.  

GEZİ KUŞAĞI GELECEĞE IŞIK TUTUYOR
Dünyanın pek çok yerinde Küresel ısınmadan tutun da, yok alan türlere, uzayda aranan yeni yerlerden doğa talanına karşı önemli gündemler oluşturuluyor, uluslararası nitelikte sempozyumlar düzenleniyor. Ve önemli sonuçlar elde ediliyor. Türkiye’de bu ölçekte bir yaptırımcı bir politika izlendiğini düşünüyor musunuz?

Dünyanın bir çok ülkesinde böl/yönet düzenine hizmet eden aitlik mücadelelerinde büyük resmi görmez olduk. Hele Türkiye gibi, “şehirden” haberi olmayan köylü konumunda ülkelerde. Ülkedeki hemen her STK, örgütlenme, eylem vs. yerel konularla ilgili. İstisna İstanbul’da da egemen düzeni sarsan Küresel Gezi kuşağı. Onlar, sosyal medya üzerinden kurdukları Yeni İpek Yolu’nda dünyaya duyarlı. Üstelik Türkiye’de  gençler, YÖK’ün kapıkulluğunda, akademik özgürlük ve üniversite özerkliğini artık telaffuz bile etmeyen kariyerist hocalarına rağmen  geleceğe ışık tutuyorlar. Din ve bayrak bagajlarını arkalarında bırakıp gezegenimizin temel sorunlarına odaklanan onlar.

ÖNCEKİ HABER

Akademisyen ve gazeteci örgütleri: Halkın mesajına herkes sahip çıkmalı

SONRAKİ HABER

Kenya’da homofobi: Bir değişikliğe mi gidiliyor?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...