25 Temmuz 2015 00:45

İngiltere’de bu hafta İngiliz pilotların Amerikan pilotlarla beraber Parlamentonun izni olmadan Suriye sınırları içinde hava saldırıları gerçekleştirdiği bilgisi geldi. Bir çok yazar ve muhalif, halkın bu konuda kandırıldığını ve hükümetin de bu konuda açık olmamasını eleştiriyor. Parlamentoda ve yandaş medyada genel kanaat IŞİD’e karşı mücadele konusunda yeni bir askeri tezkere çıkarılması şart diye bakılıyor. Bu hafta İngiltere’deki The Independent gazetesinden seçtiğimiz yazı IŞİD’in çok ciddi bir tehlike saçtığını ve buna karşı mücadele konusunda daha uzun vadeli ve stratejik düşünülmesi gerektiğini vurguluyor.
Almanya gündeminde bu hafta, Suruç’ta gerçekleşen saldırı sonrası Almanya’nın Türkiye’yle birlikte IŞİD’de karşı ortak mücadele konusunda Ahmet Davutoğlu’ya yazdığı mesaj vardı. Ortak hareket etme mesajın içinin boş olduğunu, Türkiye siyasetini yakından takip eden, herkes bilir. Bu hafta Alman gazetesi Junge Welt’den aldığımız yazı Almanya tarafından yazılan mesajı eleştiriyor ve asıl yapılması gerekenin Kobanê’nin inşası için yardım ve Türkiye’nin IŞİD’e yönelik desteğinin durdurulması olduğunu söylüyor.
Avrupa’daki bir diğer gündem ise 14 Temmuz’da İran ile P5+1 (ABD, İngiltere, Fransa, Çin, Rusya + Almanya) nükleer konusunda anlaşılması. Bu tarihten birkaç gün sonra anlaşma BM’nin güvenlik konseyinde onaylandı ve aradan 2 saat sonra Alman Ekonomi ve Enerji Bakanı Sığmar Gabriel Tahran’a resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu hafta Avrupa Gündem için seçtiğimiz yazı bu ziyaretin neden bu kadar acil ve hızla yapıldığına, Alman tekellerin neden İran pazarına göz diktiklerine dair veriler veriyor.


CAMERON ÜLKEYİ KURTARANA KADAR IŞİD’İN BİR DEVLET KURMASI BÜYÜK BİR İHTİMAL

Memphıs BARKER
The Independent

SADECE hava saldırıları Suriye’deki grupları temizleyemez.
Geçen hafta sonu İngiltere’deki Muhafazakar parti üyeleri arasında Suriye üzerinden bir tartışma yaşandı. İlk önce David Cameron Amerikan televizyonunda IŞİD’e karşı savaş konusunda daha fazla destek vereceğinin sözünü verdi. NBC izleyicilere, Britanya parlamentosunun desteğiyle iki ülkedeki halifeliği yıkacağının sözünü verdi Cameron. Bazı İngiliz pilotların Amerikan uçakları içinde yer alarak Suriye sınırlarına saldırısını (Parlamento onayını almayarak) ayrı tutarsak şu ana kadar askeri müdahale sadece Irakla sınırlı kaldı. Tabii Başbakan Büyük Hava Kuvvetlerinin (RAF) cihatçıların fiili başkenti olan Rakka şehri üzerinde dolaşmasını tercih ediyor.
Bu hevesi yüzünden Parlamentonun Savunma Komitesi Yöneticisi ve Muhafazakar Parti Milletvekili Julian Lewis, David Cameron’u bu konu yüzünden kötü azarladı. Julian Lewis açısından Cameron’nun önerileri Britanya’nın Suriye siyasetinin aceleye getirildiğinin kanıtı. [..] Aylardır Batılı siyasetçiler ve Suriye konusunda uzmanlar arasında bir uçurum var. Ne hikmetse Britanya ve Amerikan hükümeti, içerideki itirazlara rağmen, böyle devam etmekten memnunlar.
İlk yapılan hata iki ülkenin coğrafik yakınlığı yüzünden Irak’ta uygulanan taktiklerle Suriye’de IŞİD’e karşı aynı şekilde yüzleşebileceğini varsaymak. Hava saldırılar sonucu güçlü oldukları bölgelerden cihatçılar kaçıyor ama saldırılar durdurulduğunda geri toparlanıyorlar.
Gücü elinde bulunduran bazı kişiler Suriye politikalarında sadece hava saldırıların ve mantık kullanmamanın etkisiz olduğu konusunda daha yeni uyandı: Mesela eski ABD Güvenlik Bakanı Chuck Hagel bu yönde endişelerini seslendirince Obama tarafından dışlanmıştı; geçtiğimiz ekim ayında Eski Suriye Elçisi Richard Ford benzer nedenlerden istifasını vermişti.
Beyaz Saray’ın ‘ılımlı’ muhalifleri eğitip silahlandırma yönünde kurduğu hayalin yerle bir olduğunu görmek için uzman olmak gerekmiyor. Hayal edilen 3 bin kişiden sadece 60 kişi öz geçmişi araştırılıp eğitimini tamamladı. Aynı zamanda aylardır ABD bombalarına rağmen IŞİD büyümeye devam etti. David Cameron bu strateji üzerinde devam etmek istiyor ve hilafeti “yıkmak” konusunda başarıya ulaşacağından emin. Bence IŞİD’in sonunda “kazanacağını” ve kendi egemen ülkesini, pasaport uygulaması ve uçak yolları dahil kurabileceğini düşünenlerin daha olağan olduğunu düşünüyorum.
Bu yorumu her araştırmacı, gazeteci ve yazar her zaman vurguluyor. Suriye’de IŞİD’e karşı çalışma yürütürken Esad yokmuş gibi davranamazsınız (Michael Weiss ve Hassan Hassan’ın harika kitabı, ‘IŞİD: Terör ordusunun içinde kitabında açıkladığı gibi, bunun bir sebebi Esad’ın uzun süredir cihatçılar ve IŞİD’le gizli iş yapıyor) bu ne kadar da kolay gelse de Suriye sadece askeri bir problem ve politik bir sorun değilmiş gibi davranamazsınız.
Sünni Müslümanlar kendilerine karşı savaş açılıyormuş gibi hissetmemeli, yoksa kendilerini koruyan bir devlete, yani acımasız olan IŞİD’e sığınırlar. Şimdiki Esad bu yönde hiç bir güvence sunmuyor. Ya Esad devrilmeli ya da rejim ve cihatçı olmayan Suriyeli askerlerle bir anlaşmaya varılmalı Ünlü Ortadoğu Uzmanı Patrick Cockburn ve bir çok kişi bu öneriyi savunuyor. Özel bir bilgiye sahip olduğumu iddia etmiyorum. Fakat, her alternatif şu anki olan dağınıklıktan yani “Bombaları sal ve yarını düşünme” stratejisinden çok daha iyi.

Çeviren: Çağdaş Canbolat


TÜRKİYE KATLİAMDA SUÇ ORTAĞIDIR

Ulla JELPKE*
Junge Welt

Federal Başbakan Angela Merkel, çarşamba günü Türkiye’ye bir taziye mesajı gönderdi. Ancak sempatizanları saldırının hedefi olan sosyalist gençlik örgütüne değil de başbakan Ahmet Davutoğlu’ya. Mesajda Almanya ve Türkiye’nin teröre karşı mücadelede ortak hareket edeceği bildirildi. Türkiye hükümetinin IŞİD ortaya çıkışında rol oynayan sorumlular arasında baş sırada yer aldığı dikkate alındığında söylemin ne denli boş ve alaycı olduğu görülür.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye ve Almanya’da on binlerce kişi Erdoğan’ın yönetimindeki Türk devletinin Batılı müttefiklerinin gözleri önünde IŞİD’in faşizmini nasıl desteklediği bilinciyle eylemler yaptı. Kargalar yıllardır, Türkiye hükümetinin terör örgütünün destekçisi olduğunu söyleyip duruyor. ABD Başkanı Obama bile Türkiye’nin IŞİD’e militan ve askeri malzeme gönderilmesinin engellenmesinde elinden geleni yapmadığından şikayetçi. O Obama ki yıllardır Suriye Devlet Başkanı Esad’a karşı IŞİD’i harekete geçirmek ve desteklemekten kaçınmamıştı.
Türkiye Hükümeti, şimdiye kadar IŞİD’le mücadelede özel bir çaba göstermedi. İslamcı teröristler rahatça sınır bölgelerinde faaliyetlerini sürdürürken enkaz haline getirilmiş Kobani’ye yapılan insani yardım, bizzat Tayyip Erdoğan tarafından engellendi.
Erdoğan’ın bu davranışında neredeyse paranoyaya dönüşen Kürt düşmanlığı önemli bir rol oynuyor. Erdoğan IŞİD’le mücadele ilan edeceğine birkaç hafta önce sınırlarımızın ötesinde bir Suriye-Kürt devleti kurulmasına asla izin vermeyeceğiz!’ açıklamasını yaptı. Hükümete yakın basın PKK ve Kuzey Suriye’deki kardeş örgütü PYD’yi IŞİD’den daha tehlikeli gösteren yayınlar yapıyor. Rojava ile dayanışmaları nedeniyle, Türkiye Kürtleri de IŞİD’in hedefi olmuş durumdalar. Kürt özgürlük hareketini reddederek fikren İslam Devleti ile kardeş olan Türk devletinden onları korumasını beklemek akıl işi değil.
Türkiye’dekinden daha sert uygulanan PKK yasağına bakıldığında Alman hükümetinin tavrı da farklı değil.  Sahte başsağlığı telgrafları gönderileceğine Kobanê’nin inşası için yardım edilmeli, Türkiye hükümetinden enkaz haline getirilmiş şehre insani bir koridor açılması talep edilmeli. Türkiye IŞİD’i desteklediği ve göz yumduğu sürece Almanya’nın Ankara ile partnerlik ilişkisi suç ortaklığından başka bir şey değildir.

Çeviren: Semra Çelik

* Ulla Jelpke Sol Parti Meclis Grubu İç Politika Sözcüsü


HERKES İRAN’A!

Manfred Schäfers et RÜDİGER KÖHN
Frankfurter Allgemeine Zeitung

İRAN’ın nükleerine dair anlaşmadan sonra Alman şirketler dünyası dört gözle ambargonun kalkmasını bekliyor. Temel İşveren örgütleri cezaların kalkmasından sonra [en erken 2016’nın başı] İran’ın dış ticaretinde hızlı bir artışın olmasını bekliyorlar. Toptan satış, Dış Ticaret ve Hizmet Federasyonu (BGA) Başkanı Anton Börner, “eğer anlaşma gerçekten yürürlüğe girer ve İran tekrar uluslararası cemaate entegre olursa, sırf 80 milyonluk bir nüfusa sahip bu ülkenin pazarı ve modernizasyon ihtiyacı bile gelecek yıllarda iki haneli bir kalkınma yaşamasına yol açabilir” diye belirtiyor.
Birkaç yıl içinde, 2005 yılında 5 milyar avro ile doruğa çıkan ticaret ikiye katlanabilir. Eğer İran yapması gerekenleri yaparsa, dışarıda bankalarda dondurulmuş 100 milyar doları aşan gelirinin serbest bırakılmasını umabilir. Petrol açısından zengin olan İran, ekonomik olarak en parlak ülkelerden birisi. Almanya, tarihsel olarak en ileri ticari ortaklarının başında geliyor, hatta uzun dönem bunların birincisiydi. 2006’da cezaların onaylanması, 2010 ve 2012’de bunların daha da sertleştirilmesinin yanı sıra Washington’un yatırım yapan Avrupa bankaları üzerine yaptığı baskılardan dolayı iki ülke arasındaki ticari ilişkiler dibe vurmuştu. 2009’da İran’ın birinci sırada gelen ticari ortağı Almanya’nın yerini artık Çin almıştı. 2007 ile 2014 yılları arasında Almanya İran ticari anlaşmaları her geçen yıl daha da zayıfladı, ama geçen yıl tekrar artmaya başladı: Yüzde 30 bir artış ile Almanya İran’a 2.4 milyar avro miktarında mal satarken, İran’da yüzde 8 bir artışla Almanya’ya 300 milyon avro oranında mal ihraç etti. İran, Almanya’nın ticari ortakları sıralamasına göre Kolombiya, Azerbaycan ve Katar’dan sonra 62. sırada. Almanya Sanayi Federasyonu İran sanayiinin altyapısının modernleştirilmesinin büyük ihtiyaçları olduğuna vurgu yapıyor. Başkanı Ulrich Grillo, “Özellikle de petrol sanayisi Almanlara donatımların inşası ve makineler satma açısından önemli perspektifler sunuyor.
Araba yapımı, kimya sanayi, sağlık ve yenilenebilir enerji sektörleri de önemli olanaklar sunuyor” diye belirtiyor. Siemens grubu da aynı telden çalıyor. İran’ın onlarca yıl yalnızlaştırılması altyapısını yenilenememesine neden oldu.  Özellikle yollar ve demir yolları bu açıdan kötü durumdalar, ama petrol ve gaz sektörleri açısından da aynı şey söylenebilir. Uzmanlara göre İran brüt petrol çıkartma donanımına büyük oranda ihtiyacı var, zira bunların bakımı çok kötü yapılmış. Dolayısıyla, Bayern LM bankasına göre eski petrol üretimi seviyesine ulaşabilmesi için İran’ın daha çok zamana ihtiyacı var. Ama petrol bu ülkenin ham ihracatının yarısını oluşturuyor. Tahminlere göre, dünya petrol rezervlerinin yüzde10’u İran’da bulunuyor. Gaz yataklarının [ki İran kesin kanıtlanmış dünya gaz yatakları rezervleri açısından birinci sırada] kullanımı içinse İran dış teknolojiye bağımlı.
Linde Alman Grubuna gazın sıvılaştırılması ve arıtımı açısından önemli perspektifler açılabilir. Ambargo kalktığında işte bu hammaddelerin kullanımı açısından ilk anlaşmalar yapılabilir. Ardından sıra tüketim sektörüne gelir. Bu petrol ülkesinde otomobil sektörünün önemli bir rolü var. Aklımıza özellikle Mercedes, BMW, Audi ve Volkswagen geliyor. Siemens açısından enerji altyapılarının yanı sıra transport sektörü de önem taşıyor. Bu grup da 1930’lu yıllarda İran’ı boydan boya geçen demir yollarının yapımına katılmıştı. Alman küçük ve orta boylu Alman şirketleri de İran’da önemli bir pazar bulabilirler: Kimileri şimdiden eski yerel şubeleri ile ilişkileri yenilemeye başladı bile. Dünyanın bir numaralı tünel delme şirketi Herrenknecht İran üzerindeki cezaların kalkmasını dört gözle bekliyor. Şirketin Genel Müdürü Martin Herrenknecht, kısa bir süre önce Tahran’daki sorumlularla görüştü, büyük ihtimalle yeni Metro hatları ve kanalizasyonlar konuşulmuştur. Kimi Batılı öngörülere göre, İran’ın GSYİH’si önümüzdeki yıl 366 milyara avroya çıkabilirmiş, yani Hesse ve Berlin eyaletlerinin birlikte gelirleriyle eş bir orana.

Çeviren : Deniz Uztopal

Evrensel'i Takip Et