13 Temmuz 2015 00:28

Savaş iklimi eşitlik ve demokrasi için de engel

Barış Bloku sözcülerinden Prof. Gençay Gürsoy’la savaş ikliminin yansımalarını, koalisyon senaryolarını ve Barış Bloku’nun yol haritasını konuştuk.

Paylaş

Serpil İLGÜN

AKP hükümetinin içeride ve dışarıda savaş yönelimine karşı oluşturulan Barış Bloku, geçtiğimiz haftanın en önemli gelişmelerinden birini teşkil etti. Milletvekili ve aydınların yanı sıra siyasi partiler, meslek odaları, sendikalar ve kadın örgütlerinin katılımıyla kurulan Barış Bloku, temel hedefini, savaş kışkırtıcılarının karşısına dikilmek, ülke içinde ve Ortadoğu’da barışı savunmak olarak açıkladı. Blok sözcülerinden Prof. Gençay Gürsoy’la savaş ikliminin yansımalarını, koalisyon senaryolarını ve Barış Bloku’nun yol haritasını konuştuk. 'Yaşanmakta olan gerilim ortamı ve kışkırtma süreci, savaşın psikolojik zeminini hazırlamış durumda' diyen Gürsoy, Çinlilere yapılan ırkçı saldırıların bu atmosferin yansımalarından biri olduğuna dikkat çekiyor.

Barış Bloku’nun hangi ihtiyaç üzerine kurulduğu ile başlayalım...
Aslında uzun süredir, özellikle 17-25 Aralık meselesi gündeme geldiğinden beri, “Hesap verilme sürecini atlatmak için bu iktidar ve Tayyip Erdoğan neler yapabilir?” sorusu Türkiye’de herkesin gündemindeydi. 7 Haziran seçimleri sonrasında, iktidar cephesinde, bu konuda bir adım daha ileriye gitme zorunluluğu doğdu. Çünkü 7 Haziran seçimlerinde iktidarın beklediği, Erdoğan’ın da beklediği şuydu; “Ben seçimden sonra bu düzeni sürdürme imkanını bulacağım. 17-25 Aralık zaten yavaş yavaş kamuoyu belleğinden de silinmeye başladı. Bu iş böyle gider.” Fakat 7 Haziran hiç de rahatlatıcı bir tablo sunmayınca, iktidar ve Erdoğan tarafından hemen o günlerde Suriye ile ilgili, gündemi savaşa doğru değiştiren bir takım söylemler çıkmaya başladı. 

Yani Erdoğan ve partisi, hesap vermemek için mi Suriye’ye savaş planını gündeme getirdi? 
Tek neden bu değil tabi ama önemli nedenlerden biri diye düşünüyorum. Çünkü bütün kavrayış eksikliklerine rağmen bu iktidar, Suriye politikasının nasıl büyük yanlışlarla malul olduğunu artık anladı diye düşünüyor insan. Dolayısıyla dışarıdan müdahale ile Suriye rejimini değiştirmek, güney sınırındaki Kürt yapılanmasının IŞİD’den daha büyük tehlike olduğunu söylemek vs. bütün bunlar iki aylık zaman içinde birbiri arkasından gelen gelişmeler. “Memleket karanlık bir maceraya sürükleniyor” duygusu kamuoyunda çok hâkim oldu, hepimizi endişelendirdi. Bütün bunların üstüne bir de son bir ay içinde sınırlara bugüne kadar gördüğümüzün çok çok üzerinde bir askeri yığınak yapılmaya başlandı. Bu tabloda, iktidarın bizi savaşın eşiğine getirdiğini düşünmek çok abartılmış bir yorum değil. Barış Bloku adımı, böyle bir ihtiyaçtan dolayı atıldı. Ve çok yaygın, çok geniş bir kamuoyu ilgisiyle karşılaştı. Böyle bir meselede hassasiyet göstermesini beklediğimiz siyasi partiler, derhal işin içine girdiler. CHP beklendiği gibi örgütsel bir angajmana girmedi ama önde gelen milletvekillerinin katılımı söz konusu oldu. Büyük emek ve meslek örgütlerinin hemen hemen tamamı katıldı. 

Belirttiğiniz gibi destekleyenler listesi bir hayli geniş. Bu açıdan Barış Bloku’nun daha önce benzer hedeflerle kurulan yapıları aşan bir karşılık bulduğu söylenebilir mi?
Evet evet, hâlâ katılım talepleri geliyor. Kamuoyundaki endişeye tercüman olduğumuzu, bu psikolojiyi doğru zamanda dile getirme fırsatı yakaladığımızı düşünüyorum. Başbakan’ın hatta Cumhurbaşkanı’nın son ifadeleri, bugünden yarına bir müdahalenin söz konusu olmayacağı izlenimini uyandırıyor. Ama yaşanmakta olan gerilim ortamı ve kışkırtma süreci, savaşın bir nevi psikolojik zeminini zaten hazırlamış durumda. Bakın mesela, sokakta çekik gözlü insanlara saldırılıyor. Koca koca erkekler bir kadını linç etmeye kalkıyorlar. Türkiye’de bunlar çok yadırganacak şeyler değil ama bu kadar abesini, bu kadar vahşi, ilkel tepkileri bugüne kadar görmemiştik. Bunlar, bütün bu savaş söyleminin, kışkırtıcılığın, tetikçiliğin sonucu. Kurt işareti ile MHP gençliği ortaya çıkıyor, “Gözümüzde tütüyor Çinli’nin kan kokusu” diye pankartlar asılıyor, düşünebiliyor musunuz? Bunlar bu iktidarın eseri. Sivas’ından Hrant’ın katledilmesine, kiliselerin basılmasına kadar dünya kadar örnekler var tarihimizde. Ama bunlar uzun zamandan beri ortaya çıkıp böyle ulu orta kamuoyunun gözü önünde çığlık atma cesareti gösteremiyorlardı. Bu cesareti veren siyasi iktidar ve başta Cumhurbaşkanı’nın kendisidir. Sınırın ötesinde sadece kendilerini savunma ve bir hayat düzeni kurmaya çalışan Rojava’daki Kürt özgürlük hareketine tahammül edemeyen siyasi iktidar, sınırının dibinde IŞİD bayrağı sallandığı zaman kılını kıpırdatmıyor. Dolayısıyla bütün bunlar kamuoyunun, en azından önemli bir kesimimin duyduğu derin güvensizliği, kaygıyı, endişeyi açıklayacak şeyler. 

Barış çağrısının bulduğu karşılık şüphesiz önemli ancak altının nasıl doldurulacağı da önemli... Barış Bloku’nun yol haritası ne olacak? Örneğin yerel ayakları olacak mı, neler yapılacak?
Bugüne kadar benzer yapılar oluşturuldu ama bu konuda çok derin bir siyasi tecrübe sahibi değiliz. Toplumu savaş tehlikesine karşı uyarma konusunda neler yapılabilir? Bunu basın açıklamasının arkasından enine boyuna tartışma imkanı bulduk. Hatay’dan başlayıp bütün Suriye sınırı boyunca, konuyu gündeme getirip, halkla ve oradaki yerel örgütlerle ortak toplantılar düzenleme; Blok’un büyük kentlerde kurulması, inisiyatifin oralara taşınması gibi konular bir eylem planı içinde düşünüldü. Sınır görüşmelerinden ve oralardaki çalışmaların arkasından Ankara’da belki bir büyük toplu gösteri yapmak, Blok’un Meclisteki milletvekilleri aracılığı ile konuyu parlamentoya taşımak, yanı sıra uluslararası organlarla, barış yapılarıyla, Suriye sınırı ötesindeki barış örgütleriyle temas etmek, örneğin Kobani’ye gitmek ve oradaki durumu gözlemlemek, orada faaliyet göstermek... Bütün bunlar tartışıldı. 
Bir önemli şey de; Türkiye kamuoyuna savaşın tehlikesini yeniden hatırlatmak. Çatışmasızlık dönemi iki-üç yılı buldu ama bir yandan da Kobani’den her gün Kürt gençlerinin cenazesi geliyor Türkiye’ye. Ve batı bunun pek farkında değil. Bunları gündeme getirmek, bu genç insanların neden hayatlarını kaybettiğini anlatmamız lazım. Şunu memnuniyetle görüyoruz ki bütün bu kamplaşma, kışkırtma çabalarına rağmen Türkiye’de önemli bir kesim gerek sınırlarımız ötesinde, gerekse içerde savaşa karşı duruyor. 

O eğilimin son oranlarını anımsatalım; Gezici Araştırma Şirketi verilerine göre halkın yüzde 91’i Suriye operasyonuna karşı. Bu potansiyeli kucaklayabilmek de önemli, ne dersiniz?
Kesinlikle, bu son derece önemli. Öteden beri Türkiye toplumunun savaşa girmeme yönünde bir talebi var. Aslında bütün halklar böyledir. Çok ender durumlarda, bir toplumsal histeri sonucu, toplum savaş ister. Biraz tarih ve siyasi bilinci olan halkların başka türlü davranması zaten mümkün değil. 
Suriye müdahalesi, savaş tehlikesi, sadece savaş kavramları içinde düşünülebilecek bir şey değil. Türkiye içindeki eşitlikçi bir demokratik ortamın doğmasına da engel oluşturur. Yani siz sınırın güneyinde 50 kilometre ilerideki Kürtleri Türkiye için en büyük tehlike olarak göreceksiniz ama bir taraftan da sınırın içindeki 15-20 milyon Kürt insanıyla barışma görüşmeleri yapacaksınız. Bunlar akıl dışı çelişkiler. Böyle şey olmaz. Bu işi Türkiye’nin sindirmesi lazım, başka hiçbir çare yok. İşte Salih Müslim’in açıklamaları; “Sınırda biz tehlike değiliz, aksine terörizme karşı güvenceyiz” dedi çok haklı olarak. Bu aklıselimi bu siyasete egemen olanlardan bekleyebilir miyiz derseniz, tereddütlüyüm. Erdoğan’ın kendini koruma refleksine AKP’nin teslim olması, o kadar ki, koalisyon görüşmelerinde bunun neredeyse bir koşul olarak sunulması düşündürücü. Yani “Erdoğan’a laf söylediğiniz zaman bu iş olmaz” noktasına kadar vardırıyorlar. 

Suriye’ye müdahale planlarının bir tür blöf olduğu; koalisyon pazarlıklarında el yükseltme, AKP-CHP seçeneğini yok etme, zaman kazanma, güvenlik sopasını kullanarak oy arttırma gibi amaçlar güdüldüğü yorumları da yapıldı. Ne düşünürsünüz bu iç siyaseti dizayn etme yorumlarıyla ilgili?
Bunlara katılıyorum. Türkiye Cumhuriyeti ordusunun üst kademelerinin de çok eğilimli olmadığı söyleniyor ama öte yandan sınıra birlikler yığılıyor. Bu yığınak başlı başına bir savaş iklimi yaratma potansiyeli taşıyor. Bakın Roboski’de Şırnak Milletvekili Ferhat Encü’nün uğradığı saldırı. Maazallah Encü’nün başına bir şey gelseydi kıyamet kopacaktı. Bunlar kıl payı savuşturduğumuz tehlikeler. Yine kamuoyuna pek yansımayan, haber bültenlerinin arasına sıkışan, şurada okul basıldı, çocukların bilgisayarlarına el konuldu, burada operasyon yapıldı şu kadar insan gözaltına alındı gibi gelişmeler yaşanıyor. Geçmiş dönemdeki gibi KCK’nin genç kadrolarını ufak ufak toplamaya başladılar. Bunlar çok ciddi tehlike işaretleri. 

Sıklaşan operasyonlar, Öcalan’a tecrit, masa devrildi yorumları… Müzakere sürecinde yakın zamanda bir gelişme bekliyor musunuz? AKP erken seçimden önce adım atar mı?
Siyasi iktidarın erken seçim dönemine kadar nasıl bir strateji izleyeceğini net olarak görmeden nasıl adım atılacağını söylemek mümkün değil. Benim izlenimim adımların yine bir söylem düzeyinden öteye geçmeyeceği. Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridin hâlâ bir santim gevşetilmemesi son derece önemli, politik bir tavrın işareti. Gerçekten insanlar çok öfkeli. Çünkü burada yapılan şey, insan haklarına aykırı. Türkiye’nin kaderini belirleyen görüşmeleri, devletin bakanlarıyla oturup tartışan bu insana bu muamele yapılır mı meselesi, herhangi bir insana yapılır mı sorusu karşısında hakikaten önemini kaybediyor.  

BARIŞ BLOKU SAMAN ALEVİ OLMAYACAK 

Barış Bloku’nun 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde neler yapmayı planlıyor? 

Evet, basın toplantımızda uzun uzun konuşuldu. Biliyorsunuz Dünya Barış Günü aslında 21 Eylül’dedir. Türkiye’de ise Dünya Barış Günü 1 Eylül olarak uzun zamandan beri kutlanıyor. 1 Eylül ile 21 Eylül arasını barış haftaları biçiminde eylemlerle geçirmek, dolayısıyla bu iki tarihi birleştirmeye çalışmak hedeflerimizden biri. Çok sayıda örgüt katıldığı için ortak bir metin çıkarmak biraz emek istiyor, zorlukları aşmak gerekiyor. Buna rağmen çok ciddi bir heyecan, çok ciddi bir kararlılık var. Zannediyorum, bu bir saman alevi olmayacaktır ve sürecektir. 

Sözünü ettiğiniz heyecanda yüzde 13 oranının etkisini gözlemliyor musunuz? Öte yandan demokrasiden ekonomiye yaşanan tüm sorunlara karşı mücadelenin daha etkin olması için demokrasi cephesinin daha da büyümesi gerektiği tespiti ve çağrısına katılır mısınız?
Kesinlikle. Bunun işaretlerini görüyoruz. Bundan aylar önce mesela ÖDP, mesela Halkevleri ile ortak çalışma konusunda bu rahat olunamamıştı. CHP içinde çeşitli biçimlerde HDP’ye yönelik dışlayıcı tavırlar vardı. Bugün bu büyük çapta aşılmış durumda. Bundan bir iki yıl önce HDP’ye karşı ulusalcı kesimlerin çok fazla sesi çıkardı CHP’de. Kürt siyasi hareketine karşı çok kategorik tavırları vardı. Bugün bunları pek görmüyoruz. CHP kamuoyu büyük oranda HDP gerçekliğini daha iyi kavradı. Dolayısıyla bir CHP-HDP yakınlaşması Türkiye’ye çok önemli bir mesafe kat ettirecektir, özellikle Kürt meselesinde. 

ERDOĞAN ERKEN SEÇİME AKP İKTİDARIYLA GİTMEK İSTİYOR

7 Haziran’dan bu yana bir gün birinin, ertesi gün diğerinin öne çıktığı koalisyon senaryolarını tartışıyoruz. Hükümet kurma görevini alan Davutoğlu bugün CHP ile görüşmelere başlayacak. Siz nasıl görüyorsunuz, koalisyon mu yoksa azınlık hükümeti mi güçlü seçenek?
Taban uyuşması nedeniyle siyasi iktidarın hedefinin MHP olduğu apaçık ortada. Buna tek engel vardı, Devlet Bahçeli’nin kategorik muhalefette kalma konusundaki tercihi. Son günlerde o ifadeler de değişmeye başladı. AKP-MHP koalisyonu şeklindeki bir stratejinin hâlâ geçerliliği var. Benim hissiyatım AKP’nin mümkün olduğu kadar tek başına hükümette kalarak -MHP’nin desteğini almak koşuluyla- azınlık hükümetini tek başına yürüterek, erken seçime gitmek istediği yönünde. Bu arada batı kamuoyunun, iş çevrelerinin istediği HDP’nin de desteği ile CHP ile kurulacak bir koalisyon. Bu anlaşılabilir bir şey. Büyük koalisyon, Türkiye’nin bu kritik durumunu iyi kötü rahatlatabilecek bir ortam yaratma ve Kürt meselesi konusunda bir takım adımlar atma olanağı verecek bir çözümdür. Ama burada en büyük engel Erdoğan. Erdoğan’ın buna evet diyebileceğine çok ihtimal vermiyorum. 

HDP’nin koalisyon tartışmaları karşısındaki pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 
Şu günkü pozisyonu HDP’yi kendi söylediğinin tersini yapma pozisyonuna düşürmemiştir. HDP izlediği siyasi çizgi de hiçbir şekilde teslimiyetçi ya da AKP ile flörtleşen bir muhteva taşımıyor. CHP-AKP iktidarında HDP’nin buna destek olması, seçim öncesi verilen sözlerin çiğnendiği anlamına gelmez. Çünkü ülkenin hükümetsiz kalması ya da AKP azınlık hükümetiyle seçime gidilme ya da bir AKP-MHP iktidarı çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Bu bakımdan, işin bir vebali varsa da bu vebali CHP ile birlikte yüklenerek, sorumluluk üstlenebilir. Siyaset böyle bir şeydir, zaman zaman siyasi kuruluşlar şartların zorlamasıyla ahlaki sınırlara varmayan bir takım tavizler verebilir, uzlaşma yolları arayabilir. Ben bunun mümkün olduğunu düşünüyorum ama tekrar belirteyim, Erdoğan’ın bunu tercih edeceğini hiç sanmıyorum, türlü türlü engeller çıkaracaktır. 

ÖNCEKİ HABER

Yusuf Halaçoğlu, Grup Başkanvekilliği görevinden alındı

SONRAKİ HABER

Devleti olmayan topluluk: Rohingyalılar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...