6 Ocak 2007 00:00

2007’nin gelişi 2006’dan bellidir


Yılın son dakikalarıydı.. Yoğun bir trafik sonucu Çamlıca’dan Boğaziçi köprüsüne iki saate nihayet varmıştık. Yaklaşık 30-35 yaşlarında bir adam üzerindeki kazağı çıkarmış, köprünün parmaklıklarına tutunuyordu. Vücudunda titreme ve gözlerinde hayal kırıklıklarından oluşan bir film şeridi vardı sanki. Belli ki cinnet dolaylarında dolaşıyordu. 2006 yılı Türkiye için ekonomik açıdan o köprüde atlamak üzere duran adamın yaşadığı hayal kırıklıklarının bileşkesi aslında.
Satış yılı
2006 genel olarak mülksüzleştirme ve buna bağlı sermayenin merkezileşmesi sürecinin -sayın bakanın deyişiyle- “babalar gibi” gerçekleştirildiği bir yıl oldu. Gima CarefourSa’ya, Yapı Kredi Bankası Koç Banka, Adabank Kuveytlilere, Tat Yatırım Bankası Merrill Lynch’e satıldı. Şekerbank’ın yüzde 34’ü Kazaklara, Finansbank’ın yüzde 46’sı Yunan National Bank of Greece’e satıldı. Denizbank’ın yüzde 75’i Belçika-Fransız ortaklığı Dexia’ya satıldı. Akbank’ın yüzde 20 hissesinin Citigroup’a satılmasına yönelik anlaşma imzalandı. POAŞ’ın yüzde 34’ü Avusturyalı OMV’ye, Telsim Vodafone’a, Atlas halının yüzde 50,1’i İsraillilere, İzocam’ın yüzde 61,19’u Fransa-Kuveyt iştirakine, Tüpraş’ın yüzde 51 hissesi Koç Holding’e, Biletix Amerikalı Ticketmaster’a satıldı. Liste uzayıp gidiyor ... Bu görünüm bize sermeyenin kendi içerisinde yeni bir dağılım içerisine girdiğini göstermektedir. Bankacılık sistemi tamamen yabancılara bırakılırken, enerji alanında yabancı destekli Türk grupların etkinliğini artırmaya çalıştığını görüyoruz. Yabancı bankaların oranı yüzde 45’lere dayandı ve bu durum içeride neredeyse coşkuyla karşılanır oldu. Tüm bu coşku içerisinde önceden özelleştirilen bir çok firma kepenk kapattı 2006’da ya; varsın olsun! Bir sefer satmaya başlayınca alışkanlık yapıyor ne var ne yok satmaya başlıyorsunuz. 2006 yılında özelleştirmelerin yüzde 71’i blok satış halinde gerçekleşti.Sermayenin merkezileştirildiği ve ortak kazanımların eritildiği bu süreç gelecek açısından daha fazla eşitsizlik ve yoksulluğa ortam hazırlıyor. Bir yandan, başlıca enerji kuruluşlarını özelleştiren hükümet diğer yandan dış borçlarını savunurken “n’apalım ülkemiz enerji bağımlısı” diyebiliyor...
Açık artıyor...
AKP hükümetinin iktidara geldiği 2002 yılında cari açık 1,5 milyar dolarken 2006 yılı sonu itibariyle 31 milyar doları aştı. İthalat 50 milyar dolardan 150 milyar dolara çıktı ve Türkiye iyiden iyiye dışa bağımlı hale geldi. İhracatın itici gücünü oluşturan tekstil sektöründe 2006 yılında üretim yüzde 10 azaldı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) son yayımladığı verilere göre 2006 Ocak-Kasım döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre dış ticaret açığı yüzde 25,4 oranında artarak 49 milyar dolara yaklaştı. 2002 yılında 36,5 milyar YTL olan borç stoku 2006 yılına gelindiğinde 252 milyar YTL’ye dayandı.
Büyüme işsizlik yaratıyor
Beş milyona yaklaşan işsiz sayısı ama bir taraftan büyüyen ekonomi, eşitsizliğin en önemli sebebi. 2006 yılında ekonomik büyümenin kapasite kullanım oranındaki artış ve işgücü verimliliğindeki (sömürüsündeki) artışa bağlı kılındığını görüyoruz. Kapasite kullanım oranı yüzde 81’lere kadar çıktı. Bir taraftan yeni çalışma biçimleri ve diğer taraftan gün geçtikçe artan işsizler ordusu halihazırda çalışanlarında baskılanmasının en önemli araçları oldu. Aşağıdaki tablo büyümenin kaynaklarını görmemiz açısından önemli.
2006 yılı imalât sanayiinde verimlilik endeksi

(Bir Önceki Yıla Göre Değişim)
Çalışanlar Endeksi 1,2
Çalışılan Saat Endeksi 1,5
Kişi Başına Kısmi Verimlilik 7,6
Saat Başına Kısmi Verimlilik 7,9
Kaynak: TÜİK

Çalışan sayısında ve süresindeki azalışa karşın kişi başına ve çalışılan saat başına kısmi verimlik endeksindeki yüzde 8’lere yaklaşan artış insanın robotlaştırıldığı ve ücret, sosyal hak gasplarıyla da adeta köleleştirildiği ve işi yapamaz hale geldiğinde de kapının önüne atıldığı bir sanayi ilişkisi görüntüsü yarattı. 2006 yılında gazetemizde okur mektuplarında çalışma yaşamının köleleştirici ilişkilerini bizzat yaşayanların anlattıklarından hep beraber defalarca okuduk.
Vergi sorumluluk peki kamu harcaması?

Vergi yükü 1975’de yüzde 16 iken bu oran 2006’ya gelindiğinde yüzde 35’e dayandı. Yani hükümetler bir yandan kamu harcamalarını kısıp, eğitim,sağlık ve sosyal güvenlik alanında sosyal devletin gereklerinden kaçarken bir yandan da çalışanlar üzerindeki vergileri artırarak verdiklerini geri almaktadır. Vergi yükünün artması demek ödediğimiz vergilerin bizlere daha az harcanması, borç faizlerine ve başka kesimlere kaynak olarak aktarılması anlamına geliyor. Bu sebeple borcunu ödeyemeyen Mili Eğitim okullarının elektrikleri, suları kesiliyor. Haraç vermeyen velilerin çocukları okullara kayıt ettirilmiyor. Üniversitelerde yemekhaneler özelleştiriliyor. Mediko sağlık hizmetleri sona erdiriliyor.
İstikrarsız piyasalar
Gerek dalgalanan döviz kuru ve gerekse ani iniş çıkış içindeki borsa endeksi 2006 yılında günlük ekonomiye dair sokakta en çok konuşulan konuların başında geldi. Mayıs-Haziran döneminde mali piyasalarda yaşanan çalkantı ve spekülatif yabancı sermayenin kaçışı Merkez Bankası’nı faiz hedeflerinden uzaklaştırdı. Yaşanan bu dalgalanma emekçilere enflasyon olarak geri döndü ve açık enflasyon hedeflenmesi başarısızlıkla sonuçlanıp Tüketici Fiyatları Endeksi tekrar çift haneli rakamlara taşındı.
Sosyal güven(siz)lik sistemi
2006 yılının belki de en önemli sosyo-ekonomik olayı ise hükümetin bir ev ödevi disipliniyle hazırladığı Genel Sağlık Sigortası (GSS) ve yeni Sosyal Güvenlik Sistemine ilişkin yasaların meclisten geçmesi oldu. Uygulanması Anayasa Mahkemesi tarafından –son anda- 6 ay uzatılan yasa, emekçilerin kazanılmış hemen hemen bütün haklarını gasp ediyor. Anayasa mahkemesinin yasada iptal ettiği maddeler ise emekçi kesimlerde tam bir hayal kırıklığı yarattı. Yasa iptalinden SSK ve Bağkur’a bağlı çalışan emekçileri koruyucu herhangi bir iptal kararı çıkmadı. Emekçiler bugünlerde 1990’ların başına kadar fazla veren sosyal güvenlik sisteminin nasıl olup da birden açık vermeye başladığını ve bu açığın yükünün neden tekrar emekçilere yüklendiğini soruyorlar.
Sonuç olarak, 2006 yılı ekonomik ve sosyal kazanımların ve ekonomik bağımsızlığın hızla yok edildiği bir yıl olarak tarih sahnesinde yerini aldı. Fakat 2006 yılının 2007’ye bıraktığı miras halkın gelecek beklentileri karamsarlaştırdı. Bu hayal kırıklıkları neticesinde bazıları 2007’yi boğaz köprüsüne asılı karşıladı(?) kimileriyse çalışma koşullarının iyileştiği, sosyal hakların geri kazanıldığı, işsizliğin yok edildiği, eşitsizliklerin ve yoksulluğun azaldığı bir yıl umut etti. Umudunuzun hiç eksilmemesi dileğiyle...
Dr. Sinan Alçın

Evrensel'i Takip Et