19 Ocak 2007 00:00

ÖZGÜRCE


“………. Parlamento, Türk sosyal güvenlik sisteminin bütünüyle elden geçirilmesini teminen, Mayıs ve Haziran 2006 aylarında sosyal güvenlik reformuna ilişkin yasama faaliyetinde bulunmuştur. Böylece basitleştirilmiş, bürokrasisi azaltılmış, herkes için hakların ve sorumlulukların eşit olduğu, 18 yaşın altındaki tüm çocuklara ücretsiz sağlık hizmeti sağlanan bir sosyal güvenlik sistemi oluşturulmuştur. Reformun amacı sosyal güvenlik sisteminin uzun vadede mali istikrarını sağlamak ve en yoksullara yardımı düzenlemektir. Yeni oluşturulan Sosyal Güvenlik Kurumu’nun idari kapasitesinin iyileştirilmesi sürmektedir. Sosyal güvenlik sisteminin denetim kapasitesinin güçlendirmesi gerekmektedir.”
1 Ocak 2007 tarihinde yürürlüğe girecek olan ancak, 2006’nın son günlerinde bazı hükümleri Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen 5510 sayılı “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu”nu olumlayan bu pasaj, Avrupa Komisyonu’nun 8 Kasım 2006 tarihinde yayınladığı 2006 İlerleme Raporu’nun Üyelik Yükümlülüklerini Yerine Getirme Kabiliyeti başlığı altındaki sosyal politika ve istihdam konularının değerlendirildiği bölümden olduğu gibi alınmıştır. Burada sözü edilen “reform”a sendikalar, “sosyal güvenlik hakkımızı, sağlık hakkımızı ortadan kaldırıyor” diye çeşitli zamanlarda eylemlerle karşı çıkmışlar ise de sesleri çok cılız çıktığı için “reform” Meclis’ten rahatlıkla geçmiştir.
Sendikaların engelleme konusunda hiçbir varlık gösteremediği ancak, Anayasa Mahkemesi’ne takıldığı için yürürlüğe giremeyen “reform”un önce 1 Temmuz 2007’ye ertelendiği duyurulmuştu. Şimdi de Devlet Bakanı Babacan “reform”un seçim sonrasına ertelendiğini açıkladı. Ertelemenin nedeni çok açık, AKP Hükümeti toplumun hemen tümü için en temel hak olan sağlık ve sosyal güvenlik hakkını ortadan kaldıran bu “reform”u getirmeye cesaret edemiyor.
Peki, hükümetin seçim öncesinde gündeme getiremeyeceği kadar toplum için olumsuz olan bir düzenlemeye sendikalar neden reformun getirilme sürecinde yeterince karşı çıkamadılar? Bu soruyla sosyal güvenlik reformu ile ilgili katıldığım toplantılarda sıkça karşılaşmaktayım. Sorunun bütünüyle olmasa da cevabı, yazının başındaki pasajda saklıdır.
Uzatmadan söyleyelim, Türkiye’de sendikaların ve işçi sınıfının kurtuluşunu AB’ye havale eden sendika(cı)lar, AB’ye girince tüm bu sorunlar çözülecek diye ve AB’nin isteklerine karşı olmamak için ciddi bir mücadele örgütlememektedir. Bunu hangi verilere dayanarak mı iddia ediyorum? Sendikaların mücadeleyi örgütledikleri en önemli faaliyet eğitim çalışmalarıdır. Buyurun, sendikaların eğitim programlarına, yayınlarına bakın. Ya da uzun uzun bunlarla uğraşmayın yönetim kurulu kararlarına, genel başkanların ya da diğer yetkililerinin söylevlerine bakın…
Bu durum sadece, sosyal güvenlik ve sağlık reformuyla mı sınırlıdır? Değildir elbette, AB’nin Türkiye’yi değerlendirdiği bu raporlarda TÜPRAŞ, ERDEMİR ve TELEKOM başta olmak üzere özelleştirmeler de övülmektedir. Ayrıca, başta eğitim ve sağlık olmak üzere kamu harcamalarının kısıtlanması ve kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması, personel giderlerinin yani, ücretlerin kısıtlanması, esnek çalışmanın yaygınlaştırılması gibi emekçinin köleleşmesine, yoksullaşmasına, işsizleşmesine neden olacak daha nice konuda da hükümet övülmekte ya da bunları yeterince yaşama geçiremediği için eleştirilmektedir. AB’yi koşulsuz şartsız destekleyen sendika(cı)lar ise asli görevleri olan Türkiye’de emeğin, emekçinin haklarını savunmayı bu çelişkilere kurban etmektedir.
Sendika(cı)ların içinde bulundukları AB ile emekçilerin çıkarları arasındaki çelişkili durum, bugüne değin birçok yeni liberal düzenlemenin yaşama geçirilmesine hizmet etmiştir. Önümüzde aynı doğrultuda getirilecek daha birçok düzenleme vardır. Bunlarda da aynı hataların tekrarlanmaması için ve belki daha da önemlisi sendika(cı)ların önümüzdeki seçimlerde yine aynı çelişkilerle tavır belirlememesi için tüm sendika üyelerinin sendikalarına sahip çıkıp, duruma müdahale etmesi gerekmektedir. Elbette sendika(cı)ların da daha geç olmadan emekçilerin ihtiyaçları ile AB arasındaki çelişkileri görüp, gerçekçi bir çizgide mücadeleye yönelmeleri gerekir. Zira, emekçilerin haklarına yönelen düzenlemeler dört bir koldan devam etmektedir. Seçimlerin ardından bugünküne benzer bir tablo ortaya çıkarsa bu süreç çok daha hızlanacaktır. Bu koşullarda, “AB’nin birtakım haklar getireceği palavrası” bir tarafa bırakılıp seçim süreci, önümüzdeki dönemin mücadelesi için bir başlangıç olarak değerlendirilmelidir.
Özgür Müftüoğlu

Evrensel'i Takip Et