29 Ocak 2007 01:00

KONUM


Hrant Dink’in öldürülmesine gösterilen tepkiler ve cenaze törenine yüzbinlerin katılması, barış, demokrasi ve halkların kardeşçe yaşama mücadelesi bakımından acıyı umuda çeviren bir gelişme oldu. Fakat bugün, Dink’in cenazesinde ortaya konan tepkinin gücünden korkan ırkçı-şoven ve gerici kesimler, atılan sloganları gerekçe göstererek cenaze üzerinden bir kamplaşma ve gerilim yaratmaya, emek ve demokrasi güçlerini püskürtmeye çalışıyor.
Cinayetin ardından katillerle bağlantıları ortaya çıkan BBP, MHP gibi kafatasçı partiler, cinayeti, “Türkiye’ye karşı dış güçlerin bir komplosu” olarak değerlendiren kızıl elmacı ırkçı-şoven kesimler ve din üzerinden siyaset yapan Saadet Partisi gibi gerici güçler, geri bilinçli halk kesimlerini kışkırtma noktasında birleşmişlerdir. Cenazede atılan “Hepimiz Hrant Dink’iz”, “Hepimiz Ermeniyiz” sloganlarındaki sahiplenme ve dayanışmadan rahatsız olan SP Genel Başkan Yardımcısı Şevket Kazan, “Biz Mehmet, Hasan, Hüseyin’iz. Biz Hrant değiliz, biz Ermeni değiliz” derken, Tercüman Gazetesi de gerici-milliyetçi tepkileri rant ve tiraja dönüştürmek için “Hepimiz Türküz”, “Türküm diyemeyen defolsun gitsin” gibi manşetlerle “habercilik” yapıyor. “Türk topraklarında yaşayan gerçek Türk vatandaşlarının” tepkilerine ‘tercüman’ olan bu gazete, işi, her geçen gün daha ileriye taşıyarak “cenazeye katılarak slogan atan vatan hainlerinden hesap sorulması” noktasına getirmiştir.
Hükümet geçtiğimiz günlerde Trabzon valisi ve emniyet müdürünü görevden aldı ama linççileri “duyarlı vatandaşlar” olarak sahiplenen, daha savcılar iddianamelerini hazırlamadan Dink cinayetinde örgüt bağlantısı olmadığını söyleyen İstanbul Emniyet Müdürü Cerrah ile önceki cinayet ve olaylardaki tutumu bir tarafa, papaz Santoro cinayetinden sonra gerekli araştırmaların yapılıp önlemlerin alınması konusunda adım atmayarak yeni cinayetlerin önünü açan İçişleri Bakanı Aksu hâlâ görevleri başındalar. Bütün bunların ötesinde Ogün Samast’ın yakalandığı Samsun’da, Emniyet Müdürlüğü’nde üzerine “Vatan toprağı kutsaldır. Kaderine terk edilemez” yazılı Türk bayrağı önünde fotoğrafının çekilmesi, Samast’ın, emniyet güçleri için bir katil değil kahraman olarak kabul edildiğini gösteriyor. Yine İstanbul Emniyeti’ndeki sorgusunda “Pişman değilim” diyen Samast’a, polislerin Fatih Sultan Mehmet’in fermanını getirip okuması, katilden çok onu sorgulayanların zihniyetini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Fermanın okunmasından sonra katil ağlayıp pişman olmuş! Peki, burada Samast ile sorgucu polisler arasında, katilin Fatih’in fermanından önceden haberdar olmaması dışında bir fark kalıyor mu?
Bugün, cenaze töreninden sonra geliştirilen ırkçı-gerici söylem ve tutumların başka konu ve araçlarla sürdürülmesi yönünde adımlar atılmaktadır. TÜSİAD’ın demokratikleşme konusundaki açıklamalarına, Türkeş’in Sabancı’ya yaptığı “çizmeyi aşma” uyarısına benzer bir tepki gösteren MHP lideri Bahçeli, “TÜSİAD’ı PKK destekçiliği” yapmakla suçlamaktadır. Bahçeli’nin bu çıkışı, siyasi rakibi M. Yazıcıoğlu tarafından da desteklenmektedir.
Dink cinayetinde gerici-milliyetçi yaklaşımlardan uzak durmaya çalışan AKP Hükümeti, PKK ve Kerkük meselesi üzerinden yeniden bu söylem ve tutuma yönelmiştir. Anayasa’yı değiştirerek demokratik bir anayasa oluşturulmak bir yana 301. maddeyi bile kaldırmayan bir hükümetin başı olan Erdoğan, Irak Anayasası’nın bu yıl sonunda öngördüğü Kerkük Referandumu konusunda “Anayasa dediğin nedir, oturursun yenisini yaparsın” demektedir. Söz konusu olan Kürtlerin geleceklerini belirlemelerini, güç kazanmalarını engellemek olunca, hiçbir engel tanımıyor Başbakan. Dışişleri Bakanı Gül de Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu toplantılarında, “Türkiye’nin Irak’ın toprak birliği konusundaki hassasiyetleri”yle ilgili mesajlar vermektedir. Hükümetin yönelimi, ilerleyen günlerde Kürt sorunu merkezli PKK, Kerkük gibi konuların ülke gündeminin başında yer almayı sürdüreceğini göstermektedir.
2006 sonunda yapılan ‘Türkiye Barışını Arıyor’ konferansının yarattığı olumlu etki ve Hrant Dink cinayetine karşı yüzbinlerin gösterdiği tepki ve duyarlılık, aynı zamanda seçim yılı olan 2007’nin barış ve demokrasi güçleri bakımından önemli olanaklar sunduğunu göstermiştir. En son Boğaziçi Üniversitesi’nde, başta Rektör Prof. Ayşe Soysal olmak üzere 135 öğretim görevlisinin, TCK’nın 301. maddesinin kaldırılması için yayımladığı bildiri, bu bakımdan anlamlı ve öğreticidir. Ama barış ve demokrasi güçlerinin, ortaya çıkan olanak ve potansiyeli örgütlü ve birleşik bir güç haline getirmek için adım atmamasının, onları etkisizleştirip parçalamak için yeni hamleler yapan gerici güç odaklarını güçlendireceği de unutulmamalıdır. 2007’nin ne getireceği, ülkenin dört bir tarafındaki emek, barış ve demokrasi güçlerinin, halkların eşitliği ve kardeşliğine dayalı demokratik bir ülke kurmak için güçlerini bir ‘cephe’ olarak örgütleme yeteneği gösterip gösterememesine bağlıdır.
Çetin Diyar

Evrensel'i Takip Et