30 Ocak 2007 01:00
GÖZLEMEVİ
Ünlü besteci Aloisius Ludwig Minkus ile klasik balenin babası olarak ünlenen koreograf Marius Petipanın ortak şaheseri La Bayadère-Tapınak Dansçısı ilk kez üç perde olarak İstanbullu sanatseverlerin karşısına çıktı. La Bayadère, romantik ve klasik dönemlerin arasında önemli bağlantılar kuran ve kendisinden sonra gelen Beyaz Balelerin habercisi olan yapıt olarak da anılmakta. İlk sahnelenişinden bu yana tam yüz otuz yıl geçmiş. Yüz otuz yıl geçmiş, ama hâlâ popüler. On yıl önce Ankarada Türkiye prömiyeri yapılan yapıt, Hindistanda geçen konusu, aşk ve entrika yüklü sihirli atmosferi, Marius Petipanın gerçekten eşsiz koreografisi, Minkusun müziğinin melodik çekiciliği yanı sıra, gösterişli törensellik ve etnik çeşniler içeren sahneleri ve mükemmel danslarıyla şimdi de İstanbullu klasik baleseverlerin kulaklarını ve göz külhanlarını doldurmakta.
Bellek tazeleme bölümü
Minkus, genç yaşta edindiği başarıların ardından yaşamının en verimli döneminde (1877) La Bayadèrei bestelemiş. Petipa ise, 1869 yılından sonra, büyük ölçekli baleler ile ilgilenmeye başlamış bir koreografmış. Bunlar arasında bulunan La Bayadère klasik balenin en ünlüsü olarak Minkus ve Petipayı ölümsüzleştiren yapıt olmuş. İlk kez St Petersburgdaki Kirov Mariinski Operasında 4 Şubat 1877de sahnelenen La Bayadèrein, Rusya dışında ilk sergilenişiyse Londrada 4 Temmuz 1961de Gölgelerin Krallığı adıyla gerçekleşmiş. La Bayaderein Türkiye prömiyerinin 31 Mart 1977de Ankara Devlet Opera ve Balesince yapıldığını, İstanbul Devlet Opera ve Balesindeyse 1983-84 sezonunda tek perde olarak Oytun Turfanda tarafından sahnelendiğini de anımsayarak belleğimizi tazeleyelim.
Konu oldukça klasik
La Bayaderein öyküsü her ne kadar karışık görünse de, oldukça klasik bir konuyu içermekte. Öykü Hindistanda geçiyor. Öyküde Tapınak dansçısı (Bayadère) Nikiya (Burcu Boravalı / Tülay Yalçınkaya) ile asil savaşçı Solorun (Ediz Ergüç / Berk Sarıbay) aşkı anlatılmakta. Soloru, kendi kızı Gamzatti (İlke Kodal) ile evlendirmek isteyen Raja (Ender Savaşkurt), Nikiyanın öldürülmesine karar veriyor. Gamzatti ve Solorun nişan törenlerinde dans etmek zorunda olan Nikiya, Raja ve kızı Gamzattinin çiçek sepeti içine sakladıkları zehirli bir yılan tarafından öldürülüyor. Solor, üzüntü ve umutsuzluk içinde içtiği afyonun yarattığı duygulara kapılıyor; ölen dansçıların ruhları, aralarında Nikiya ile birlikte Solora görünüyorlar.
Koreografinin olamazca güzelliği
St. Petersburgtaki ilk gösteriminden bu yana yüz otuz yıl geçmesine karşın, bu yapıtın hâlâ adından söz ettirmesinin nedeni, hiç kuşku yok ki koreografisinden kaynaklanmakta. Yoksa, bana sorarsanız Minkusun müziği neresinden dinlerseniz dinleyin basmakalıp bir bale müziği kıvamında. Adagiolar film müziği gibi. Ritim deseniz vals takıntısında. Oysa, özellikle üçüncü perde gerçek bir koreografi harikası. Marius Petipa, üçüncü perdede tahta nefesli sazların müziği yükseltmesini, yükseltinin kornetler ile yoğunlaşmasını, nefeslilerin kemanlarla yer değiştirmesini şaşırılacak bir beceriyle harekete bağlamış. Seyirci konuyu, müziği falan unutup, dansın büyüsüne kapılıyor. Yirmi dört gölgenin birbiri peşi sıra uzun sıra oluşturması seyredeni bir anda büyülüyor. Natela Arobelidze eseri sahneye koyarken Petipanın koreografisine olduğu gibi uymuş. Kendi artistik yansımalarının yapıta yansıdığıysa meşkuk. Elşad Bagirov yönetimindeki orkestraya gala akşamı iyi dedim de, ikinci gösterimde nedense pek cansız, pek isteksiz bir icra buldum.
Dekor-kostüm büyücüsü
Osman Şengezer
Günümüze gelene dek dekorda birçok değişiklik yapıldığı da La Bayadèree gitmeden önce edindiğim bilgiler arasında. Örneğin, dansçıların ve ölüm sahnesinin ön plana çıkması için tablolar azaltılmış ve yıkım sahnesi kaldırılmış. Rudolf Nureyevin 1992 yılında yapmış olduğu bu değişiklikleri Osman Şengezer bir güzel harmanlamış ve ortaya söylencenin masalsı atmosferine uygun bir Hint süsleme sanatı çıkmış. Hinduların hac merkezlerinden biri olan ve günümüzde UNESCOnun Dünya Mirası Listesinde yer verdiği Konaraktaki 13. yüzyıldan kalma Güneş Tapınağına saygısından dolayı Buda Heykelleri yerine, 12. yüzyıldan kalma Dansın Lordu olarak anılan Nataraja figürünü kullanmış. Ana renk olarak benimsediği anıtsal Hint mabetlerinin güneş altındaki rengine, Metin Koçtürkün ışık tasarımı da olabildiğince yardımcı olmuş. Şengezer, hiç kuşkum yok ki bale dekorunun tüm sanatların kesişme noktasında yer alan konumunu çok, ama çok iyi biliyor. La Bayadère yorumuyla artistik duyarlılığını, yaratıcı gücünü, deneyimini ve yeteneğini aracı kullanmadan sergiliyor. Gene Osman Şengezer imzalı giysiler de, egzotizmi mükemmel yansıtmakta.
Şengezere vefa borcumuz var
Yeri gelmişken deyivereyim, La Bayadèrein ikinci gösteriminden önce Osman Şengezer için küçücük, kısacık, ama fevkalade anlamlı bir jübile yapıldı. İstanbul Devlet Opera ve Balesi Genel Sanat Yönetmeni ve Müdürü Kerim Soysal kurumun emekli olan Başdekoratörüne bir plaket, sanatçılarsa çiçekler sundu. Şengezer öz konuştu: 46 yıllık üretim, 460 tasarım Mütevazı vefa borcu ödenmesinden hoşnuttu Şengezer. Sesi hafifçe titredi, vücudu 46 yıllık üretiminin, emeğinin üstünde dineldi, yüceldi.
Önerim şu ki...
Şimdi, Osman Şengezerin La Bayadèredeki dekorunu ve kostümlerini mutlaka görmenizi öneriyorum. Görünüz ve kısaca 65 yaş yasası olarak tanımlanan bu yasal garabete siz de bana eşlik ederek verip veriştiriniz. Sanatçı emekli olur mu bre aymaz kanun koyucular deyiniz. Osman Şengezer için, yıllardan bu yana neden büyücü tanımlamasını yapmaktayım, bana hak veriniz. Sanatçının yaşlanmadığına; olsa olsa olgunlaştığına, büyüdüğüne, bilgeleştiğine tanıklık ediniz. Osman Şengezerin sanatsal kimliği, kişiliği karşısında, siz de benim gibi ediniz, saygıyla eğiliniz.
Dansçılar genel anlamda başarılı
Özetlemek gerekirse, İstanbul Devlet Opera ve Balesi, her yönüyle çok zor olan bu yapıtı başarıyla sergilemekte. Herkesin görevini bihakkın yaptığı bu lirik-dramatik üç perdelik balede, özellikle akademik ve fevkalade profesyonel bir çalışma gerektiren rollerden Nikiyayı dönüşümlü oynayan Burcu Boravalı ve Tülay Yalçınkaya ile Solorda Ediz Ergüç / Berk Sarıbay ikilisi hem sololarında, hem pas de deuxlerinin attitudelerinde iyi değiller. İstemeden yaptığım iyi değiller kondurmamı özellikle Boravalıda heyecana bağlıyorum. Dördünün de battularını pek sevdiğimi söylemeden edemiyorum. Diğer iki castı göremediğim için doğal olarak yorum yapamıyorum. İlke Kodal, Gamzattide uygun fiziği ve diri dansıyla dikkat çekmekte. Pointeleri de iyi Kodalın. Altın Solistte Erhan Güzel, tüm kaslarıyla vücuduna egemenliğini pek güzel kanıtlıyor da arabesquelerde zayıf. Ama aynı rolde izlediğim Ediz Ergüç, Güzelin bu eksiğini pek güzel kapatmakta ve La Bayadèree Altın Solist olarak mührünü basmakta. Tamburin Solist ve İndus Solist Tatyana Egeliye hiç sözüm yok. Özeklikle Pas seullerinde pirounetteleri mükemmel. Ne yalan söyleyeyim, Tatyana Egeli özel olarak kutlanmayı hak ediyor. Aynı kutlamayı Grand Pas dört solist çift için ve İndus Solist Erkekler Cem İndere ve Can Tunalı için de yineleyebilirim. 1. Solo da Zuhal Balkanı da övgüden mahrum etmek doğru olmaz. Bu arada, Tamburin Kızların da mükemmel bir uyum içinde dans ettiklerini söylemeliyim. Üçüncü perdedeki Gölgelerde rol alan dansçılarınsa birer birer alınlarından öpmek isteğindeyim.
Kısacası, İstanbulda oturuyorsanız ya da İstanbula gidip geliyorsanız, az buçuk dahi olsa sanat zevkiniz varsa ve daha La Bayadèrei görmediyseniz, bilesiniz ki sizin adınıza üzüm üzüm üzülmekteyim.
(Atatürk Kültür Merkezi / Büyük Salon 0212 251 10 23 3 Şubat Saat 15.30; 21 Şubat Saat 20.00de )
Üstün Akmen
Evrensel'i Takip Et