5 Şubat 2007 01:00

MEDYADA GEÇEN HAFTA


Bu kez de Başbakan’ın ağzından “temiz internet” diye bir kampanya başlamış olduğunu öğrendik. Yasa tasarısı netleştikçe tartışılmaya başlıyor, ama Ulusa Sesleniş konuşmasından da anlaşıldığı kadarıyla bütün algılama, “güvenlik” meselesi merkezli. Bunu “internetin temiz bir iletişim aracına dönüşmesi” ile açıklıyor Başbakan.
Daha önce de gündeme geldi; internet, denetim bakımından çok güç bir ortam. Bir düzenlemeye ihtiyaç duyduğu muhakkak ama bir siteyi engelleseniz, hemen başka yerden yayına devam etmeyeceğini güvence altına almanız mümkün değil. O zaman da “Arama motoruna şu şu kelimeler yazılamasın” gibi yasaklar gündeme geliyor. Bu, çok tehlikeli sonuçlara yol açabilecek bir şey. Zaten sansürden çok çekmiş bir toplum olduğumuzdan, bu uygulamalar fazlasıyla kuşku yaratıyor. Denetim diye diye saçma yasaklara mahkum olmamalıyız.
Meselenin başka boyutları da var. Örneğin internet kafelerden söz ediyor Başbakan. İnternet kafelerde neler yapıldığına bakarsanız, birincisi internete girenlerin sayısının ne kadar az olduğunu görürsünüz. Bir kafeye gittiğinizde “internetli bilgisayar” istediğinizi belirtmeniz gerekir. Çünkü çoğunlukla oyun oynamaya ayrılmıştır her yer. İnternete girenlerin yaptığı da eskiden “chat” adıyla moda olan, internet üzerinden sohbet etmekten ibaret. Bunun için bazen kimi sitelerin forum sayfaları kullanılır, çoğunlukla siteye bile gerek yoktur.
Gençlerin, vakitlerini böyle bir ortamda boşa harcamaları elbette hoş değil. Ama hangi yasakla bunun önüne geçeceksiniz? Öyle görünüyor ki bir kez daha nedenler yerine sonuçlarla uğraşılıyor. ‘Ogün Samast internette çok vakit geçirdi, beyni yıkandı, cinayete kalkıştı; öyleyse internet, insanları suça teşvik eder’ diye bir mantık yürütme olamaz.
‘Derin’de bir gezinti
Hrant Dink cinayetinin yankıları devam ederken haftaya damgasını vuran olaylar; önce, önceden haber alındığı halde cinayetle ilgili bir önlem alınmaması, hemen ardından da Samsun Emniyeti’nin çay ocağında çekilen görüntüler oldu. Medya, bir yandan sıcak gelişmelerin peşinde koşarken diğer yandan ister istemez bir “derin devlet” tartışmasının ortasında buldu kendini.
Kavramın kendisinden başlayalım. Bir miktar kafa karıştırıcı görünüyor “derin devlet” sözü aslında. “Kontrgerilla”, ne gazetelerde ne televizyonlarda pek sarf edilen bir söz değildir örneğin. Oysa kontrgerilladan söz etsek; herkes aynı şeyi kast ederek konuşuyor olurdu. Aynı örgütlenmeyi karşılamak üzere “çete” de özellikle Susurluk döneminde yaygınlaşan bir başka ifade. Bugünkü belirsizlik, yarın çok daha ciddi bir inkar olarak karşımıza çıkıyor aslında.
Biraz açmak gerekirse; bütün bu “derin devlet” tartışmaları, halkın gözünde bir an önce açığa çıkarılması gereken karanlık, kirli, demokrasiyi tehdit eden ilişkileri işaret ediyor. Üstelik, özellikle katil zanlısıyla birlikte poz veren polis ve jandarma yetkililerinin görüntüleri tazeliğini korurken ciddi bir “suçüstü” durumuyla karşı karşıyayız. Buna rağmen “derin devlet”in olumlu bir anlamı olduğunu, bu ilişkilerden daha önemli başka sorunların olduğunu iddia edebilen yorumlar, ortalığa saçılmış durumda.
Bu nedenle, birkaç gün önce biraz belirsizlik gibi görünen ifadeler, bugün çatlak seslere, yarın bir bakmışsınız topluca bir unutturma operasyonuna dönüşmüş.
Bir gazetecinin, bugün “derin devlet”i savunması; kendisinden gerçeği duymayı bekleyen milyonlarca izleyicisine, okuruna yapılabilecek en büyük kötülüktür.
İşte size bazı örnekler: Milliyet, Dink cinayeti işlendiği günden bu yana gelişmelerin en çok üzerine giden gazetelerden biri; öyle biliyoruz. Bir de Milliyet’in “baş”yazarı Güneri Cıvaoğlu’nu dinleyin: “Trabzon varoşlarındaki internet kafelerde, lümpen gençlerin kendi aralarında örgütlenerek, atış eğitimleri yaparak ve hedef belirleyerek uyguladıkları cinayet senaryosunun da “derin devlet”le ilgisi yok. (…) Yerkürede her ülkenin “derin devleti” olduğu bir gerçektir. Ülkenin yüksek yararlarını savunurlar. Özellikle devletin bütünlüğünü ve egemenliğini kundaklamak üzere kurulmuş karanlık tezgahlara karşı “derin devlet” devreye girer.” (Milliyet, 1 Şubat)
Kendince “derin devlet” konusunu açan Başbakan Erdoğan’ı eleştiren Cıvaoğlu, sınırı, “derin devletin” “kirli devlete” ya da “çete devletine” dönüşmesini “yanlış” ilan ederek çizmiş.
Ya Ertuğrul Özkök?.. Ki kendisi “derin devlet kavramını literatüre sokmak”la övünmeye bile başladı. Oysa derin devletin en derin savunucusu olmaktan vazgeçmiyor, üstelik provokatif olduğunu bile bile.
Şöyle bir özet yapalım. Hafta boyunca nelerin gündemde olduğunu, tartışıldığını bir düşünün ve bir de Ertuğrul Özkök’ün polemik gündemine dikkat edin:
Pazartesi günü (rakip grubun meydan okuması gibi) olağanüstü bir durum olmadıkça yazı yazmıyor. Salı günkü köşesinde, aylar önce Konya’da bir testisi alınan gençle ilgili haberin yalanlanmasından dolayı özür diledi. Daha da çok Uğur Dündar’ı ortada bırakan bir üslup kullandı. Çarşamba günkü hedefi Ermenilerdi: “Bu Ermeniler adam olmaz” dedi ve Ermeni entelektüellerini, Etyen Mahçupyan’ı “daha dikkatli” bir dil kullanmaya çağırdı. Perşembe günü, faili meçhul siyasi cinayetleri sayan kimi yazarları eleştirdi; çünkü saydıkları isimler arasında Çetin Emeç’i anmıyorlardı. Cuma günü ise “derin devlet”i sorumlu tutan aydınları eleştirdi; çünkü bu, o gençlerin psikolojisinin görülmesini engelleyen bir bahaneydi. Cumartesi de katilli pozlara bakıp derin devleti görenlere yüklendi, bu kez de asıl sorumlu olarak “sızdırma”yı gösterdi.
Bu “sızdırma” eleştirisi çok tuttu zaten. Atv Haber’den Cumhuriyet’e, Güneş gibi gazetelere kadar “Asker hedef gösteriliyor” iddiasıyla bir kampanya başladı.
Manzaraya bakıp da insanın; ‘katilin hiç mi kabahati yok’ diyesi geliyor…
Çağdaş Günerbüyük gunerbuyuk@gmail.com

Evrensel'i Takip Et