9 Şubat 2007 01:00

GERÇEK


Türk-İş Kamu Sözleşmeleri Koordinasyon Kurulu, geçtiğimiz çarşamba günü toplanmış. Türk-İş Genel Başkanı Salih Kılıç’ın toplantı öncesi ve sonrasında söyledikleri, sendikal hareketin geldiği yeri göstermesi bakımından ibret verici.
1995-96 sözleşme döneminde 682 bin işçi adına sözleşme masasına oturan Türk-İş, şimdi 323 bin dolayında işçi adına sözleşme masasına oturuyor. Yani geçen 11 yılda Türk-İş, kamudaki üyelerinin yarısından fazlasını kaybetmiş! Ve sonra, bu büyük kaybın hesabının sorulacağı endişesiyle olacak; Türk-İş’in Başkanı Kılıç, bu büyük kaybı “özelleştirme ve emeklilik nedeniyle” diye açıklıyor. Ama Kılıç ve onun gibi düşünen, özelleştirmelere en azından zımni destek veren sendikacılar, halkı aldatmakta uzmanlaşmış özelleştirmenin sözcülerine; “Hani özelleştirme, yeni yatırımlarla işçi sayısını artıracak”, “Hani işçiler hak kaybına uğramayacaktı?”, “Hani sendikalı işçi sayısında bir azalma değil artış olacaktı?” diye sormuyorlar. Sorsalar bile bunu bir sendika lideri gibi değil de ihanete uğramış eski bir dostun serzenişi olarak, derbeder bir uysallıkla soruyorlar.
2007 içinde imzalanması beklenen TİS’lerin geçerlilik tarihinin, 1 Şubat 2007 ve 1 Mart 2007’den başlayacağını belirten Kılıç, koordinasyon kurulu toplantısından sonra yaptığı açıklamada ise “sendikalardan gelecek bilgi üzerine strateji belirlemek”ten söz ediyor. Yani Türk-İş’in bugüne kadar, 2007 sözleşmelerinde görüşmeleri yürütmek için bir “sözleşme stratejisi” yokmuş! Oysa mantıksal bakımdan bakarsak; sözleşme görüşmelerinin yeni başlaması değil bitmiş olması ve 1 Şubat-1 Mart’tan itibaren de işçilerin sözleşmeden doğan haklarını almaya başlamaları gerekirdi.
Kılıç’ın, önceki günkü toplantı sonrasında gazetecilerin sorularına verdiği yanıtlar da evlere şenlik. Gazeteciler sıkıştırmasa, enflasyon hedefinde bir artış istediklerini belirtip işi kapatacak. Sonradan söyledikleri “Geçmiş yıl kayıplarını isteyeceğiz” biçimindeki söylemin de öylesine ayak üstü yapılmış olduğu besbelli.
Evet Türk-İş, 11 yılda kamudaki üyelerinin yarısını kaybetmiş ama yine de 323 bin işçi için yapılacak bir toplusözleşmeden söz ediyorsak ve bu rakam bile tüm sendikaların üye sayısının yarısından fazlaysa; bu toplusözleşme, hem bu 323 bin işçi için hem de tüm diğer sendikalı ve sendikasız işçiler, memurlar, emekliler, emeği ile geçinen herkes için önemlidir. Çünkü 323 bin işçinin toplusözleşme ile yükseğe koyacağı çıta, biraz gecikmeyle de olsa diğer sektördeki emekçilere de yansıyacaktır. Elbette tersi, yani kötü bir sözleşme, çıtanın aşağıya düşürülmesi de tüm emekçi kesimleri olumsuz etkileyecektir.
Ama üyelerinin yarısının kaybını, kendi dışlarında ve adeta bir doğa yasası kadar “normal” olan “özelleştirmelere ve emekliliğe” bağlayan, kendi sendikal mücadele çizgisini sorgulama cesaretinden ve içtenliğinden yoksun bir anlayışın, bu söylemlerden sınıf lehine sonuçlar çıkarmasını beklemek, ham hayal olur. Tersine; Türk-İş’e bağlı sendikalar, şubeler ve işyeri temsilcileri (elbette işçiler), kendi haklarına sahip çıkan bir tutum ortaya koyamazlarsa; Türk-İş Başkanı’nın bugüne kadar sergilediği performansta bir sendikal mücadelenin, hiçbir hak elde edemeyeceği gibi birkaç dönem sonra birkaç bin üye adına sözleşmeye oturacak kadar köşeye itilmiş olacağından şüphelenmek için de bir neden yoktur.
Merkez Bankası Başkanı’nın, ücretlere yapılacak yüzde birkaçlık zammı bile çok görerek kamuoyu karşısına geçip Anne Krueger ağzıyla açıklamalar yaptığı, hükümetin enflasyon üstünde ücret artışlarına karşı açıkça tutum aldığı bir dönemde; Türk-İş ve onun başkanının, aritmetiğin değil mücadelenin dilinden konuşan, yığınları mücadeleye çekecek bir toplusözleşme sürecine girmiş sendika liderinin üslubu ve araçlarını kullanması zorunludur. Aksi halde önceki yılları bile aratacak bir sözleşmeye “evet” demeye hazır olmak gerekir!..
İ. Sabri Durmaz

Evrensel'i Takip Et