15 Şubat 2007 01:00

HAYATIN İÇİNDEN


İlk hücre dünyaya gözlerini açtığında günün birinde canlı dünyasının şimdiki karmaşık yapıya ulaşacağını hayal bile edemezdi. Önce bölündü. Sonra tekrar tekrar bölünürken, şekillendi. Uzadı, genişledi, ayaklandı, dillendi. Kimi hücre kümeleri kendine analık eden doğa ile uyum içinde mutlu bir hayatı sürdürürken, adına sonradan insan denen bir tür, nedendir bilinmez, önce kendine uygun mutluluk tarifleri yaptı. İçinde kan, savaş, doyumsuzluk, hırs gibi asla ilk genlerinde olmayan ama zamanla beyin denen et parçasının içine türlü oyunlarla sokulan duygularla kendi kendisinin en büyük düşmanı oldu.
Ve işte nihayet artık varlık nedeni, tek yuvası dünyayı da yok etme noktasına geldi. Doymak bilmez sermaye sahipleri ve bu mutluluk zincirinden sebeplenen bir avuç zibidi, engel tanımaksızın, daha fazla yemek, daha fazla gezmek, daha büyük arabalara binmek, daha çok kadınla birlikte olmak, daha pahalı şarap içebilmek gibi saçma sapan isteklerle dünyanın altını üstüne getiriyorlar. Bu zibidi kümeleri devletleri de ele geçirmişler. Kendi aralarında sopayla sürebilecek yarı insancıl kavgayı, tanklı, tüfekli dünya savaşlarına döndürüp, bu anafordan kasalarını doldurmayı sürdürüyorlar.
Ama bu kez düşman çok daha büyük, çok daha karmaşık. Bu kez düşman insanın ta kendisi ve asla dönülemez bir kısır döngü içine girmiş. Sadece üretmek, büyümek, daha çok üretmek ve tüketmek ve bu uğurda her şeyi yok etmeyi göze almak zorunda. Hepsi batan geminin bacasına tırmanma telaşında.
Ama yolun sonuna gelindi. Küresel ısınma, zengin, fakir demeden tüm insanlığı yok edecek. Belki biraz hallice olanlar klimalarla filan sonu biraz uzatacaklar ama, sonuç değişmeyecek. Atmosferi yok eden ülkeler ve halkları kötü sondan kurtulamayacak.
Bu günlerde bizim ilgililer de konuya el attılar. Bizim uyanıklar rakamlarla konuşuyorlar. Efendim atmosferi yok eden karbon dioksit, metan gibi gazların yüzde ellisini gelişmiş batı ülkeleri yaymaktaymış.
Doğrudur.
Diğer tarafta Çin, kömür, petrol gibi fosil yakıtlar kullanarak bu kirlenmenin en önemli nedeniymiş.
O da doğru.
Peki Türkiye?
Ülkemiz gerçekten bu kirlenmede yok sayılacak kadar az miktarda gaz çıkarmaktadır. Ve atmosfere bırakılan bu gazları sınırlandırma amacıyla hazırlanmış “Kyoto Anlaşması”nı da ABD ile birlikte imzalamayan ülkelerdendir. Gerekçemiz de gayet basit. Bizimkiler diyorlar ki, “Bizim bu pislikte fazla rolümüz yok. Hem hele durun bakalım. Bu gazların yüzde 25'ini salan ABD kadar sanayileşelim, ondan sonra biz de düşünürüz.”
Bir kısmı “Fırsat bu fırsat. Bu işin nedeni fosil yakıtlar” deyip nükleer santralleri gündeme getirerek komisyonlarını alma telaşında.
Ama işte sonuç olarak, “Ben yapmadım, o yaptı” diye çırpınsak da hep birlikte küçük kıyameti yaşayıp ardından yok olacağız.
Bu arada bilim adamları da bu işi geciktirmek için bir şeyler yumurtlayıp duruyorlar. Kimi “Elektrik enerjisi üretiminde rüzgar, güneş gibi yenilenebilir enerji kaynakları kullanalım ve fosil yakıtları sınırlandıralım” diye fısıldıyor.
Çıldırdınız mı yahu? Petrol üreticileri adamı ham yapar.
Ne yaparsak yapalım, bu sistemde dünya yok olmaya mahkum. Atmosfer kararacak. Dünya ısınacak. Sular yükselecek. Ve son.
Bu felaketin nedenini ve önlemenin en bilimsel yolunu yine Avrupalı bilim adamları buldu. Onlara göre, bütün gün boş boş oturup yediklerini tekrar tekrar çiğneyen, büyük memeli yaratıklar saldıkları gazlarla atmosferin kararmasının en büyük nedeni. Salınan gaz o kadar çok ve tehlikeli ki, acilen süt üretimine son verilmeli ve bu iri memeli yaratıkların bütün gün çayırlara yayılıp gaz salmaları engellenmeli.
Sopayla, tıpayla.
İnekler durdurulmalı.
Arif Nacaroğlu

Evrensel'i Takip Et