23 Şubat 2007 01:00

‘Derin devlet olayları hiç de derin değil’


Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV) Karaköy’deki merkezinde önceki gün gerçekleştirilen konferansta, Türkiye ve dünyada “insan hakları ve güvenlik” sorunu tartışıldı. Konferans boyunca yapılan konuşmalarda, “insan hakları ve güvenlik” perspektifinde; TCK’nin 301. maddesi ve Susurluk skandalı, Şemdinli bombalamaları ve Hrant Dink cinayeti soruşturmasıyla birlikte yaşanan ‘derin’ devlet tartışmaları ele alındı.
Toplantıda konuşan İnsan hakları savunucusu Avukat Ergin Cinmen, demokrasinin olmadığı bir ülkede istikrarın olamayacağını dile getirerek “Türkiye’nin Susurluk kod adlı, dünyada eşi görülmemiş bir suç ilişkileri rezaletini yaşadığını” hatırlattı. Susurluk sonrası Kutlu Savaş tarafından hazırlanan Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporu’yla devletin röntgeninin çekildiğini belirten Cinmen, “Bu raporda devletin ilgili birimlerinin emriyle bazı kişilerin nasıl öldürüldüğü, isim isim yazıldı. Yargılamayla da o buz dağının küçük bir kısmı gün yüzüne çıktı. Andıç rezaleti de benzer bir durumdu. Şemdinli Olayı’nı yaşadık. Bir savcı, yazmış olduğu bir iddianame nedeniyle meslekten atıldı. Neden?.. Bazı yerlere dokunduğu için. En son Hrant Dink cinayetini yaşadık. Şu çok belli: Biz hariç herkes Hrant’ın öldürüleceğini bekliyormuş” şeklinde konuştu.
TESEV’in, Avrupa Siyasal Çalışmaları Merkezi’yle (CEPS) birlikte yürüttüğü “İnsan Hakları ve Güvenlik: Zor Bir Dönemecin Eşiğinde Türkiye ve Avrupa” başlıklı proje kapsamında düzenlenen konferansa, TESEV yöneticileri ve TESEV Güvenlik Sektörü Uzmanlarından Volkan Aytar ile Yılmaz Ensaroğlu ve Avukat Ergin Cinmen konuşmacı olarak katıldı.
Yurttaş güvenliği mi, devlet güvenliği mi?
Toplantıda ilk sözü alan Volkan Aytar, söz konusu projenin yürütücülerinden olduğunu belirtti. 301. madde tartışmalarının yurttaşların demokrasiye güvenini ‘çok ciddi’ şekilde zedelediğine dikkat çeken Aytar, zaten kısıtlı olan ‘devlete karşı güvenin’, bu tartışmayla gölgede kaldığını kaydetti. AB’ye uyum çerçevesinde ele alınan Ceza Kanunu’ndaki ‘Terörle Mücadele Yasası’nın, güvenlikleştirme eğilimini güçlendiğini hatırlatan Aytar, “Hrant Dink’in güpegündüz öldürülmüş olması ve zanlıların Terörle Mücadele Yasası’na göre yargılanmamış olması; güvenlik parametrelerinin, yurttaş değil devlet parametrelerinin işletildiğini göstermektedir” dedi.
Türkiye’de Ermeni sorununu ele alan bir aydının güpegündüz öldürülmesinin, topluma bir mesaj vermekten başka bir şey olmadığını anlatan Aytar, konunun ‘terörle mücadele’ kapsamında ele alınmamış olmasını devletin ‘terör’ anlayışının göstergesi olarak yorumladı.
Dink cinayetiyle birlikte yeniden gündeme gelen güvenlik kurumları arasındaki ‘gerilime’ de değinen Aytar, ‘kaset sızdırma’ olayını örnek göstererek “kapsamlı bir güvenlik reformuna ihtiyaç duyulduğunu” söyledi.
Aytar, Avrupa Birliği’nin de 11 Eylül saldırısı sonrası, güvenliği insan haklarının üstünde gören bir noktaya geldiğini söyleyerek Adalet Bakanı’nın, güvenlik uygulamalarıyla ilgili eleştirilere “AB ülkelerinde de böyle” diyerek yanıt veriyor olmasına dikkat çekti. Aytar son olarak; polisiyle, jandarmasıyla, özel güvenliğiyle “sivillerin güvenliği izleme kapasitelerinin artırılması” gerektiğini belirtti.
‘İnsan hakları mahkemeleri olmalıydı’
Türkiye’nin, Cumhuriyeti’in kurulduğu günden beri ‘güvenlik’ gerekçesi ile sıkı yönetimlerle yönetildiğini vurgulayan Yılmaz Ensaroğlu da her devlet gibi Türkiye’nin de öncelikli olarak ‘devletin güvenliği’ni gözetlediğini belirtti. Devletin İslam, komünizm, Kürtler vs. ‘korkusu’ ile bütün sorunları militarizm bakış açısı ile çözmeye çalıştığını belirten Ensaroğlu, “Bir korku toplumuna dönüştürüldük” dedi. Haklarımızı korumada en önemli etkenin yargı olduğunu ifade eden Ensaroğlu, şunları kaydetti:
“Ama bu, Sıkı Yönetim Mahkemeleri ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile çözülmeye çalışıldı. Hiçbir zaman insan hakları mahkemeleri olmadı. Çünkü mahkemeler bile bizim haklarımız için değil devletin çıkarları için kuruldu. Bunun çok çarpıcı örneklerinden biri, Abdullah Öcalan’ı yargılayan mahkeme başkanı; o davaya müdahil olmak için dilekçe veren insanları, bir basın toplantısı ile engellemeye çalıştı. ‘Bu dilekçeleri işleme koyarsak, bu dava çok uzar; bu da memleketimizi sıkıntıya koyar’ düşüncesindeydi çünkü.”
Andıç skandalından söz eden Avukat Ergin Cinmen ise “PKK’nin üst düzey bir yöneticisi yakalanıyor ve o dönemin komutanı Çevik Bir’in altında imzası bulunan belgede ‘Yakalanan bu kişinin ifadelerini öyle bir tanzim edin ki şu şu kişiler, şu şu dernekler toplum gözünde bu örgütün yardımcısı gibi gözüksün’ yazılıydı” şeklinde konuştu. Cinmen, “Bu raporun üzerinden 15 gün geçti ve Akın Birdal delik deşik edildi” dedi.
Şemdinli iddianamesini hazırlayan Savcı Ferhat Sarıkaya’nın meslekten atılmasına ve Hrant Dink soruşturmasına da dikkat çeken Cinmen, “Güvenlik görevlilerinin yerlerinin değiştirilmesi ile bu sorun çözülmez” dedi. Söz konusu olaylarda ‘derin devletin’ sorumlu tutulmasına işaret eden Cinmen, “Aslında derin devlet olaylarının hiç de derin olmadığı, çok açık olduğu ortada” değerlendirmesinde bulundu. Konuşmaların ardından bir gazetecinin “Hrant Dink cinayetinde Veli Küçük’ün de ifadesi alınması gerekmez miydi?” sorusunu ise Cinmen, şu şekilde yantladı:
“Bildiğim kadarıyla bu ülkede herkesin ifadesi alınır ama Veli Küçük’ün alınamaz. Herkes eşittir, Veli Küçük daha eşittir. Susurluk sürecinde Veli Küçük en fazla adı geçen insanlardan bir tanesidir. Bugün Türkiye’de dokunulmaz olarak bilinen Mehmet Ağar bile dokunulmazlık almadan önce kısa bir süre yargı önüne çıktı. Susurluk raporunda ondan çok daha fazla Veli Küçük adı geçti, ama hiçbir şekilde Küçük’ün ifadesine başvurulamadı. Dink davasında müdahil olarak dilekçe veren Küçük, yine yargı önüne çıkarılmadı. Hukuk devletlerinde böyle şeyler olmaz. Ben ne isem, yargı önünde Veli Küçük de öyle olmalı. Bunlarla hukuk devletine gidemeyiz. Siyasi iktidar şunu bilmeli: Eğer bunlara göz yumarsa yarın kendi altı oyulur.”
Vatandaşlık kavramı
301. maddeyle ilgili tartışmalar konusunda yöneltilen bir soruyu yanıtlayan Cinmen, Türklüğün bütün etnisitelerle eşitlenmesi gerektiğini ve bu maddenin kaldırılması gerektiğini vurgularken Volkan Aytar ise devletin bu maddeyle ‘vatandaşlık kavramını’ nasıl ele aldığının ortada olduğunu kaydetti. (İstanbul/EVRENSEL)

Evrensel'i Takip Et