4 Mart 2007 01:00

yine toplandı uzun saçlılar!


Bilirsiniz toplumsal değişimlerin düşsel resimlerinde resmin en göze çarpan yerinde bir kadın figürü yer alır. Öncüdür. Alışılmış giysiler içindeyken bile pervasızdır. Fransız ihtilalinin ünlü resmini bir hatırlayın. O resimde kimilerini kızdıracak biçimde göğüs bağır açık, adeta yarı çıplaktır ama silahlıdır ve halkı savaşa çağırmaktadır.
Ben bunları söylerken, “bizim kadınlarımız”ı düşündüm. Nasıl bir tabloda yer alırlardı? Kaç yaşında çizilirlerdi? Giyimleri nasıl olurdu?
İster istemez 18. Yüzyıl’da Kul Halil’in yazdığı bir kadın ayaklanmasını anımsıyorum. Şiir bugünün Türkçesiyle “Yine toplandılar uzun saçlılar” diye başlıyor. Feraceli, yaşmaklı, elleri sopalı, koynuna taş doldurmuş bir sürü kadın. Dokumacılar ve dokumacıların eşleri... Geçim zorluğu yüzünden Sırmakeş hanını basıyor, oradaki bir daireyi kırıp döküyorlar, şiire göre kaçışanlar gümrük görevlileri... Şiir bir “Sultan Selim”den ve “ferman”ından söz ediyor. III. Selim olmalı. Ama bu fermanın piyasayı durduracak ne etkisi olmuş bilmiyoruz. Bu tür kaç ayaklanma olmuş, onu da bilmiyoruz.
İlk haber
Gerçeği isterseniz, bizim tarihimizin, halkla, üretimle, iş yaşamıyla, çalışma koşullarıyla, iş bırakımla ilgili olanlar hep bölük pörçüktür. Çünkü geçmişin işçi hareketleriyle ilgili kanıt ve belgeler genellikle yabancı gezginlerin gezi notlarıyla, yabancı gazetelerin kupürlerinde kalmış iki cümlelik bir haberden ibarettir genellikle. 1867 yılının 4 Ocağı’nda İstanbul’da yayımlanan The Levand Herald’da çıkan şu haber gibi “Geçen salı günü, maliyeden 20-30 parayı geçmeyen alacakları biriken bir küme kadın, tekrar ücretlerinin ödenmesi isteğinde bulundular. Cevap olarak alışılmış “para yok” sözünü işiten kadınlar gittikçe daha fazla şamata yapmaya başladılar ve ancak dışardan müdahale ile sustular. Çıkan kargaşada, kadınların birçoğunun itilip kalkıldığı söylenmektedir.” Bu haber Türkiye’deki işçi sınıfının doğuşu ve gelişmesiyle ilgili araştırıcıların saptayabildiği ilk işçi hareketi haberlerinden biridir.
Bu tarihten yaklaşık 8 Mart 1857’de on yıl önce ABD’de 8 saatlik iş günü için grev ve yürüyüş yapan tekstil işçisi kadınlardan 129’u kuşkulu bir biçimde fabrikada yanmıştır. 8 Mart, 1910’da Clara Zetkin’in Enternasyonal’e önerisinin kabulüyle “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlamıştır. 8 Mart 1917’de, I. Dünya Savaşı sırasında Rus kadınları savaşa ve sefalete karşı bir yürüyüş düzenlemişlerdir. Onların ayak seslerini 1917 devriminin ayak sesleri sayabiliriz.
Hanım kuvvetleri!
Osmanlı İmparatorluğu’nda, devletten alacaklarını istemek için toplanma, bağırıp çağırma olayları 1870 yılından sonra daha sık yer alacaktır gazetelerde. Uzun süren ve Türk gazetelerinde de yer alan ilk büyük grevlerden Tersane grevinde (1873 Ocak) işçilerin eşleri, anaları, kız kardeşleri ve kızlarınca fiilen desteklenecektir. Bu destek grev kırıcılarla dövüşlerde de görülür. İşçilere destek veren kadınları dönemin gazeteleri “hanım kuvvetleri” diye alaya alırlarsa da kadınların ait olukları sınıf adına sokağa çıkışlarının bir ileri adımı sayabiliriz bu olayları. Aynı yıldaki tramvay grevinde de tramvay çalışanlarının eşleri raylara yatarak tramvayların çalıştırılmalarını engelleyeceklerdir.
1870’ten 1908’e uzanan süreç, Türkiyeli toplumbilimcilerce “Osmanlı işçi kitlesinin artık bir sınıf niteliği kazandığı ve ekonomik amaçlı sınıfsal davranışlara giriştiği dönem” olarak tanımlanır. İşçi hareketlerinin gerçek bir grev olarak tanımlanabileceği bu dönemin işçi sayısının, bütün imparatorlukta, bir milyon olduğu sanılıyor. Bu sayının daha yüksek olduğunu iddia edenler de var.
Bu dönemde kadın işçi sayısının da az olmadığını şu örneklerle anlatabiliriz:
1897 yılında İstanbul’daki kibrit fabrikasında çalışan 201 işçinin 121’i Bakırköy Bez Fabrikası’nda çalışanların yarısı kadındı. Adana, Ankara, Konya, Sivas ve Kayseri’de 8 bin kadın evde yün dokumacılığıyla uğraşıyordu. 1906’da İzmir’deki 2000 el tezgahından sürekli çalışan 1200’ünde 3 bin 500 kadın 750 kız çocuğu halı dokuyordu. (Erkek işçi sayısı 750’ydi ve bu işçiler, yün yıkama ve boyama gibi yan işleri gerçekleştiriyordu.) The Orient Carpet Manifacture Limited adlı şirketin çeşitli şehirlerindeki tezgahlarında on beş bin kadın ve çocuk çalışıyordu.
Bitlis’teki dokuma tezgahı sayısı 1907’de 5 bine ulaşıyordu. Adana’da bir Alman’ın kurduğu çorap fabrikasında 50 kadın 50 erkek çalışıyor, günde 700 çorap üretiyordu. Bu üretilen çorapların açık olan burunlarının dikişi ve ütülenip paketlenmeleri için de evlerde ayrıca çalışanlar vardı.
Grevler
1872-1907 arasında yaşanan 50 grevden 9’u kadınların çalıştığı dokuma endüstrisindedir. Devlet fabrikası olan Feshane’deki grevin örgütleyicisi de kadınlardır. 22 Ağustos 1876’da Feshane’de çalışan 50 kadar Rum ve Ermeni kadın Babıali’ye yürümüş, dönemin başbakanı demek olan sadrazama dilekçe vererek ücretlerinin ödenmesini istemişlerdir. 25 Haziran 1908’deyse Sivas’ta 16 saat çalışıp bir kuruşla iki kuruş arasında ücret alan kadın işçilerin ellisi beş kuruşa satılan ve kalitesi kötü olan ekmek yüzünden bir ayaklanmaya öncülük ederler. Tutanaklarda hepsinin Türk olduğu belirtilen bu kadınların öncülüğünde 500 kişilik kalabalık Vilayet Konağı’nın camlarını kırar, un depolarını yağma eder. Aynı yılın ekim ayında, İzmir’de demiryolu işçilerinin grevinde, Fransız Konsolosu’nun raporuna göre grevcilerle güvenlik güçlerinin çatışmasına grevcilerin eşleri de katılır. 1910-11 yıllarında kadınların çalıştığı tütün ve dokuma işkollarında grevler yaygındır. Çalışma koşullarının kötülüğü ve ücret azlığı özellikle ipek fabrikalarının pek çok bölümünde çalışan genç kızların sağlıklarını kaybetmelerine yol açmaktadır. (O dönemin ipek fabrikalarında çalışma koşullarını öğrenmek isteyen Emek Öyküleri’nin başında yer alan Sus Payı öyküsünü okur. Öykü 1909’da Refik Halit Karay tarafından yazılmıştır.) Yetkili kurumlara başvuruları kabul edilmeyen işçilerin sonunda 29 Ağustos 1910’da greve giderler. Bu konuda Tarih ve Toplum dergisine Türkçe bir makale yazan Nicole A.N. M.Van Os, Bursa’da makine sayısının artışıyla işçi ihtiyacının da arttığını, daha yüksek ücret ödenen Rum işçiler ihtiyaca yetmeyince köylerden Türk, Yahudi ve Ermeni genç kızlar Bursa’ya getirilerek yılda iki yüz gün olan üretim mevsimi boyunca çalıştırıldıklarını yazar. Bu kızlara Bursa’da fabrikaya yakın yatakhaneler yapılmış. 1910 yılındaki grev, Van Os’a göre Ermeni Sosyal Demokrat Partisi olan Hınçak derneğinin öncülüğüyle 1 Ağustos’ta başlamıştır. Grevci ve grevdeki fabrika sayısı dönemin gazetelerinde değişmektedir. Ama bu sayılara göre 2 bin 500 ile 3 bin arasındadır. Yalnızca sahipleri Osmanlı tebası olan fabrikalarda (yaklaşık 48 fabrikada) yapılan bu grev derneğin grevi parayla destekleyememesi yüzünden başarıya ulaşamamıştır. Ancak Hollandalı yazara göre 8 Mart’ı doğuran grev kadar önemlidir.
1912 yılında sendikalaşma için yasal boşluk yakalayan Cibali tütün işçileri, üç yıl sonra İzmir tütün işçilerinin ücret ve sosyal hak grevlerine destek verir. Cibali işçilerinin yarıdan fazlası kadındır.
Kadınları Çalıştırma Cemiyeti İslamiyesi
Sözünü ettiğimiz yıllara Osmanlı İmparatorluğu’nun girmek durumunda kaldığı savaşlar sanayide ve tarımda kadın işgücüne daha çok gereksinim duyulmasına yol açacak, kadınlar köyde iş mükellefi, şehirde çalışabilecekleri işlerde zorunlu ya da özendirmeyle çalışır duruma geleceklerdir. Kadınların daha çok orduya yönelik sanayi kollarında ve ücretli çalıştırıldıkları bu dönemin önemli iş bulma yerlerinden biri Kadınları Çalıştırma Cemiyeti İslamiyesi’dir. İktidardaki İttihat ve Terakki Partisi’nin ileri gelenlerince kurulan bu dernek, savaş koşulları yüzünden çoğalan kimsesiz kadın ve çocukları da barındırmaktadır. Dernek, anlaşma yaptığı Reji (sigara fabrikası), Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası, Defterdar Dokuma Fabrikası, Bakırköy Bez Fabrikası, Ahırkapı Elbise ve Çadır İmalathanesi, aşhaneler gibi işyerlerine kadın işçi göndermektedir. Derneğin işçi gönderdiği yerlerden bir diğeri de Kadın İşçi Taburları’dır. Bu taburlar, kadının giyimi, doyması ve barınmasını sağladığı için rağbet görmektedir ama buraya “kucak çocuğu” olanlar katılamamaktadır. Ayrıca Kadın İşçi Taburları’na katılacak kadınların yaşadıkları semtte “iffetli” tanınması şarttır.
Kadınların işçileşmesi diye anacağımız bu dönemin, büyük işçi direnişlerinde izi ve yeri var kuşkusuz. Sendikaların, grevlerin ve kadınların siyasal haklarının olmadığı dönemlerde kadınlar örgütlenmenin, direnmenin hep bir yolunu bulmuşlardı. 8 Martı 1921’de Ankara bağlarında kutlayan komünist kadınları, 1923’te kadınların siyasal haklarını almak için kurulan Kadınlar Halk Fırkası izledi. Kadın haklarını Koruma Derneği’nin dönüşmesiyle kurulan partinin taleplerinden biri de eşit işe eşit ücretti. Parti bir süre sonra, iktidarca Türk Kadın Birliği’ne dönüştürüldü ama, kadınlarla ilgili konularda sesini yükseltmeyi başardı. TBMM’nin çok eşliliği kabul etmesi üzerine toplanan kadın kurultayı Meclis’e geri adım attırdı.
Kadınların iş koşullarıyla ilgili talepleri aynı yıl yapılan İzmir İktisat Kongresi’nde dile geldi kurultaya sanayi kolunda 6, tarım kolunda bir kadın katıldı. Seçilerek gelen bu az sayıda kadın dönemin ilk ve en önemli işçi örgütü Ameleperver Cemiyeti’nin, kadınların iş yaşamıyla ilgili taleplerini dillendirdi: kadınların gece çalışmaması vb. Ne var ki bu istekler kadınların iş yaşamıyla ilgili talepleri tıpkı kadınların siyasal hakları gibi uzun zaman sonra gerçekleşebildi.
Unutmamalıyız ki emekçi kadınların mücadelesi, tıpkı ait oldukları sınıfın mücadelesi gibi baskılarla, engellerle, yavaşlatılsa da durdurulamadı. Yakın geçmişteki örnekleri hatırlayalım, “Bahar Eylemleri”nde halayın başını tütün işçileri çekmişti. Sümerbank kadın işçilerinin direnişi özelleştirmeyi durduramadıysa da bir on yıl geciktirmişti.
Kadın emekçiler, yüzlerce yıl önceki sınıf kardeşleri gibi yangınlarla, iş cinayetleriyle, sendikalaştıkları için zorlanacakları işlere, mesela temizlik işlerine sürülerek sürdürüyorlar yaşamlarını. Ama yılmıyorlar. Yılmayacaklar.
Sennur Sezer

Evrensel'i Takip Et