8 Mart 2007 01:00
Baharların kararmayacağı 8 Martlara
Dünya genelinde hemen herkesin paylaştığı ortak sorunları, yılda bir gün önemli bir yoğunlukta dile getirerek gündemde tutmaya çalışmak; artık geçtiğimiz yüzyılda denenmiş, safça bir iyimserlik olarak düşünülmelidir.
Nitekim 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü de üzerine yüklenilen onca tarihsel acılara, kadınların karşılaştığı adeta evrenselleşmiş haksızlıklara karşın sıradan eylemlerle geçiştirilmiş; isyan duyguları, boş vaatler, politik nutuklar ve yüzeysel erkek düşmanlığıyla güçsüzleştirilmiş, her toplumda kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik hâlâ farklı boyutlarda dipdiri dururken bu günün takvim yaprağındaki özellikli yeri, nedense yıpratılmıştır.
Günümüzde bunun neden böyle olduğunu kavrayabilmek için farklı cinslerin daha fazla birbirine karşıt konumda durmaları ve bir alan paylaşımına girmeleri gerekmiyor. Maruz kalınan küresel dış etkenler yeterince uyarıcı. Dünya nüfusunun önemli bir bölümü, rüzgarın önüne kattığı kuru yapraklar gibi sonsuz bir tüketim fırtınasında savrulurken bir tür şiddetten nasibini almış ve yeterince sersemletilmiş oluyor işin başında. Çağının iletişim olanaklarıyla istenilen ölçüde yönlendirilmeleri de cabası. İnsanlar gerçek sorunlarla yüzleşmeye yorgun ve yenik başlıyorlar zaten.
Bu durumda 21. yüzyılın baskın gerçeklerini geniş ölçekli bir açıdan izlemek gerekiyor ki kadın hakları, erkeklerin genlerinde mi, yoksa büyük odakların karar odalarında mı kilitli kalmış, onu iyice anlayabilelim.
Tek kutuplu dünyada biz ve öteki kavramlarının yaygınlaşması ve toplulukların ayrıştırılma sürecini iyice kavramadan yalnızca çatışmaları, farklılıkları öne çıkararak var olan sorunların çözülebileceğini ummak hayalperestlik oluyor biraz. Biliyoruz ki içinde ister istemez yer aldığımız toplumsal tasarımlarda, artık herkes kendine verilen rolü oynamak zorunda. Belki de bazı küçük şeyler karşılığında... Etnik, dinsel ve cinsiyet ayrımcılığının içindeki çelişkileri büyüterek kültürler arası ilişkilerin ve insan haklarının korunması, dünyadaki kimi aydınlar için heyecan verici bir gelişme sayılsa da bu arada küçük parçalara bölünerek oluşturulan ve bir anlamda her türlü etkiye de açık olan feodal yapılanmaların, küresel sermayenin elini güçlendirdiğini nasıl görmezlikten gelebiliriz?
Gelişmekte olan ve dünya ekonomisinin bir ucuna eklemlenen ülkemize baktığımızda; yöneticilerin vitrininde çok önemli yerlere gelen, getirilen değerli kadınlarımız, Dünya Emekçi Kadınlar Gününde elbette gururumuzdur. Ve kuşkusuz onların sorumlulukları da çok büyüktür. Çünkü aynı dönemde milyonlarca Anadolu kadını, kentte de köyde de hamur tahtasının başında, elinde oklavasıyla çalı çırpı ateşinden hayatlar yaratmaya çalışmaktadır, aynı binlerce yıl önceki tarım toplumlarında olduğu gibi... Birkaç altına satılmak, ara sıra oyalanıp sandık başına götürülmek ve durmadan doğurtulmanın ötesinde bu kadınların adı hiçbir yerde anılmıyor, yok sayılıyor ve bütün üretici emekleri boşa gidiyorsa; bunun suçlusu yalnızca erkeklerimiz olabilir mi? Kahve köşelerine sığınmış, ürününü satamayan, sömürülen, sigortasız çalıştırılan ve mutlaka hudutta bekleyen bütün erkeklerimiz, eğer onlara arka çıkan yönetimsel bir erkek görüş olmasa, her anlamda kadına el kaldıracak gücü bulabilirler mi kendilerinde? Eğer töre kıskacında işlenen cinayetler; ağalık, şeyhlik ve şıhlık düzeninin temsilcileri yıllardır yüce meclisimizde susup oturmamış olsalar, bir kara leke gibi yurdumuzun üzerine çökebilir miydi? Onların bu suskunluklarını gerekli kılan, kaynağını bilemediğimiz çok yönlü çıkar muslukları 364 gün akacak, biz kadınlar da yılda bir gün, boşu boşuna ölülerimize ağıt yakacağız, öyle mi?
Artık gözlerimizi ev içlerinden, her sınıftan kadının gündelik şikayetlerinden bir parça uzaklaştırıp eğitim düzeyi ne olursa olsun bilinçlenmiş, uyanık, laik demokratik cumhuriyetimize güvenen, 21. yüzyılın kadınını ve erkeğini birlikte yaratacak ciddi bir örgütlenme çabasına girişmeliyiz. Medyanın, özellikle kadınlara sunduğu yalancı mutluluklara biraz ölçülü yaklaşırken yozlaştırılan, önemsizleştirilen kültür ortamlarını ayakta tutmaya çalışmak da çabalarımız arasındaki ayrıcalıklı yerini her zaman korumalı. Ayrıca kadınlarımız milletvekili seçilebilmek için siyasi partilerin onlara tanıyacağı kotanın peşinde koşmaktansa gururlarını koruyarak hedeflerini büyütmeli, demokratik ve eşitlikçi ön seçimleri telaffuz etmekten çekinmemelidirler artık.
Kadın-erkek dayanışmasının insani boyutlarda sürdürülebileceğini görmek, hepimizin özlemidir. Örneğin bir erkek bir kadına bir gün bir çiçek aldı mı, başka bir gün de tanımadığı bir çocuğa üç-beş kurşun kalem yollamanın sevecenliğini taşımalı, uyuşturucu kıskacındaki bir gence yaklaşmalı, yalnız bir yaşlının hatırını sormalıdır. Çocuklarımız bizim yarınımızdır. Bilinmelidir ki kalkınmamış ve borçlu ülkelere, onların kadınlarına, çocuklarına, gençlerine altın bir tabak içinde yarınlar sunmazlar. Erkekler Gününün olmadığı, Yaşlılar Gününün hiç anımsanmadığı bir dünyada artık işçi sınıfının da pek bir önemi kalmamışken 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü; düşmanca, kindar tavırlarla kirletme girişimlerinden uzak durarak ve acılarımıza yenilmeyerek daha sakin geçirebilmenin mümkün olduğunu sanıyorum.
Çünkü çağımızın petrol savaşları, erkeklere kadınlardan fazla bir şans tanımıyor. Temel hak ve özgürlüklerin kullanımı, sağlık ve eğitim sorunları, iklim değişiklikleri, ezici bağnazlık, yoksulluk, sokaktaki kaba kuvvet fazla bir cinsiyet ayrımı yapamıyor doğrusu. Özellikle bulunduğumuz coğrafya, kadını ve erkeği felaket karşısında eşitleyen ve belki de insan bile saymayan bir kurtarıcının (!) kollarındayken faydasız çığlıklar atarak kulakları daha fazla sağır etmek gibi bir lüksümüz olmamalı bence.
Umutlarımızın bol, bilincimizin açık ve ülkemizdeki bütün baharların hiçbir yıl yanıp kararmayacağı nice 8 Martlar dileyerek
Evrensel'i Takip Et