15 Mart 2007 01:00

MERCEK


Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu, büyük kentlerde meydana gelen cinayet, hırsızlık ve kapkaç olaylarıyla ilgili yaptığı açıklamada, “toplumsal bir cinnete doğru sürüklenme”den söz etmekte, “en küçük bir olayda çevresine şiddet yayan bireylere dönüşüyoruz” demektedir. Bu yönlü gelişmelerin “kaygı verici bir boyuta yükseldiği”ni belirten Bardakoğlu, “bunlara ne hutbe ne de fetva işler” diye yakınıyor ve “tüm bu süreci olumluya çevirmek için suç-ceza dengesini yeniden kurmamız gerekiyor” diye, yönetim aygıtı üst görevlilerinin hemen tümünün o bildik önerisini yineliyor. Diyanet İşleri Başkanı’nın kurumu adına “çözüm” olarak gösterdiği, “suçluya gerektiği ağırlıktaki cezanın verilmesi”dir!
Dini kurumların devlet işlerinin yürütülmesinde araç olarak kullanıldığı, devlet eliyle insanların dini inanç ve eylemlerinin yönlendirilmeye çalışıldığı ve Diyanet İşleri’nin emekçilerin karşısına “inanç belirleyici merkez” olarak çıkarıldığı bir ülkede, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun “toplumsal olaylar” üzerine açıklamalarda bulunması artık “vaka-i adiye”den sayılıyor. Bardakoğlu’nun Türkiye’nin “toplumsal bir cinnete doğru sürüklenmekte olduğu” yönündeki açıklaması ve buna karşı “çözüm”olarak getirdiği “öneriler” de, yeni bir öz taşımamalarına karşın üzerinde durulmaya değerdir!
Bardakoğlu’nun dikkat çektiği “gelişme”yi ‘nesnel durum’ açısından bir olgu olarak inkar edecek sermaye temsilcisi var mı, bilemeyiz. Ülkede, özellikle de büyük kent merkezlerinde son yıllar itibariyle hırsızlık, sokak cinayetleri, ‘kapkaç’ olaylarının büyük bir artış gösterdiği reddedilemez. Bu, çok çeşitli kurum ve temsilcilerince de kabul ediliyor. Ancak devlet ve hükümet üst bürokrasisinin ve sermayenin basın başta olmak üzere sosyal-ekonomik çeşitli kurumların temsilcileri, bunu hemen hemen Bardakoğlu ile aynı mantık çerçevesinde izah ediyor ve “çözüm önerileri”ni de buna göre oluşturuyorlar. Onların bu gelişmeleri daha çok insanların “ahlaki-psikolojik karakter bozuklukları”; sosyolog-psikolog ve politikacıların çok büyük kesiminin ise “beyindeki suçluluk geni” ile izaha çalıştıkları ve buna karşı cezai-polisiye önlemlerin artırılmasını istedikleri biliniyor. Sokakların, alanların ve işyerlerinin “emniyet güçlerince denetimi için her yere kamera sistemi”nin inşa edilmesi bu yöndeki “önlemler” kapsamında kabul ettirildi. ‘Suç’un kaynağını gizleyerek ve baskı ve polis terörünü artırarak sorunun çözüleceği yanılsamasını yaratmaya devam ediyorlar. Doğan holding yazarlarıyla “Ciner grubu” yağdanlıklarına göre de, eğer “emniyet yeni bir kan, yeni bir heyecan”la takviye edilirse, zaten var olan devlet kontrolü “daha tam” olarak tesis edilebilir ve büyük kentler “sokak eşkıyalarından temizlenebilir”! Ali Bardakoğlu ile görüş birliği içinde, biri din adına fetva, ötekileri “laiklik” adına liberal şarlatanlık yaparak, ama hepsi “daha fazla polis, daha çok ceza”da anlaşarak, sözüm ona “çözüm” getiriyorlar!
Peki, yeterince şiddet, yasak, baskı, izleme kamerası, polis copu, jandarma gücü, işbirlikçi, sokak muhbiri, misyoner gazeteci olmasına; zindanlar dolu ve yenileri yapılıyor olmasına karşın bunlar önlenemiyorsa, sorunu ve çözümü farklı yerde aramak gerekmez mi? Bunlar, bu tür olayların çözülen toplum, kentleşme, kentlere yığılan insanların işsiz, eğitimsiz, sosyal güvencesiz kalışlarıyla “meşru sayılmayan hırsızlık”, kapkaç, cinayet olayları arasındaki bağlardan söz edilmesini, düzenlerine yöneltilmiş eleştiri saydıklarından karşıya geçip daha çok baskı için tempo tutuyorlar.
Bunlara göre, açlık, yoksulluk, işsizlik ve sosyal hak yoksunluğunun insanı eyleme sürükleyici hiçbir özelliği yok! 15-19 yaş arası gençlerin yüzde 56.5’u eğitime devam etme olanağı bulamalarının, 20-24 yaş arası gençlerin ancak yüzde 13’ünün eğitim olanağı bulmasının; 25-29 yaş arası gençlerin yüzde 42.8’inin işsiz oluşunun; açlık sınırının 854 YTL olarak açıklandığı bir ülkede asgari ücretin 403 YTL oluşunun; maaşların hâlâ 2002 yılının gerisinde seyrediyor oluşunun ve öteki sosyal-ekonomik ve politik yoksunlukların insan psikolojisini ve eylemini etkileyici bir yönü bulunmuyor! 28 milyon kişi günde ancak iki dolar harcama yapabilecek kadar “gelire sahip” iken, ülkenin dolar milyarderleri sayısındaki artışla övünmenin; burjuva yasaları çerçevesindeki büyük soygun ve sömürünün ne suç oluşturma ne de “suça itici” bir yanlışlığı bulunuyor. Kişi ya da kişiler eğer çalıyor, soyuyor, öldürüyorlarsa, kişilikleri bozuk olduğundan, hücrelerinde suça itici genler ağır bastığındandır! Ama eğer böyleyse, durum daha da vahim demektir. Artık, Bardakoğlu’nun dediği gibi “ne fetva” kâr edecektir ne de daha fazla ceza, daha çok baskı! Bu durumda “işleri nafile” demektir!
Egemenler ve uşakları kabullenmeseler de bundan çıkan sonuç şudur:, bu sistem ve koşulların ürettiği tüm bu “olgu”, olay ve suçların ortadan kalkması-kaldırılması ancak kaynağın kurutulmasıyla mümkündür. Azaltılması ise baskı ve cezaların artırılması ve polis terörünün tırmandırılmasıyla değil çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, işsizliğin giderilmesi, insanların insanca yaşayabilecekleri bir toplumsal ilişkiler düzeninin oluşturulmasıyla mümkün olacaktır. Ötesi işçi sınıfı ve emekçilerin baskı ve sömürüye; hak eşitsizliğine, ulusların baskı altına alınmasına ve çalışma ve yaşam koşullarının kötüleştirilmesine karşı mücadeleyi yükseltmelerini gerektirmektedir. Hırsızlık, yankesicilik ve soygunculuğu da üreten sistem ve koşullar değiştirildiğinde bu olaylar da engellenmiş olacaktır.
A. Cihan Soylu

Evrensel'i Takip Et