21 Mart 2007 00:00

UFUK

Yaşar Kemal’in, kısa bir süre önce Ankara’da yapılan “Türkiye Barışını Arıyor” başlıklı konferansın açılışında yaptığı konuşmada geçen “Ya gerçek demokrasi ya hiç” sözü, bu yılki Newroz’un temel sloganı durumunda.

Paylaş

Yaşar Kemal’in, kısa bir süre önce Ankara’da yapılan “Türkiye Barışını Arıyor” başlıklı konferansın açılışında yaptığı konuşmada geçen “Ya gerçek demokrasi ya hiç” sözü, bu yılki Newroz’un temel sloganı durumunda.
İçinde, geçtiğimiz dönemin özelliklerini ve Türkiye’nin temel demokratikleşme sorunlarının başında gelen Kürt sorununda yaşanan tıkanıklığı çözmenin zorunluluğunu çok iyi özetleyen bir cümle bu. Türkiye’de Kürt-Türk farklı milliyetlerden bütün yurttaşların katılımı ile belirlenen bir demokrasi, “demokrasiyi” söylem olmaktan çıkarmanın temel koşullarının başında geliyor. Baskı, gerilim ve provokasyon siyasetinin Türkiye demokrasisini “militer” bir kimliğe mahkum ettiği açık. AB uyum yasalarıyla ilgili değişikliklerin de bu gerçeği değiştirmediği, artık herkesçe görülebiliyor.
Bu dönemki Newroz, sınıra askeri yığınak, sınır ötesi operasyon tartışmaları, DTP yöneticilerine yönelik tutuklama ve gözaltı furyası ve Türkiye yönetenlerinin Irak’ın kuzeyindeki gelişmelere kilitlendiği bir iklimde gerçekleştiriliyor.
İçerideki süreci etkileyen Ortadoğu’daki gelişmeler ve güç ilişkileri bakımından, Ergun Babahan’ın dün Sabah gazetesindeki köşesinde yayımlanan “İran’a müdahale ihtimali ve PKK” başlıklı yazısı dikkate değerdi. Babahan, Amerika’da aylık olarak yayımlanan Vanity Fair adlı dergideki, Ortadoğu’ya dair olarak çıkan iki yazıya değiniyor.
Babahan, bu yazılardan da hareketle şöyle diyor: “Irak’ta beklenen sonucun elde edilmemesi ve gelişmelerin İran’ın elini güçlendirmesi İsrail’in rahatsızlığını artırdı.
Hatta Neocon’lar, Irak’taki başarısızlığı İran’a müdahalenin gerekçesi olarak göstermeye başladı.
Çünkü Şii hilali etkisinin İsrail’i ciddi biçimde tehdit ettiği gündeme geldi.
Burada Türkiye açısından önemli olan nokta, Amerika’nın İran’a yönelik bir operasyonda kullanacağı muhtemel iş ortaklarının kimliğinde yatıyor. Marksist örgütlerle işbirliğinden çekinmeyen Amerikan yönetiminin, İran’ın kuzeydoğusundaki Kürtlerle, yani PKK yandaşlarıyla görüştüğü iddiaları gündeme geldi.
PKK bugün için elindeki gücü, bölgede egemenlik iddiasındaki ülkelerin kullanımına sunmaya açık görünüyor.
Kuzey Irak’taki PKK varlığı ve Amerika’nın bu konuda elinden bir şey gelmediğini söylemesi gerçeğine bu açıdan bakmakta da yarar var.”
Babahan, Genelkurmay’ın son “andıçı”nda “asker karşıtı” olarak not edilmiş olan yazarlardan biri. Ve bu andıçın gündeme gelmesinin ardından da bu andıçı hazırlayanları net bir dille eleştiren bir yazı yazmıştı. Kürt sorunu dahil, demokratikleşmenin gündemine giren birçok konuda resmi klişelerden uzak duran bir isim. Ergun Babahan’ın yaptığı “PKK bugün için elindeki gücü, bölgede egemenlik iddiasındaki ülkelerin kullanımına sunmaya açık görünüyor” saptaması da andıççılara sempatik görünme çabasının değil kendi gözleminin bir ifadesi olarak okunmalı. Babahan’ın bu saptaması ve yazısında İran-ABD ilişkilerine dair dile getirdiği görüşler, birçok stratejist ve yorumcu tarafından da dile getiriliyor. Ancak, biz bu noktada daha farklı düşünüyoruz.
ABD’nin, İran’la PKK arasındaki gerilim ve çatışmalara Türkiye Genelkurmayı ve hükümetinden farklı yaklaşması, kendi bölgesel çıkarları ve hesaplarının dolaysız bir sonucu. PKK’nin çözüm yolu konusunda, bölgede egemenlik iddiasındaki güç merkezlerinin, hesaplarına tamamen angaje bir hatta hareket ettiği iddiası ise tartışmaya açık. Örneğin Öcalan’ın, çatışmalara son verilmesi, PKK’nin silah bırakması ve olağan, legal siyasal yaşama katılımın önünün açılması bakımından yapmış olduğu çağrıya, bildiğimiz kadarıyla PKK olumlu bir yanıt vermişti.
Yani aslında Türkiye yönetenleri açısından ABD’ye mahkum olmadan, kendi Kürt sorununu kendi bünyesinde çözme olanakları halen var.
Barış konferansına giderken 324 aydın tarafından yayımlanan bildirgedeki şu ifadeler, bu açıdan ciddi bir çözüm öneresi olarak güncelliğini korumaktadır: “İnsan hayatını temel alan bir güven ortamı yaratılması için atılması gereken adım, dağlardaki gençlerimizin toplumsal-kamusal hayata katılabilmelerini sağlayacak yasal düzenlemelerin acilen yapılmasıdır. Şiddet ortamının tümüyle sona ermesi ve bölgede askerlik yapan gençlerin hayatlarını kaybetmelerinin önünün alınması için de bu açılım acilen gereklidir.”
Fatih Polat
ÖNCEKİ HABER

MEB davaya boğuldu

SONRAKİ HABER

SHP’den DSP’ye yeşil ışık

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...