24 Mart 2007 00:00
Politik filmler pek şans bulamıyor
İngilterenin İrlanda işgalini anlatan Özgürlük Rüzgarı (The Wind That Shakes The Barley) ile geçtiğimiz yıl Canneste Altın Palmiyeyi alan usta İngiliz Yönetmen Ken Loach, bu sefer kamerasını Londraya çevirerek günümüzde yaşanan bir hikayeyi beyazperdeye taşıyor.
İngilterenin İrlanda işgalini anlatan Özgürlük Rüzgarı (The Wind That Shakes The Barley) ile geçtiğimiz yıl Canneste Altın Palmiyeyi alan usta İngiliz Yönetmen Ken Loach, bu sefer kamerasını Londraya çevirerek günümüzde yaşanan bir hikayeyi beyazperdeye taşıyor.
Toplumsal olayları çarpıcı bir dille beyaz perdeye aktaran ve toplumsal gerçekçi sinema dendiğinde ilk akla gelen yönetmenlerden olan Ken Loach, sinema yaşamı boyunca sisteme karşı eleştirel duruşunu büyük bir yüreklilikle sürdürdü. İşsizlik, göç, alkol ve uyuşturucu gibi sorunlar yanında uluslararası sorunları da işleyen Ken Loach, Avrupadaki birçok önemli festivalde büyük ödüller kazandı. Aynı zamanda eski bir televizyoncu olan Loach, toplumsal sinemanın ve medyanın durumu, kendi sanat yaşamı, Altın Palmiye alan filmi ve mayıs ayında bitecek olan yeni filmi ile ilgili sorularımızı yanıtladı.
Kendisi için en büyük tecrübenin, tiyatroda çalışmış olmaktan geldiğini söyleyen Loach, Eğer hikayenin özünü ve anlamını bilmezseniz toplumu anlamak, toplumun nerede olduğunu anlamak çok zor olur. Bence içinde bulunduğunuz toplumun yapısını, durumunu anlayamıyorsanız hangi hikayenin daha önemli, hangisinin daha önemsiz olduğunu anlamanız çok zor olur diyor.
İngilterenin İrlandadaki işgalini ve oradaki baskılarını anlatan filminiz Canneste Altın Palmiye kazandı. Altın Palmiyenin hayatınızdaki yeri nedir? Sizin gibi büyük bir yönetmenin sanat yaşamında nasıl bir etkisi oldu?
Altın Palmiye gibi büyük bir ödülü almak tabii mutluluk verici. Bu çok cesaretlendirici ve destekleyici bir ödül. Bu anlamda Altın Palmiye herkesi memnun edebilecek bir ödüldür. Çünkü bu ödül, sadece bir kişiye değil aynı zamanda filmle uzaktan yakından ilişkisi olan herkese verilen bir ödül oluyor. Filmin yapılmasında emeği geçen ve bu filmle uzaktan yakından ilgili olan herkese verilen bir ödüldür bu.
İngiliz medyasının İngiltereyi sert bir dilde eleştiren bu filme yeterince ilgi gösterdiğini düşünüyor musunuz?
İngiliz medyasının bir kısmı filmden bahsetti. Bazıları iyi şeyler söyledi, bazıları da olumsuz şeyler söyledi. Ama genel anlamda İngiliz medyasının çok desteklediğini söyleyemeyiz. Fakat biliyorsunuz, eğer bu film Fransa veya İtalyada olsaydı ve Altın Palmiyeyi alsaydı çok daha farklı karşılanırdı. Bu doğru. Bu konuda haklısınız; İngiliz medyasının bu anlamda filmden yeterince bahsettiğini söyleyemeyiz.
Bugüne kadar dünyada büyük yankı uyandıran çok önemli filmlere imza attınız. Eğer kendiniz bir filminizi seçseniz, hangisine Altın Palmiye verirdiniz?
Ben ödül kazanmak için film yapmam. Filimler, izleyicilerle doğru diyalog kurmak için yapılır. Kendi filmlerimi de ben kendim seçemem.
Günümüzde sosyal ve politik içerikli sinemadan, politik sinemadan bahsedildiğinde akla gelen ilk isimsiniz. Bugün politik sinemanın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dürüst olmak gerekirse benim için bu konuda bir şey söylemek biraz zor, bilemiyorum. Bu konuda bazı çok güzel filmler yapıldığını söyleyebiliriz. Ama Britanyada bu konuda yapılan filmlerin çok fazla izlendiğini söyleyemeyiz. Bence bazı çok güzel filmler yapıldı ama Amerikan sinemasının egemenliğinden dolayı bu filmlerin (politik filmlerin) çok izlendiğini söyleyemeyiz. Britanyada iki tane çok iyi yönetmen bu tür çalışmalar yapmaya çalışıyorlar. Bugüne kadar çok ilginç filmler yapılmasına rağmen bu filmler, sinemalarda bir türlü gösterime girme şansı bulamıyor. Bu filmlerin günümüzde sinemalarda yer bulması zor oluyor.
Türkiyeden Avrupaya sürgüne gitmek zorunda kalan, İngilterede, Almanyada önemli sorunlar yaşayan bir Kürt ailenin yaşamı ile ilgili olayların basına yansıdığı bir dönemde, bir gazetede sizin bu ailenin yaşamı ile ilgili bir film yapmak istediğinizi okumuştum. Bu yönde bir girişiminiz oldu mu?
Ben bu Kürt aileyi desteklediğimizi söylemiştim. Ama film yapacağımı söylememiştim. Çünkü bence bir dilde film yapmak için o dili bilmek gerekiyor. Ben Kürtçe bilmiyorum. Bu aile her yerde çok kötü muamele görmüştü. Kürtlerin yaşadığı sorunları biliyoruz. Böyle sürülen bütün ailelere her yerde kötü davranılıyor. Fakat bu ailenin geri yollanmasına yönelik çok daha kötü yaklaşımlar söz konusu. Bu aileyi, çocukların kendi anadillerini konuşamadığı bir yere geri göndermek istiyorlardı. Biz de haklı olarak onların geri yollanma biçimine çok kızmıştık. Çünkü çok kötü bir şekilde ve çok kötü koşullarda geri göndermek istiyorlardı.
Canneste yaptığınız açıklamalarda, bu filmin günümüzle bağlantısı olduğunu söylemiştiniz. Bunu açabilir misiniz biraz?
Filmde anlatılan İrlandanın hikayesi bir askeri işgal hikayesidir. Bu askeri işgal, oradaki halka rağmen, onlara karşı bir işgaldi. İrlanda halkı bu işgalden nefret ediyor, İngiliz askerlerinin İrlandayı terk etmesini ve bağımsızlıklarını istiyorlardı. Buna rağmen; halkın İngiliz askerlerini sevmemesine, onlardan nefret ettiğini bilmesine rağmen, bunu görmezden gelerek buraya asker yolladı ve o olaylar yaşandı. O zamandan beri birçok askeri işgal oldu ve işgalciler, gittikleri yerlerde yaşayan insanlara baskı ve şiddet uyguladılar. Şiddet devam ediyor ve birçok insan ölüyor. Bu, İrlandada da yaşandı; şimdi de aynısı Irakta yaşanıyor. Şimdi askeri işgal Irakta. Benim Irak halkı için tek umudum Amerikan ve İngiliz askerlerinin ülkelerinden çıkması. Bu savaşın bir sonuca bağlanmasını umut ediyorum. Buradan çok güzel bir ders çıkarmak gerekiyor. O da eğer istenmediğiniz bir ülkeye asker gönderirseniz, çok büyük bir felaketle karşılaşırsınız.
Yeni filminiz için neler söyleyebilirsiniz? Ne zaman bitireceksiniz?
Şu anda montaj aşamasındayız. Mayıs ayında bitirmeyi düşünüyoruz.
Aynı zamanda televizyonculuk deneyiminiz de var. İngilterede bir süre önce bir şov programında bir ırkçılık tartışması çıktı. Bu tür şovlarla ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu tür televizyon programları ve medyanın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence bu bir gerilemedir. Bu, Biri Bizi Gözetliyor (Big Brother) türündeki televizyon şovları medya ve televizyonculuk bakımından bir tür geriye gidiştir. Bu tür şovlar, sadece programlarına çıkardıkları insanları değil aynı zamanda bunları izleyen televizyon izleyicilerini de aşağılamaktır. Bence bu tür programları yapanlar aptal.
Bence televizyonların yöneticilerinin, bu tür programları yayınlamaması ve bu tür içi boş programları değiştirmesi gerekiyor. Bu tür programlar aynı zamanda, hem izleyenleri hem de bu tür programlarda yer alan insanları çok kötü yönde etkilemekte. Bu tür programlar, bir taraftan insanları ezip aşağı bir seviyeye çekerken diğer taraftan insanlar üzerinde egemenliğini de kuruyor. Bu tür programlar insanların çok izlediği programlar olabilir ama insanların çok izlemesi, bunların iyi oldukları anlamına gelmiyor. (Londra/ANF)
Sinema için kamera yetmez
Bir de günümüzde teknolojinin gelişmesi ile birlikte herkes, elinde bir kamera ile bir şeyler çekiyor. Bu tür çekimler sinemayı nasıl etkiliyor?
Sizin bu bahsettiğiniz çekimler sinema değil. Bence bunun sinema ile ilgisi yok, bu başka bir şey. Bunlar daha ziyade bir tür bireysel ve özel kayıtlardır. Sinema yapmak için çekim yapıyorsanız, bunun için bir sinema filmi çeken kameranız varsa bu farklı. Ama elinize kameranızı alıp istediğiniz şeyleri veya önünüze gelen şeyleri çekiyorsanız, bu sinema değil.
Sinema için bence özel bir kameraya, özel ses ve teknik cihazlara, bir yazılı senaryoya, editöre, bir kadroya ve de beceriye ihtiyacınız var. Aynı zamanda bütün bunların ve bu becerilerin nasıl kullanılacağını da bilmek gerekiyor.
Çünkü problem, sadece bir ev filmi çekmek değil önce iyi bir hikayeye sahip olmak ve bu hikayeyi iyi bir şekilde anlatabilmektir. Ama eğer bir şeyler kaydetmek istiyorsanız, internet vs. ile bir şeyler yapmak istiyorsanız, tabii ki yapabilirsiniz. Bu yolla ortaya bir şeyler de çıkarabilirsiniz ve bunlar bir işe de yarayabilir ama dediğim gibi bu sinema değil.
Sinemaya yeni başlayan gençlere neler söyleyebilirsiniz?
Bu soruya cevap vermek gerçekten çok zor. İnsanlar değişik geçmişlerden farklı tecrübelerden geliyor. Benim için en büyük tecrübe, tiyatroda çalışmış olmak. Çünkü ben tiyatroda sanatçılar ve oyun hakkında çok şey öğrendim. Diğer bir şey, benim için edebiyatın çok yararı oldu. Ve bir de resim. Sadece resim de değil, daha ziyade fotoğraf. En önemlisi de bütün bunlar, size bir hikayenin anlamını, özünü ve en önemli tarafının ne olduğunu veriyor. Çünkü eğer hikayenin özünü ve anlamını bilmezseniz; toplumu anlamak, toplumun nerede olduğunu anlamak çok zor olur. Bence içinde bulunduğunuz toplumun yapısını, durumunu anlayamıyorsanız hangi hikayenin daha önemli, hangisinin daha önemsiz olduğunu anlamanız çok zor olur.
Murat Aktaş