28 Mart 2007 00:00
AVRUPA GERÇEĞİ
2005deki erken genel seçimlere birlikte katılarak Federal Parlamentoya 54 milletvekili göndermeyi başaran Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) ile Emek ve Toplumsal Adalet Partisi-Seçim Alternatifinin (WASG) başlattığı birleşme sürecinde geçtiğimiz hafta sonunda bir adım daha atıldı.
2005deki erken genel seçimlere birlikte katılarak Federal Parlamentoya 54 milletvekili göndermeyi başaran Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) ile Emek ve Toplumsal Adalet Partisi-Seçim Alternatifinin (WASG) başlattığı birleşme sürecinde geçtiğimiz hafta sonunda bir adım daha atıldı. Her iki parti Dortmundda yaptıkları paralel kongrelerde birleşmeyi ezici bir çoğunlukla onayladı. Bu süreç 16-17 Haziranda Berlinde yapılacak genel kongreyle tamamlanacak.
Demokratik Almanya Cumhuriyetinde iktidarda olan Sosyalist Birlik Partisinin (SED) yöneticileri iki Almanyanın birleşmesiyle PDSi kurdu. 1990daki genel seçimlerde yüzde 5 barajını aşamadı, ancak kazandığı doğrudan adaylar sayesinde 30 milletvekili parlamentoya gönderdi. 1994te ve 1998de barajı aştı, 2002de barajın altında kaldı ve sadece 2 doğrudan milletvekili meclise gönderebildi. Doğu Almanyaya genelinde üçüncü, bazı eyaletlerde ikinci büyük güç olan PDS, Batı Almanya ise çok az oy alabiliyor. Yani, bir doğu partisi. Berlin eyaletinde iki dönemdir SPD ile birlikte hükümette.
WASGyi kuranların çoğunluğunu ülkenin en köklü partisi Sosyal Demokrat Partiden (SPD) ayrılanlar oluşturuyor. Başını, SPDnin izlediği sosyal saldırı politikalarına tepki gösteren sendikacılar çekiyor. Parti kurulduktan kısa bir süre sonra katıldığı ilk eyalet seçimlerinde küçümsenmeyecek bir oy alınca SPD eski Genel Başkanı Oskar Lafontaine de bu partiye katıldı.
Eski sosyalistler ile sol sosyal demokratların Sol Partinin 1.5 yıllık muhalefet pratiği dikkatlerin daha fazla bu partiye yönelmesine neden oldu, olmaya da devam ediyor. Büyük koalisyonun sağlık, emeklilik, işsizlik gibi en temel alanlarda gündeme getirdiği kısıtlama dalgası özellikle SPD tabanında, sendikalar cephesinde Sol Partiye olan ilgiyi artırıyor. Yurtdışına asker göndermesine bir tek Sol Parti açıktan karşı çıkıyor ve bu tutumu savaş ve militarizm karşıtlarının takdirini topluyor. Anketler, SPDnin oy kaybettiğini, Sol Partinin kazandığını gösteriyor.
En önemli tartışma da sendikalar cephesinde yaşanıyor. Bugüne kadar sendikaları arka bahçe gibi kullanan SPD, artık istenmeyen parti durumuna geldi. Bu durum doğal olarak Sol Partinin işine yarıyor. Örneğin Alman Sendikalar Birliği Bavyera örgütü, bu yıl SPDli politikacıları 1 Mayıs kürsülerinde konuşturmama kararı aldı.
Gelişmeler, Sol Partinin Batı Almanyada da güçlenmesinin olanaklarının olduğunu gösteriyor. Ancak, bu asıl olarak partinin olaylar karşısında alacağı tutuma bağlı.
Hafta sonunda yapılan program tartışmalarında ortaya çıkan bulguların başında, bugünkü duruşun, gelecekte bükülebileceğinin ipuçlarını içinde taşıyor. Daha sol gelenekten gelen Sol Parti.PDSin kongresinde geçmiş ile hesaplaşma adına sosyalist değerlerle araya mesafe koyma öne çıktı. Partinin gelecek vizyonu zar zor demokratik sosyalizm olarak da tarif edildi. Parti yönetimine kalsa sosyalizm kelime olarak parti programından tamamen çıkaracak. Ne var ki; Doğu Almanyadaki seçmenlerin önemli bir bölümün sosyalizmi gelecek umudu olarak gördüğü için bunu yapamıyorlar. Birleşme süreci aynı zamanda lafta da sosyalizm ile olan bağların koparılması için kullanılmaya çalışılıyor.
Keza bu partinin hükümette olduğu eyaletlerde özeleştirmelerin yapılabileceği, çalışanların işten atılabileceği, BM şemsiyesi altında askeri operasyonlara destek verilebileceği, her şart altında soysal demokratlarla koalisyon ortaklığının mubah olduğu yönündeki politikalar sol adına, emek adına savunulabilecek şeyler değil.
Özetle; kurulacak yeni partinin PDS kanadındaki yönetici erk geçmişin olumlu değerleri üzerinden bir iktidar hedefi yerine, daha çok, sistem içerisinde kendisine bir yer edinme ve kabullendirmeyi esas alan politikayı esas alıyor.
WASG kanadı ise sisteme kendisini ispatlama derdinde olmadığı için pratik duruşu kısmen daha sağlam görünüyor. Örneğin, WASG kongresinde özelleştirmelere, yurtdışına yapılacak askeri operasyonlara açıktan karşı çıktı ve yeni partinin programına bunların yazılmasında belirleyici oldu. Sol Partinin eşbaşkanı olması beklenen Lafontaine, işçilere politik grev hakkının verilmesini sürekli öne çıkarıyor ve değişimin ancak bununla mümkün olabileceğine dikkat çekiyor.
Bütün bunlardan ötürü, farklı geleneklerden gelen iki partinin sol adına birleşmesi genel olarak, büyük koalisyona karşı çıkan emekçiler tarafından olumlu değerlendirilerek, yeni bir güç merkezi olarak görülüyor. Ancak bu, sermaye politikalarına sağlam bir duruş sergilendiği taktirde mümkün olabilecektir. Neoliberal politikalara ortaklık ve sosyalist değerlere sırt çevirmek, yeni partiyi sürekli zayıflatacak ve belki de yeniden bir bölünmeye doğru götürecektir. Bütün bunların nasıl bir seyir izleyeceği asıl olarak ülkede işçi sınıfı ve emekçilerin neoliberal politikalara karşı yürüteceği mücadeleyle ile yakından ilgili.
Yücel Özdemir