30 Mart 2007 00:00
DURUM
Geçtiğimiz günlerde AB -Avrupa Birliği- 50. yılını kutladı. Gazetelerin dış haber sayfalarına ve yorumlara bakıldığında, ortak kanı olarak şu değerlendirmenin yapıldığı görülüyor; suya sabuna dokunmadan yapılan bir kutlama.
Geçtiğimiz günlerde AB -Avrupa Birliği- 50. yılını kutladı. Gazetelerin dış haber sayfalarına ve yorumlara bakıldığında, ortak kanı olarak şu değerlendirmenin yapıldığı görülüyor; suya sabuna dokunmadan yapılan bir kutlama. AB ülkelerinin Berlinde yaptıkları toplantı sonrasında yayınladıkları bildiri, varılan bu kanıyı güçlendirecek nitelikte. Bildiride, o çok önem verilen Avrupa Anayasasından hiç söz edilmiyor. ABnin son zamanlarda hararetle tartıştığı genişleme sorunu da bu açıklamada yer almıyor.
Kısacası ortak bildiri AB için temel sorunlar sayılabilecek hiçbir soruna değinmeden, Hiç olmazsa bir bildiri yayınlayalım mantığıyla yayınlanmış ve böylece herkesin onayı alınmış. Buraya nasıl gelindi ve AByi nasıl bir gelecek bekliyor? AB, dünya politikasında başa güreşecek güçlerden birisi olacak mı? Kuşkusuz bu soruların hazır yanıtları bulunmuyor. Ancak yaşanılan ve bugüne gelen süreçte önemli dönemeç noktaları var ve buralarda ortaya çıkan tutumlar, ABnin nasıl bir yöne doğru gidebileceğinin işaretlerini de bize veriyor.
Bir kurum olarak var olmasına rağmen AB, ortak davranış ve irade birliğini yansıtabiliyor mu? Bu soruya kestirmeden hayır yanıtını vermek gerekiyor. İngiltere, AB üyesi olmasına rağmen dünya politikasında ABD ile birlikte davranıyor ve henüz ABnin ortak para birimi olan Avroya da geçmiş değil. İngiltere, AB Anayasasına da karşı ve birliğin daha ileri düzeye götürülmesini istemiyor. ABD Iraka saldıracağını ilan ettiğinde, AB ülkeleri farklı tutumlar içinde oldular ve ortada bir AB tutumu kalmadı. Almanya ve Fransa saldırıya karşı çıkarken İngiltere ile birlikte İspanya -sonradan tutum değiştirdi-, İtalya ve birliğe yeni katılan Doğu Avrupa ülkeleri, ABD ile birlikte tutum aldılar. Bu, ABnin ortak irade ve eylem birliğini gerçekleştiremediğinin açıkça su yüzüne çıkması anlamına geldi. Böylece birlik, ilk ağır darbesini buradan yedi.
Birliğe ikinci ağır darbe, doğrudan halktan geldi. Hollanda ve Fransada halk, referanduma sunulan AB Anayasasını reddetti. Bu ret, halkların birlikte yaşamama isteğinden değil anayasanın, büyük şirket ve patronların yıllardır süren ekonomik, siyasi ve politik saldırılarının yasalaştırılmış halini temsil ettiğinin anlaşılmasından kaynaklandı. Halk, anayasanın, sürüp giden neo-liberal saldırıların AB çapındaki ortak hukuk belgesi haline gelmesine geçit vermedi. Böylece ABnin kendi içerisinde birliği daha ileri taşıma planları ağır bir darbe aldı. Birliğin tartıştığı ve bir sonuca varamadığı diğer önemli bir konu ise genişleme -özellikle Türkiyenin alınması- sorunu ve bu konuda bir irade birliğine varılmış değil.
Bütün bunlardan sonra doğal olarak akla şu soru geliyor; AB bu temel sorunlarda bu kadar ağır sorunlar yaşıyorsa, o zaman birliğin daha ileri bir zemine taşınmasını kim ya da kimler istiyor? Bugün ABnin kilit ülkesi Almanyadır. Almanya, ekonomik potansiyeli ve dünya politikasında oynamak istediği rol için birleşmiş ve ortak tutum alan bir AB istiyor. Almanyadan sonra gelen ülke Fransadır ve bu iki ülke, çoğu zaman birlikte, bazı durumlarda da farklı tavırlar alabiliyorlar. Çünkü ikisinin de ayrı çıkarları var ve ikisi de kendi büyük sermayelerinin ve onların iradesini temsil eden devletlerinin çıkarlarını korumak istiyor. Bu iki ülke, ABnin çekirdeğini oluşturma iddiasında ve birlikte davrandıkları oranda güçlü olabileceklerini görüyorlar; ancak kendi çıkarlarına da gem vurmakta zorlanıyorlar. Bu ikisi, kendi çıkarları temelinde kenetlenmiş bir ABden yanalar. Mümkün olur da İngiltereyi de yanlarına alabilirlerse, o durumda değmeyin keyiflerine!
AByi son zamanlarda zorlayan diğer önemli bir sorun, ABDnin eski Doğu Avrupa ülkelerine, Rusyaya karşı yerleştirmek istediği füzelerdir. ABD, buraları kendi av sahası olarak görüyor. Almanya ise buna kesinlikle karşı ve Avrupanın bölünmesine yeniden izin vermeyeceğini dile getiriyor. Buna kaşın Polonya gibi ülkelerin tutumu ABDden yana. Almanya, ekonomik olarak Doğu Avrupaya yayılmış durumda. Bu etkisi ile Polonya, Macaristan vb. ülkeleri hizaya getirebileceği düşünülse de bu iş o kadar kolay değil ve tarihsel sorunlar, çıkarlar vb. işin içine giriyor.
Açıkçası ABnin önümüzdeki dönemde nasıl bir birlik olarak şekillenebileceğine ilişkin kesin bir şey söylenemez. Ama örneğin, özellikle Almanyanın savunma, ekonomi ve hukuk anlamında tam birleşmiş, ileri bir birlikten yana olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ancak sıkıca birleşmiş bir AB mi, yoksa kendi içerisinde kademelenmiş gevşek bir AB mi, ya da kurum olarak da varlığını sürdüremeyecek bir Avrupa mı sorularının yanıtları, güç ve politika ilişkilerinde ve bunların önümüzdeki dönemde alacağı biçimlerde saklı bulunmaktadır.
Türkiye egemen sınıflarının girmek istedikleri ABnin durumu işte böyledir. Egemen sınıflar, ABye girilmesi konusunda genelde fikir birliği içerisindedir. Ama bu birliğin gerisinde, ABde pozisyonumuz ne olacak? sorusu durmaktadır ve bu soru, ayrılıkların da ipuçlarını vermektedir. AB içinde ABDnin Truva Atı mı olunacağı, yoksa AByi temsil eden çekirdekle birlikte mi davranılacağı ayrı bir çekişmenin konusudur ki bunun bir ucu ABye, diğer ucu ABDye dayanmaktadır. Kuşkusuz ülkenin geleceği konusunda karar verecek asıl güç halktır ve onun kararı belirleyici olacaktır.
Ahmet Yaşaroğlu