31 Mart 2007 00:00

Arabesk’in fotoğrafı nasıl çekilir?

Pek çok araştırmaya konu olmuş arabesk müziği şimdi de bir serginin teması oldu.

Paylaş

Pek çok araştırmaya konu olmuş arabesk müziği şimdi de bir serginin teması oldu.
Dokuz yıllık bir çabayla arabesk ile ilgili konserinden dinleyicisine, sanatçısına hemen her ayrıntıyı fotoğraflayan Haluk Çobanoğlu projesini bugün Fotoğrafevi’nde meraklılarına sunuyor. Sergi öncesi görüştüğümüz Çobanoğlu’nun kitaba da dönüşecek olan projesinde, arabeskin tarihsel dönüşümü ana konuyu oluşturuyor.

Arabesk bu toplumun ürettiği bir sosyolojik olgu. Sizi bu konuyu çalışmaya iten sebep neydi?
Kaba bir tanımlama yapmama izin verirseniz, belgesel fotoğrafçı dünü anlamaya çalışan, bugünü yorumlamaya çalışan ve geleceğe de belge bırakmaya çalışan bir ademoğlu. Dolayısıyla hayata bu eksenle bakarsan görsel tarihçi olarak görüyorsun kendini. Birtakım belgeler bırakıyorsun geleceğe, sistematik düşünen bir kuşağın üyesiyiz, omurgamız var. Bu bakıma ülke ile ilgili saptamalarım var. Kaotik bir yapı mevcut; sosyo-ekonomik durum var, sınıf meselesi var, zengin fakir var. Bunların olduğu yerde her zaman problem olduğunu görüyoruz. Ülke evrim geçiriyor, iki tane darbe oluyor, arada sen de değişiyorsun. Algın değişmeye başlıyor, bir eksen arıyorsun, fotoğrafla hikaye anlatmak çok zor bir iş. O zaman sansür edilemeyen, açıkça üzerine gidilebilen şeylerin üzerine gidiyorsun. 1996’dan beri bende beliren iki şey önemli: Mimari ve müzik sansür edilemeyen bir şey. Amerika da zencilerin müziğini engelleyememiştir. Bunun üzerine, müzik üzerine gitmeye karar verdim.

Araştırmalarınız ışığında arabeskin beslendiği tarihsel verilerden bahseder misiniz?
Cumhuriyet döneminde 1934’te bir tarafta radyolarda Türk sanat müziği yasaklanırken diğer yanda Mısır sineması Türkiye’de popüler olmaya başlıyor. Çok yoğun ilgi görüyor bu tesadüf değil, insanlar kaybettikleri şeyi başka yerde buluyorlardı. Babam o kuşağa tekabül ediyordu ve radyosu vardı, Kahire radyosunu ve Ümmü Gülsümleri, Abdul Vahapları dinliyordu. Bunlar tesadüf değildi önemli bir arayıştı.
Yeşilçam sinemasının ilk nüveleri atılıyor bir diğer yandan, Münir Nurettin Selçuk’a Mısırlı oyunculara biçilen roller veriliyor, Saadettin Kaynak ona parçalar yazıyor. Orhan Gencebay’la yaptığım röportajda söylediği bir şey ayrışma noktasının bu olduğunu söylüyor.
Ellilerden itibaren Türkiye sanayileşme istiyor, bu çabalara altmışlarda planlı dönemde iç göç başlıyor. Altmışların başında dış göç de başlıyor. Bir grup insan yer değiştiriyor, bir kısım ülke içinde, bir kısmı ülke dışına gidiyor. Geldikleri bir yer var, müzik ihtiyaçlarını düşündüğünde, halk müziği kırsal kodların okunduğu bir müzik ama seviyorlar, onların yeni durumunu açıklayan bir şey değil, sanat müziği çok eskide kalmış sözüyle üstelik o kültürden koparılmış, dili bile anlaşılamıyor saraylı elit bir tarafı da var. Gidip klasik batı müziği dinleyecek durumu yok. Şerif Mardin önemsediğim bir bilim insanı, şöyle der “bir kadim kültürü reddedip, yerine yeterli ve tatmin edici bir şey koyamama” bizim problemimiz bu. Müzikte de, ekonomide de bu böyle. Seksenlere geldiğinde ise arabesk daha bireysel ve yanık bir hale dönüşüyor. Doksanların başına gelindiğinde artık ikinci üçüncü kuşağını yaşarken tamamen ekonomik sistemin yuttuğu insanlara hitap eder hale geliyor.

Kelime olarak arabesk ne anlama geliyor?
Yetmişli yıllarda, göçle beraber üretilen müzik yeni bir müzik, kimsenin bilmediği müzik, seçkinler devreye giriyor. İmparatorluk yıllarından kalma bir fobiyle bir küçümseme anlamında “arabesk” deniyor. “Biz temiziz” mesajıyla... Arap ezgileri barındırdığı için de söyleniyor. Uydurulmuş bir isim Fransızcadan geliyor. Orhan Gencebay’la konuştuğumda “Batsın bu dünya derken ben bu ilişkilerle yaşanacaksa batsın bu dünya dedim” diyor, “Yoksa dünyayı batıralım yıkalım demiyorum” diyor. “Batsın Bu Dünya” filminin senaryosunu da o dönemde Vedat Türkali yazıyor.

Arabeskin göç kültürüne ait olduğunu söylüyorsunuz...
Evet. Göçün taşıyıcı bir kültür virüsü olduğunu düşünüyorum. İzmir’den göçen Rumların müziği olan rembetiko Yunanistan’ın arabeski sayılıyor. Orada da askeri hükümetler tarafından yasaklanmış. Alt kültürden insanların acıklı şarkıları, yok edilmeye çalışılmış. O da Yunanistan’ın popuna dönüşmüş.

Arabesk günümüzde elit kesimle, rockla buluştu. Kimlik değiştirdi, bunu neye bağlıyorsunuz?
Çok net olarak refahı paylaşmak için yola çıkanların türküsüdür arabesk. Kesinlikle emin olduğum bir şey var, müzikolog değilim ama şehirli bir müzik arabesk, şehir için yazılmış. Son yıllarda da şehrin geneli tarafından da kabul gördü arabesk. Mesela; Sabancı Üniversitesi’nin arabesk müziği kulübü var, korosu var, her yıl konser veriyorlar. Konser başlıkları da “ İtiraf ediyoruz biz bu şarkıları seviyoruz”....Çok samimi bir şey var hem de eleştirel bir şey var.
Bu ülkenin iki önemli arabesk müzisyeni var, biri Orhan Gencebay diğeri Erkin Koray’dır.
Erkin Koray’ın şarkılarının yüzde doksanı arabesktir. Ünlü arabesk prodüktörü Şahin Özer’le yaptığımız sohbetlerde “Türkiye’deki her müziğin içinde arabesk vardır” demişti. Bu konuda bir kulak dolgunluğu var. Bütün pop şarkıcılarda bile, prodüktörlerle tanıştım, arkadaşlarım var bu iş sürecinde, ya da müzikologlarla görüşmelerimde bazı kalıplar var. Ağlatacaksın, oynatacaksın gibi arabesk kalıplar. Şarkılara o nedenle arabesk nağmeler ekliyorlar. Seksenleri konuştuk ama bir şeyi ihmal ettik, ortaya çıkan “devrimci arabesk” ve Ahmet Kaya’yı konuşmadık. Sol muhalefetin yenilmesi çıkan acıklı durumda, kimlik sorunu, köklerine dönme, o zamanda çıkan arayış Ahmet Kaya’nın beslendiği durumdur. Benim projemin eksik kaldığı kısım Ahmet Kaya’dır. Ahmet Kaya’nın bir benzeri yoktur. (İstanbul/EVRENSEL)
Anita Kazeroğlu
ÖNCEKİ HABER

Mizah ödüllerini kazananlar belli oldu

SONRAKİ HABER

Öğrencilerden “Amatör Sanat Günleri”

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa