01 Nisan 2007 00:00

benim ayılarım

Çocukluğumdan beri ayıları çok severim. Bilmem, belki onlar da beni severler. Ayıcı Osman, ayısı, eşi, iki çocuğuyla birlikte bizim sokağın sonundaki bir evde yaşarlardı. Ayının adı Ceviz’di.

Paylaş

Çocukluğumdan beri ayıları çok severim. Bilmem, belki onlar da beni severler. Ayıcı Osman, ayısı, eşi, iki çocuğuyla birlikte bizim sokağın sonundaki bir evde yaşarlardı. Ayının adı Ceviz’di. Ceviz, sokağın hiçbir çocuğunu yanına yaklaştırmaz ama bana ne homurdanır ne de tırnağını gösterirdi. Ona yediğim ayvadan bir parça koparır verirdim, şekerli dilimin yarısını uzatırdım. Alır, yerdi. Yanında otururdum, homurdanmazdı. Hatta başını okşamama bile izin verirdi. Ayıcı Osman, Ceviz’in beni, evin çocuklarından daha çok sevdiğini söylerdi.
“Hâlâ annenin yaptığı kısıra bayılıyor” derdi. Annem de ayırırdı:
“Bu Ceviz’in hakkı” diye.
Sonra Ayıcı Osmanlar gittiler. Bir daha Ceviz’i Adana sokaklarında hiç görmedim. Oysa ki, Osman tefini çalar, Ceviz öyle güzel kasap havası oynardı ki...
Hep özledim Ceviz arkadaşımı...
Sonra Kuşadası’nda Ayıcı Yaşar’la tanıştım, ayısı Cevahir’le dost oldum. Dört dil bilirdi Cevahir. “Hamamda koca karı nasıl bayıldı?”yı İngilizce, Almanca ve Fransızca dillerinde anlar, hemen kendini kaldırır yere atardı. Yaşar da turistlerden bahşişini toplardı. Cevahir’in anadili elbette Türkçeydi. Yaşar bizim turistlerin önünde Cevahir’e “hamamda koca karı nasıl bayıldı” deyince, bu kez bizimkilerin önünde Cevahir kendini kaldırır yere atardı.
Yaşar, bu bahşişlerle bir sosyal konut da edinmişti. Sosyal konutun tapusunu Cevahir’in üzerine yapmayan tapucuya çok kızmıştı.
“Hiç olur mu Yaşar, nerede görülmüş bir ayının üzerine evin tapusunun verildiği?” demiştim.
“Ama bu evi bize Cevahir aldı Muzaffer amca” demişti.
Eve taşındıklarında da sorun çıkmıştı. Giriş katının balkonunda Cevahir’in dolaştığını gören siteliler:
“Ama şu dairede ayı var!” diye bağırmışlardı. Ve her gün Yaşar’ın siteden ayısıyla birlikte çıkıp gitmesini istemişlerdi. Elbette Yaşar’ın şurasına gelince, o da açmış ağzını, yummuştu gözünü.
“A be hanginizin karısına kızına yan baktı? (Doğru) Hanginizden borç para istedi? (Doğru) Hangi gün kafayı çekip de sitenin ortasında naralar attı?” (Bu da doğru) İşte o günden sonra Cevahir, sitenin bir bireyi olmuş, gelen geçen balkonda oturmakta olan Cevahir’e selam vermeye başlamışlardı. Bir kezinde Yaşar hastalanan kaynanasını İzmir’e götürmek için Cevahir’i bana bırakmıştı. Eee, amcalık kolay değil. Erik ağacına bağlı Cevahir’e çay yapmıştım. Çünkü çayı çok seviyordu. Kalın bardaktan o, ince bardaktan ben, bakışa bakışa çaylarımızı içtik. Öğleleyin de amcası onun karnını reçelle, ekmekle doyurmuştu. Helal olsun!
Ama gece olunca Cevahir homurdanmaya başladı. Ah canım ah, ne istiyordu? Dilinden anlamıyordum ki. Ne verdiğim çayı içti, ne de bir şey yedi. Boyuna zinciri çekiştiriyor, erik ağacını kırmaya çalışıyordu. Sonunda homurtularına, bağırış, çığırışlarına dayanamamış, zincirini çözmüştüm. Ben bir yerlere gideceğini sanıyordum. Hiçbir yere gitmedi, bizim evin kapısına geldi. Cevahir bir şey istiyordu. Açtım kapıyı, içeriye girdi. Koridoru geçti, yemek masasının yanından geçti, büfenin yanında durdu. Tam televizyonun önündeydi. Bir bana, bir televizyona bakıyordu. O anda televizyonun açma düğmesine bastım. Yalan Rüzgârı dizisi çıktı. Ah canım, demek ki derdi oymuş. Öyle sevgiyle baktı ki bana. Oturağa oturdu, tiryakisi olduğu diziyi başından sonuna dek izledi.
Yaşar, hani televizyonda bir dizi vardı ya, Çakallar Vadisi, işte Cevahir’in bu dizinin de tiryakisi olduğunu telefonda bana söylemişti. Hatta ben Yaşar’la şakalaşmıştım.
“Yahu yaşlanmadı mı Cevahir? Ona gözlük aldın mı? Nasıl izliyor Çakallar Vadisi’ni?” diye sormuştum.
Geçenlerde bende bir merak bir merak... Hani televizyonlar söylüyor, gazeteler yazıyordu ya, küresel ısınmadan ötürü ayılar kış uykusuna yatamadılar, diye... Acaba Cevahir nasıl, o da mı dairenin en arkasındaki küçük odasında kış uykusuna yatamadı mı? Açtım telefonu sordum!
“Hııı Yaşar, Cevahir de uyuyamadı mı bu kış?”
“Ah sorma Muzaffer abi, dedi Yaşar. Uyumadı hiç, uyumadı...”
Yaşar’ın ofları pufları gökyüzünü tutuyordu.
“Yaşar, dedim çok uflayıp pufluyorsun...”
“Evet doğru abi ama şu anda telefonda oflayıp puflayan Cevahir...”
“Deme yahu, neden acaba Yaşar?”
“Abi, gel, hem bir kahvemi iç, hem de Cevahir’i görmüş olursun...”
Gittim Yaşar’lara... Ah canım Cevahir, nasıl tanıdı dostunu. Hemen yanıma geldi. Elimi tuttu, sıktı. Götürdüğüm baklavadan bir dilim yedi. Oysa ki eskiden sekiz on dilim bana mısın demezdi. Yaşar:
“Hep böyle abi, dedi. Yemiyor, içmiyor, sabahtan akşama dek oflaya puflaya televizyon haberlerini izliyor.”
“Canım, alın, uyuması için odasına götürün...” dedim.
“Abi televizyonun başından ayrılmıyor ki... Çok merak ediyor çoook. Verem merem olmasa...”
“Yahu Yaşar, Cevahir neyi merak ediyor?”
“Kimin cumhurbaşkanı olacağını Muzaffer abi...”
Aaa yalanım varsa ne olayım? Cevahir başını sallıyor, evet evet başını sallıyor... Ve hemen ardından televizyon ekranına bakıp derinden derinden ofluyor, pufluyor...
Muzaffer İzgü
ÖNCEKİ HABER

yetmez bize 1 nisançok neşe doluyor insan!

SONRAKİ HABER

‘latife latif gerek’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...