05 Nisan 2007 00:00
Hatıralarımın izini sürüyorum
Geçmiş Zaman Bilirkişisi, Geçmiş Zaman Gezgini ve Geçmiş Zamanın Anlatıcısı olarak tanınan Gökhan Akçuranın Zaman Makinesi serisinin üçüncü ve son kitabı İstanbul Twist Everest Yayınları tarafından yayımlandı.
Geçmiş Zaman Bilirkişisi, Geçmiş Zaman Gezgini ve Geçmiş Zamanın Anlatıcısı olarak tanınan Gökhan Akçuranın Zaman Makinesi serisinin üçüncü ve son kitabı İstanbul Twist Everest Yayınları tarafından yayımlandı.
Kitapta, ülkemizde caz olarak adlandırılan batıdan gelen müzikleri, Galatasaray Lisesi öğrencilerinin kurduğu İz-Caz topluluğunu, Galatasaray Lisesi müdürünün her türlü kültür faaliyetlerini yasaklamasını, Ayla Algan, Nedim Otyam ve Fecri Ebcioğluyla ilgili ayrıntılı bilgileri de bulacaksınız... Gökhan Akçura ile İstanbul Twisti konuştuk.
Bugüne kadar yayımlanan kitaplarınızın sadece adlarına bile baktığımızda, çok zengin bir koleksiyona sahip olduğunuz görülüyor. Biriktirdiklerinizi değerlendirmek için mi yazıyorsunuz, yazmak için mi biriktiriyorsunuz?
Bu iki seçenek, benim de hakim olamadığım biçimde birbirine karışıyor. Yazmak istediğim birçok konu hakkında malzeme topluyorum. Yüzlerce konu hakkında... Merak ettiğim insanlar, olaylar, filmler vb. hakkında. Turizmden eğlence yaşamına, reklamcılık tarihinden büyük mağazaların geçmişine... Operet tarihimizden İstanbulun elektrikleşme sürecine kadar, ilgi alanıma giren birçok konu var. Öte yandan, sırf ilgimi çektiği için aldığım bir görsel malzeme de, daha önce hiç planlamadığım şekilde, giderek bir yazı nesnesi haline gelebilir. Örneğin geçenlerde bir müzayededen 1940lı yılların sonunda Eskişehir Hapishanesinde çekilmiş toplu fotoğraflar aldım. Arkalarında kimlere ait olduğu da notlanmış. Şimdi biliyorum ki, bu kişilerin kim olduğuna dair ve Eskişehir Hapishanesi hakkında bilgi toplamaya başlayacağım...
Kitaplarınızda görsellik ön planda...
Bu benim hassasiyetle üzerinde durduğum bir konu. Çocukluğumdan beri görsellik hep ilgimi çekmiştir. Bu öğrencilik yıllarımda lafzî eğitimin ne denli anlamsız olduğunu keşfetmemle başladı. Ardından eskicilerden aldığım yabancı dergilerde bizde pek rastlanmayacak kadar renkli bir dünyanın olduğunu gördüm. Hemen her konuyu görseliyle birlikte düşünürüm. Düşünmekle kalmam, araştırırım... Saray Sinemasının tarihini yazacaksam, orada yapılmış konserlerin program dergilerini toplarım. Cumhuriyet dönemindeki ilk güzellik kraliçelerini araştıracaksam, bu konuda yayınlanmış broşürleri, kartpostalları derlemeye çalışırım. Bence bu gayet doğal bir davranış. Ama böyle düşünmeyenlerin çokluğu, benim yaptığımı özel bir olgu haline getiriyor ne yazık ki... Hep verdiğim bir örnek vardır. Yıllar önce, İstanbulun alışveriş tarihi hakkında bir belgesel hazırlıyorduk. Bu tarihte esir pazarlarının da doğal olarak yeri var. Bu konuda araştırmalar yapmış, kitaplar yazmış bir bilim adamına danıştım, sizde bu pazarların hiç resmi var mı, ya da nereden bulabiliriz diye. Bu kişi, inanın hiç aklıma gelmedi böyle bir resim aramak diye cevap verdi. Ben işte bu bakışı hiç anlayamadım. Nasıl merak etmez insan? Görmek denilen bir olgu varsa, elimizdeki konuyla ilgili görsel malzemeleri de bulmalıyız. Hayatın keyfi görerek daha çok çıkar.
Sevenleri kadar karşı çıkanları da olan Twist hangi özellikleriyle ülkemizde moda oldu?
Twist, kitapta da anlattığım gibi rocknroll çağının en önemli dansı. Bize bir iki yıl geç geldi, ama tam geldi. Önce kulüplerde yapıldı, ardından yazlık bahçelerde yarışmalar düzenlendi. Dünyada olduğu gibi gençler açısından fazla düzgün bir yaşama, hareketli bir karşı çıkış anlamına geldi. Çılgınlar gibi dans etme olanağını yarattı. Bu elbette, çoğu kişi için korkulacak bir davranış. Çılgınlık mı, uzak kalmalı. Bırakın tutucu yayın organlarını, konusu itibariyle bizatihi yenilikçi olması gereken dergiler bile, örneğin Müzik Postası, twist dansına karşı kampanyalar düzenledi. Ama piste çıkanları durdurmak mümkün değildi. Twistin İstanbul pistlerinden Anadoluya geçişi ise Öztürk Serengilin filmleri ve 45likleriyle oldu. Twist lümpen kültürle ilginç bir sentez oluşturmuştu. Yeşşe, bilakis, temem gibi argo sözcüklerle twistin bütünleştiği başka bir ülke olduğunu sanmıyorum!
İstanbul Twistte 1950lerden başlayarak yirmi yıllık bir sürece yayılan müzik yaşamından birçok kesit var. Bu dönemin müziklerinin sizin üzerinizdeki etkisi nedir?
50li yıllarda küçük bir çocukken, her evde olduğu gibi bizde de bir radyo vardı. Bu radyonun üstündeki kapak açılır, 78 devirli plaklar çalan bir pikap ortaya çıkardı. Annemin klasik Türk müziği plaklarından çok, babamın Rumca ve Türkçe piyasa müziği içeren plakları ilgimi çekerdi. Yıllar sonra bu plaklara yeniden baktığımda Park Oteli Orkestrasının doldurduğu plaklardan Luciano Tajolinin napoliten şarkılarına kadar geniş bir yelpaze içerdiğini görüyorum. Her tür hafif müzik parçasına caz dendiği bir dönemin izdüşümleri. Bu dönemden kitaba yansıyan en önemli şarkıcı ise Celal İnce. Onun, Çiftliğim adlı şarkısı (bir kovboy şarkısıydı), Pekos Billlerle büyüyen benim gibi bir çocuk için çok çekiciydi. Taş plakların geç bir döneminde evimize giren Bak Bir Varmış Bir Yokmuş ise kısa sürede ezberlediğim bir şarkı olmuştu. Fecri Ebcioğlu ile ilk tanışmamdır. 45lik plaklarla ise ilk kez İstanbulda karşılaşmıştım. Singer teknik elemanı olan amcamın servis otomobilinde 45lik çalan bir portatif pikap vardı. Bütün gün dolaşıp plak çaldığımızı hatırlarım. Oy farfara farfara, ateş de düştü şalvara... Babamın yeni işi dolayısıyla altmışlı yılların başında Antalyaya taşındığımızda ise Her Yerde Kar Var ortalığı kasıp kavuruyordu. Yine Fecri Ebcioğlu yani. 45lik çalan bir pikabımız yoktu aslında. Sağda solda çalan şarkılar yine de hafızamıza hızla giriyordu. Twist hemen ardından hayatımıza girdi. Plaklar ve filmlerle. Erdek Şeker Kampında bir teenage olarak ter içinde belimizi kıvırıyorduk: Twist again...
Özel Türkbaşı ise önce bir reklam yıldızı olarak tanıdım. Ses dergisinin arka kapaklarında Pe-Re-Ja kolonyalarının konu mankenliğini yapıyordu. Amerikadaki yıldızımız Özel Türkbaş da Pe-Re-Ja kullanıyor gibi bir duyuru taşıyordu bu ilanlar. Kendisini hiç seyretmedim, ama hep merak ettim.
Ayla Alganı plaklardan, Nedim Otyamı filmlerden, Karagözü radyodan, Picassoyu kütüphanelerden tanıdım. Hepsi benim gençlik hatıralarım. Ben galiba hatıralarımın izini sürüyorum.
O günlerde müzik, İstanbullu için çok önemliymiş. Şirketi Hayriyenin Boğaz turu yapan gemilerinde bile orkestralar çalarmış...
Bu biraz daha öncenin hikayesi... Yani twist yıllarının değil. 1930lu yılların. Ama sazla caz arasındaki çekişme, sazın lehine sonuçlanmış. Şirketi Hayriye, alaturka konserlerin büyük rağbet görmesi nedeniyle 4 Ağustos l936 tarihinde, o dönemin süper starı Deniz Kızı Eftelya için bir Boğaziçi konseri bile düzenlemiş. Benim Ivır Zıvır Tarihi dizimin ilk kitabı olan Unutma Beniden aktarıyorum: Şirketi Hayriye (...) çiçeklerle süslü rengarenk ışıklarla parlayan bir sal hazırladı. Öyle bir sal ki, içinde bu göz kamaştıran süslerden maada Deniz Kızı Eftalya ile birlikte bir saz heyeti, bir zeybek takımı ve Şehir Tiyatrosu artistlerinden Hâzım da vardı. Bu salın arkasına gene eskiden olduğu gibi bir sürü sandal takılmıştı. Şirketi Hayriye üç vapurunu donatmış, iki vapurunu da belki kalabalık olur diye hazırlamıştı. Fakat halk 37.5 kuruş gibi gayet ucuz olan bu mehtap alemine o kadar rağbet gösterdi ki, tamam on dört vapur kalktı. Bu vapurlar Bebekten salın etrafını alarak Kanlıcaya, Kanlıcadan Yeniköye, Yeniköyden Beykoza ve Beykozdan Büyükdereye geçtiler. Halk sahilde yeşil, kırmızı, sarı fenerler ve meşalelerle vapurları karşıladı ve eğlenceye iştirak etti. Denizkızının sesi gönüllerde akisler yaparak korulardaki bülbüllerin sesine karıştı. Zeybekler birçok oyun gösterdi. Eftalyanın sal üzerindeki bu gösterisinde rüzgarın da tesiriyle çok yorulduğu, bir daha kendine gelemediği söylenir. Üç yılı aşkın bir süre savaştığı kalbine 15 Mart 1939 tarihinde yenik düştü. Eftalyanın ölümüyle birlikte, kadın sesinin geçmişe ait bir dönemi noktalanmıştı.
Kadir İncesu