7 Nisan 2007 00:00

ARA SIRA


Ayrımında mısınız bilmiyorum; bir kesimin son yıllardaki bütün etkinliği silahla yan yana anılır oldu… Üniversiteler başta olmak üzere, asker uğurlama törenleri, futbol gösterileri dahası bütün günlük yaşayışları silahla özdeş hale geldi.
Hrant Dink’in öldürülmesi başka pek çok bakımdan can yakıcıdır, ama asıl görülmesi gerekenlerden biri, bir kesimin polis örgütünün ilişkiler ağı içinde silahlandığıdır.
Geçtiğimiz günlerde, Darıca Süreyya Yalçın İlköğretim Okulu’nda öğrencilerinin önünde kurşunlanan Hüseyin Cebe, bu düşünüşün geldiği boyutu gösterdiği kadar, bundan sonra olacakların hangi zarfla taşınacağını göstermesi bakımından da can yakıcıdır.
Toplumun, gençliğin gözünde ve düşünüşünde, Hüseyin Cebe’yi vuran sıradan bir cahil, örneğin O.S. gibi yoksul ve beyni yıkanmış bir cahil değil.
Bir “öğretmen.”
Lakırdıyı dolaştırmanın gereği yok. Bu olay, bugüne dek kendisinden farklı düşüneni öldürmek isteyen ama toplumdan, yasalardan çekinen ya da bilgili insanlardan utanan gizil katil tipi için cesaretlendirici örneklerin başına geçti.
Hüseyin Cebe’nin öldürülmesinden sonra düşündürücü önemli bir nokta daha var: Gericinin adam öldürmesi sıradan bir olay gibi sunuldu.
Hüseyin Cebe bir öğretmen. Alevi… Kendi meslek örgütünde görev alan bir ilerici, devrimcidir. Öldürülme nedeni, Ramazan ayında oruç tutmamak, cuma namazına gitmemek vb.
Tuhafa bakın ki, Adnan Hoca denen adamın, hurafeleri, eğitim bakanlığının bu bölgedeki birçok kurumunda da neredeyse resmi yayın gibi dağıtılmaktadır.
Devrimcilerin, Alevilerin yayınlarını izleyenler, insancıl düşünenler böyle bir şeyin, üstelik bu çağda öldürülme gerekçesi olmasını anlamakta zorlanıyor.
Oysa “din” ve “milliyetçilik” kavramlarını esas alanlar için, bu örneklerin çoğalması artık son derece önemlidir.
Bunu örgütlüyorlar.
Camiler, kahveler, sokaklar gibi sosyal mekânlarda bunlar açıkça konuşuluyor. Ortak silah edinme mekanizmaları kuruluyor.
Bunlardan daha önemlisi, bilgisayar ağları üzerinde doğrudan doğruya bu amaca yönelik yayınlar yapılıyor. Aşağıdaki bilgisayar adresi, bu alanın “en garibanı” diyeceğimiz türden: Bu bir örgütlenme biçimi değil de nedir? Bu adreslerden kim bilir daha kaç tane vardır?
Burada bir noktaya daha dikkat edilmesine rica ediyorum. Ben, dünyanın hiç ama hiçbir ülkesinde o ülkedeki istihbarat örgütlerinde, güvenlik kurumlarında görev yapanların en azından ilgili bir kesiminin haberi ve desteği olmadan, o ülkeye kaçak silah girmesinin, satılmasının, dağıtılmasının olanaklı olacağına inanmıyorum.
Bunca yıllık deneyim, bizi buna inanmaktan men ediyor. Uğur Mumcu’nun araştırmalarını yeniden anımsamalıyız: TİT, Hizbullah gibi kurumların arkasında, Çatlı ve Bucak çetesinin arkasında olan resmi kurumları daha o zamandan söylüyordu.
Bütün bunlar bilinmesi zor olan şeyler değil.
Ama bu olaydaki önemli sorulardan bir şu: Hüseyin Cebe’yi öldüren Necati Kumaş, silahı nereden aldı; silah edinmesini sağlayan hangi resmi ve “gayri” resmi ilişkiler ağının bir parçası?
Bunlar kadar önemli bir nokta daha var: Öğrencilerin gözünde örnek oluşturan bir tipolojinin (= öğretmenin) işlediği cinayetin yol açacağı iki önemli etkiyi daha anlamaya gereksinim olduğunu düşünüyorum.
Bir, Sünni kökenli olan ve evinde, büyüklerinden, “öldürme” sözcüğünü bolca duyan çocukların, birini öldürmenin olağan olduğunu düşünmesidir (ki bu tehlikenin sınırlarını düşünemiyorum bile)
İki, okulda hiç istemediği, inanmadığı halde din dersine girmeye zorlanan Alevi ve ilerici çocuklarının, özellikle ilköğretim okullarında daha beter itileceği, aşağılanacağı ya da en azında kimliğini, düşüncesini saklamaya daha çok zorlanacağıdır.
Çocuğunu okula molla olsun diye değil de, düzgün, çağın gereklerine göre eğitim görsün diye gönderen bütün aileler, dinci, şoven bu pervasızlık karşısında yalnız olduklarını düşünecekleri için, o ana dek kabullenmek istemediklerine karşı biraz daha susmayı yeğleyecektir.
Ben bütün bunlar karşısında, bu öldürmeyi kınamaktan daha ötesinin yapılması gerektiğini, örneğin Zorunlu Din Dersleri’ne karşı verdiği savaşımda Eğitim Sen’i ve kimi Alevi kurumlarını yalnız bırakan ya da taraftar olsa bile seyretmekle yetinen kurumların, bu meselede insafa, izana, imlaya gelmesinin iyi bir adım olacağını düşünüyorum.
Sendikal konfederasyon, sosyal ağırlık noktaları olarak değerlendirilen meslek örgütleri gibi kurumların başında oturanlar ne düşünür?
Tevfik Taş

Evrensel'i Takip Et