09 Nisan 2007 00:00
GÜNDÖNÜMÜ
Sendikalar, işçilerin ekonomik ve demokratik mücadele araçlarıdır. Sendikaların en önemli işlevi, işveren karşısında bireysel olarak güçsüz olan işçileri örgütleyerek onların güçlerini birleştirmek ve işverene karşı işçilerin birleşmiş bir güç olarak çıkmasını sağlamaktır.
Sendikalar, işçilerin ekonomik ve demokratik mücadele araçlarıdır. Sendikaların en önemli işlevi, işveren karşısında bireysel olarak güçsüz olan işçileri örgütleyerek onların güçlerini birleştirmek ve işverene karşı işçilerin birleşmiş bir güç olarak çıkmasını sağlamaktır.
İşte bu örgütlü güç nedeniyle işveren, işçi örgütleriyle masaya oturup çalışma süreleri ve koşullarının, ücretlerin, sosyal hakların, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin nasıl olacağına birlikte karar vermek ve bir toplusözleşme imzalamak zorunda kalır.
Toplusözleşmenin yerine bireysel iş sözleşmesi geçtiğinde ise özellikle işsizliğin yoğun olarak yaşandığı dönemlerde işveren, kendi çıkarlarına uygun ve işçiyi köle gibi değerlendiren sözleşmeleri hazırlayarak işçiye Çalışmak istiyorsan bu sözleşmeyi imzalayacaksın diye dayatır. Bu da yetmez, geçen haftaki mektupta belirtildiği gibi daha işe başlarken tüm hak ve alacaklarını aldığına, senelik izinlerini kullandığına vb. ilişkin belgeler imzalatır ve hatta işletmeye verebileceği zararları gerekçe göstererek boş senet imzalatıp işçiyi başlangıçtan itibaren borçlandırır. Bu durumdaki işçi, işten çıkarıldığında veya haksızlığa uğradığında mahkemeye bile gidemez. Adeta patronun kölesi gibi çalışmak zorunda kalır.
İşçileri sendikalardan koparmak, patronların öncelikli amaçlarındandır. O nedenle de sendikalaşma girişimlerini haber aldığında işveren, o çalışmaların içinde olan işçileri işten çıkarıp sendikalaşmayı engellemeye çalışır.
İşveren sendikası TİSKin eski Başkanı Refik Baydur, işçileri sendikadan koparmak için sendikanın işçi adına sözleşme imzalamasının işçiye hakaret olduğunu, işçilerin önceleri eğitimsiz olduklarını, kendi haklarını bilmedikleri ve savunamadıkları için sendikanın işçi adına patronla sözleşme yaptığını, ama bugün işçilerin lise, hatta üniversite mezunu olduklarını ve kendi haklarını savunabilecek bilgiye, yeteneğe sahip olduklarını, o nedenle de işçinin patronunun karşısına geçip masaya yumruğunu vurarak hakkını alması ve patronla bireysel iş sözleşmesi yapması gerektiğini söylüyordu. Bu tutum, patronun işçiyi yalnızlaştırma ve gücünü zayıflatma taktiği olarak kendi çıkarları bakımından doğrudur.
Ancak geçtiğimiz günlerde Şişli Belediyesinde örgütlü bir sendikanın şube başkanı da toplusözleşmenin yerine esnek çalışmayı içeren bireysel sözleşmelerin imzalanması üzerine sorulan soruya, Bunda bir sakınca görmüyorum diye cevap verdi. İşte bu sendikacılık anlayışı, sözün bittiği noktayı gösteriyor. Bu anlayış, sendikanın varlık nedenini ve işçinin örgütlenme amacını yok sayan, kendisini inkar eden, patronların bile açıklamaya cesaret edemedikleri bir anlayıştır.
Bu sendika başkanının mazereti ise işverenin solcu, sosyal demokrat olması nedeniyle elinin rahatlatılması olsa gerektir. Oysa işçi için işverenin düşüncesi değil, uygulamaları önemlidir.
Seçim sürecine girdiğimiz şu günlerde sendikaların şube kongreleri milletvekillerinin akınına uğrar oldu. IMF programına aykırı düşmesin diye seçim bildirgesini bile yeniden düzenleyen sosyal demokrat partimiz, bir yandan seçim sistemindeki işçilerin temsilcilerinin TBMMye girmesini engelleyen hükümlerin ve seçim barajlarının devamını isterken öte yandan işçilere AKP Çankayayı da işgal edecek, ülkemiz tehdit altında, solun en büyük partisi biziz, beğenmeseniz de eksiklerimiz, yanlışlarımız olsa da bir defa daha bize oy verin diyor.
Yıllardır tekrarlanan bu oyuna karşı işçiler ve sendikalar kendi taleplerini ve programlarını ortaya koyarak tüm partilere IMF politikalarına karşı emekçilerin yanında, emperyalizme karşı bağımsız ve demokratik bir Türkiye için, ırkçı faşist kışkırtmalara karşı eşit haklar temelinde barış ve kardeşliği savunan bir platformda, emek, barış ve demokrasi cephesinde birleşme çağrısı yapmalıdır. Bu çağrıya uyan tüm partiler, emekçilerin seçeceği ortak adaylarla seçimlere katılmalıdır. Bu kez sermayenin adayları değil, emekçilerin adayları kazanmalıdır. Cumhurbaşkanını da halk seçmelidir.
Hasan Hüseyin Evin