10 Nisan 2007 00:00
GÖZLEMEVİ
Film yapımcısı Türker İnanoğlu, Maslakta Darüşşafaka Cemiyetinin sahibi olduğu mekanda, yap-işlet-devret modeliyle hazırlanmış çok amaçlı bir projeye imza attı; İstanbulun, İstanbullunun özlemine yanıt verebilecek nitelikte bir Show Center inşa etti. Kısa adı TİM bu gösteri merkezinin.
Film yapımcısı Türker İnanoğlu, Maslakta Darüşşafaka Cemiyetinin sahibi olduğu mekanda, yap-işlet-devret modeliyle hazırlanmış çok amaçlı bir projeye imza attı; İstanbulun, İstanbullunun özlemine yanıt verebilecek nitelikte bir Show Center inşa etti. Kısa adı TİM bu gösteri merkezinin. TİM, 2010 kişilik ana salonu, 800 metrekarelik kablosuz internet bağlantı olanağı sunan şık ana fuayesi; 5 sinema, 1 tiyatro salonu; cafè/barları, restoranı ve 5 mağazasıyla hiç kuşkum yok ki İstanbulun en son teknolojiyle donatılmış, en yeni sanat, kültür, konferans ve eğlence merkezi. İlk gittiğimde, içimden; Hay kesene, emeğine bereket Türker İnanoğlu demiştim, dün gibi anımsıyorum.
İnanoğlunun içinde yatan aslan
Böylesi bir gösteri merkezini İstanbullulara bir anlamda armağan eden; 51 yıllık başarılı sinema filmi, televizyon programları/dizileri yapımcısı Türker İnanoğlunun içinde meğer bir de başka aslan yatarmış. Aslan yatarmış da bugüne değin o aslanı sahneleyeceği yeri bulamazmış. Neymiş bu aslan? Müzikal yapmak Kafasında bir öykü kurgulamış. Kökleri Osmanlı hanedanına uzanan, varlıklı ve gün görmüş bir ailenin Harvardda öğrenim görmüş oğlu ile çalgıcılıkla geçinen bir Roman ailesinin kızının aşkı. Yani malum aşağıdakiler-yukarıdakiler öyküsü. Eee, ne de olsa iki aile arasındaki kültür, görgü, düşünce ve yaşam tarzı farklılıkları da seyirciyi gıdıklar ya!.. İnanoğlu, bu sıranın sıradanı öyküyü tutmuş, 100ün üstüne çıkan dizi dizi incilerden Cennet Mahallesinin senaristlerine vermiş ve: Alın bu öykümü, içimdeki aslanımı ortaya çıkartın, müzikal yapın demiş. Romantika başlıklı müzikli oyun işte böylece ortaya çıkmış.
Haldun Dormenin emekleri
Böylece bir müzikli oyunun gerçekten ortaya çıktığına inanırsan aldanırsın benim Değerli Okurum. Çünkü Resul Ertaş ve Yaşar Arak adlı senarist kardeşlerim oturmuşlar, oyun metni değil senaryo yazmışlar. Müzikli oyunun burlesk ile hafif opera türlerinin birleşiminden türediğini bilememişler. Bu türün nitelik ve nicelik bakımından çok çeşitlilik gösteren bir tür olduğundan haberleri yokmuş. Ve bırakın dünyadaki örneklerini, büyük olasılıkla bu türün bizdeki öncüsü ve en büyüğü Haldun Dormenin yapımlarının hiçbirini ama hiçbirini DVDden, videodan dahi olsa izlememişler. Yılların ustası Şakir Gürzumar da bu entipüften ötesi senaryoyu alıp sahnelemeye kalkışmış. Dolayısıyla Haldun Dormenin emekleri de heder olmuş, silinmiş gitmiş.
İşi hafife almak
Şakir Gürzumar dostum, başına bela aldığı bu senaryoda olay sayılan senaryo öyküsü örgüsüne sanırım müzik ve dansı katık edersem işi kotarırım, diye düşünmüş. Bana sorarsa hata etmiş. Aksiyon gevşek, olaylar dizisi hepten zevzek. Haydi öz aramayalım; ama bu kadar da sığ beğeniye yönelinilmez ki be birader!..
Diğer taraftan ikide bir pıs diye koyuverilen sise ne amaçla neden gerek görmüş anlayamadığımı itiraf etmeliyim. Sonra Melek Baykalın ve Çağla Şikelin parmak şakırdatmayı öğrenmeleri bu kadar mı zordu ki ellerini başlarının üstüne kaldırıp parmaklarını halden hale sokuyorlar, işin orasını da kavrayamadım. Polislerin dansında a:sa:yiş sözcüğünün asa:yiş olarak söylenmesini düzeltmemesinin nedenini de vallahi bilmiyorum. Müzikli oyunun özgün müziğini yapan Cengiz Onural / Bora Ebeoğluna sözü getirirsem; onlara da temeli eğlendirici, hafif müziğe dayandıracağım diye müzik işi de böylesine hafife alınmaz ki deyiverip kimseyi bu konuda daha fazla üzmeden kenara çekileceğim.
Köroğlu bile işini şişirmiş
Son yılların gerçekten başarılı dekor tasarımcısı Ali Cem Köroğlu, bu kere seyirci ile oyun arasında etkileşimi sağlayamayan, fevkalade işlevsiz bir sahne düzeni kurmuş. Özellikle yalı tablosundan Çöplüktepe tablosuna geçişlerde geniş aralıklı black-outları engelleyememiş. Sahne arkasındaki deniz manzarası, görünenle görünmeyeni verme açısından bence hatalı. Çöplüktepe, Karakol, Dodonun Yazıhanesi tablolarında seyircinin imgesel dünyasını müthiş bozuyor bu manzara. Işık tasarımının ustası Yakup Çartıkın bu eksikliği görmezden gelmesiyse hayli ilginç. Tan Sağtürkün koreografisi için Dans olsun diye dans olmamalı tümcesini kullanacağım, belki beni anlar. Hale Erenin kostümleri için eh kıvamında deyip geçeceğim de gene kendimi tutamıyorum, söylemeden duramıyorum: O kadar para harcatmış, Güllü ile Berraka gelinliği giydirmişsin; gelinlik altına birer ayakkabı mı aldıramadın yahu Hale Hanımcığım!..
Gelelim oyunculara
İlginçtir bu müzikli oyunda kimse şarkı falan söylemiyor, orkestra da yok. Küçük bir saz grubu var ama onlar da köşede sinmiş durumdalar. Hoparlörlerden ses geliyor; biri stüdyo kaydından bangır bangır şarkı söylüyor, oyuncu da ağzını açıp kapatarak şarkı söyler gibi yapıyor. Bu arada Şakir Gürzumara sormak isterim: Akademi Türkiye Yarışmasında başarısıyla tanınan Özgür Çevike şarkı söyletmeyeceksen Yiğit rolünü neden verdin? Öyle ya başka oyuncu mu kalmadı da oyuncu olarak fevkalade yeteneksiz olan bu müzisyene rol veriyorsun? Çağla Şikel, iyi niyetle elinden geleni yapıyor ama eninde sonunda bir tiyatro oyuncusu değil Çağla Şikel. Müzikal oyuncusu hiç değil. Elinden bu kadarı gelebiliyor napalım?!
Romantikaya gitmeyin
Sinem Ergin ve Engin Akyürek vasat. Zeki Alasya, Buket Dereoğlu, Tarık Papuçcuoğlu, Şeyla Halis, Kazım Akşar ve Veysel Diker, oyunu renklendirmek için çaba gösteriyorlar. Usta oyuncu Melek Baykal, dizide kullandığı ve seyircinin artık bezdiği o mahut mayhoş beşuş yüz ifadesini kullanmayı sürdürmekte. Serhan Arslan ve Erdem Baş şimdilik ileride iyi olacak gibi görünmekteler. Sema Aybarsa yazık edildiği bence kesin bir gerçek, bu rolü kabul etmekle Sema Aybarsın kendine yazık ettiği ise ayrı bir gerçek. Yeşim Gül Akşar ve Ali İpin, yaka mikrofonlarını unutup alabildiğine bağırıyor, böylece ciddi anlamda kakofoniye neden oluyorlar. Alona Atamerin fiziğine laf ettirmem bilesiniz. Ama hepsi o kadar!
Bir bilgi daha vereyim; oyun sonunda TİMden değişik semtlere İETT otobüsü var. Yani Romantikayı seyretmek üzere TİMe ulaşmak ve TİMden dönmek fazla sorun değil. Ulaşmak ve dönmek sorun değil sorun olmasına da bana sorarsanız, siz siz olun 50 YTLnizi katletmeyin. Romantikaya gitmeyin. Romanlara çok meraklıysanız Hacı Hüsreve, Sulukuleye, Dolapdereye falan gidin
* * *
Bu köşenin Saygın Okuru! Biliyor musunuz bilemem, geçen hafta İstanbuldan Kievin Taras Şevçenko Ulusal Opera ve Bale Tiyatrosu geçti. Cemal Reşit Rey Konser Salonunda iki akşam Ludwig Minkusun müziğiyle Don Kişotu sahneleyen 100 yıllık topluluk, sanatsal ve teknik üstünlüğüyle izleyenlerin gözlerini kamaştırdı. Dekoru, kostümü, koreografiyi falan boş verdim; Ukrayna Devlet Sanatçısı Baş Balerin Elena Filipyevanın eşsiz zarafetini ve virtüöz tekniğini izleyebilmiş olmayı İstanbullular için gerçekten büyük bir şans olarak değerlendiriyorum. İlk perdedeki Brisési, üçüncü perdedeki pirouettesi, olağandışı demi-pointeleri baleseverler için bir ziyafet niteliğindeydi. Vladimir Çuprinin oyunculuk gösterisinin, Sergey Sidorskiinin pas de deuxlerdeki başarısının, glissadelarının ve tüm kadronun uyumunun uzun süre unutulmayacağından eminim. Gösteriden çıkarken, içimden; Kaçıranlar ne kadar hayıflansa yeridir diye geçirdim.
Üstün Akmen