14 Nisan 2007 00:00

UNUTMA DEFTERİ

Acımasız bir ses ve görüntü saldırısı ile her gün onlarca kez kuşatılan, her gün onlarca kez çaresiz düşürülen, her gün onlarca kez kendi haklılığına hapsedilen bir toplum olduk.

Paylaş

Acımasız bir ses ve görüntü saldırısı ile her gün onlarca kez kuşatılan, her gün onlarca kez çaresiz düşürülen, her gün onlarca kez kendi haklılığına hapsedilen bir toplum olduk. Bütün sesler, sistemin irili ufaklı iktidar odaklarının buyurgan doğrularından geçerek geliyor. Tek gerçek, tanrı devlet ve para. Bütün görüntüler, ölüm bile, kadın kalçaları bacakları ve göğüsleriyle kışkırtılmış kösnül bir arzuya, bir hayal ayinine dönüştürülüyor. Kendi gerçeğimizi göremeyen bir akıl keçeleşmesine, bu gerçeği dilsiz düşüren bir korku tutulmasına uğratılıyoruz. Yoksul hayatımız görünmez kanallardan geçerek borsa panolarında zenginlik göstergelerine dönüyor. Bir yanımız özel hayatların gece ışıklarıyla kendi hayatından utanırken, bir yanımız dinsel törenlerin ağır tütsüleriyle ölümden sonrasını sevmeye çalışıyor. Bir şiddet tapınmasına dönmüş günlük hayat içerisinde, haksızlığı ve kötülüğü, ancak daha büyük bir haksızlık ve kötülük durdurabiliyor. Evlerimizin içi, gövdeleriyle dönen, boğuk sesli, ölümden başka cümlesi olmayan, karanlık adamların arenasına döndü. Bilgi, iç burkan cehaletin yarışma programlarında bir seyirlik oyun artık. Alfabenin ikinci harfini bilenler parayla tartılıyor. Çatık kaşlarının arasından parmaklarını sallayan adamlar, içinde bir tek acımızın olmadığı konuları saatlerce konuşuyorlar. Adalet, gizli üniformasıyla, uğradığımız şiddetle bizi eşit tutuyor! Sporun, yönünü yitirmiş ezik tutkusu ile ‘yüksek hayatlar’ın çıplak gövdeleri arasında bir bulantı sarkacına dönüyoruz. Başkalarının rüyasını uyuyup, başkalarının gerçeğine uyanıyoruz. Bir avuç kıyısız zenginin kazancını, kıyısız yoksulluğumuza bölerek karşılığı olmayan bir eşitlik yaratıyorlar. Devletten başka dil bırakmıyorlar bize. İsteklerimizi suça dönüştürüyorlar. Çocuklarımız ancak bir şiddet örneği, ahlâki düşkünlük, toplumsal bir kötülük olarak yer alıyor gündemlerinde. Korkularımızdan başka koruyacağı bir şey kalmamış çatılarımıza kocaman bayraklar dikiyorlar. Birer camdan hapishaneye çevirdiler evlerimizi. Paranın, savaşın, şehvetin tanrılarının, dünya halklarına saldırılarını, pornografik bir pervasızlıkla her gün saatlerce izlettiriyorlar bize. Birey olarak, toplum olarak, dünyayı bitirecek bir intihara sürükleniyoruz. Hepimiz, masumiyetini beceriksizlik sayan gizli birer ölüm sever olduk. Aşksız, emeksiz, insansız bir hayatın sıfır noktasını, geleceğin yaşama değeri diye hepimize kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Her gün yüzlerce şov merkezinde binlerce program, bu çürüme resmine, üstelik bizim üzerimizden, kan ve gözyaşından boyalar, kutsal dokunulmazlar, saygısız büyüklükler taşıyor. Biz, gücümüzün çok gerisinde, yarattıklarımızın büyüklüğünden uzak, akıl almaz bir yetersizlik duygusu ve ihanete varan bir çekilmeyle susup oturuyoruz. Çoğalma yeteneğini yitirmiş bir haklılık; kendisine inanmak isteyip de kendisini yok sayan gücü kutsamanın çaresizliği, aklımızı da kalbimizi de cehenneme çeviriyor. Kuşkunun, güvensizliğin, vazgeçmenin küçük düşüren azabından kurtulmak istiyoruz. En az yarattığımız değerler kadar değerli olmak istiyoruz. Bu değer duygusunu bize bizden başka kimsenin vermeyeceğini biliyoruz. Özgürlük, kimsenin ötekine bağışladığı bir yaşama lüksü değil. Gücümüze yeniden inanmak istiyoruz. Güneşten, yağmurdan, denizden, topraktan ve yarattığımız hayattan payımızı istiyoruz. Adaletini yitirmiş bir toplumda barış, haksızlığa giydirilmiş bir eşitlik yalanıdır, biliyoruz. Evlerimiz sokağa açılsın, sözümüz bizi görmeyenlere ulaşsın istiyoruz. Çocuklarımız bize, biz çocuklarımıza açık yaralar olmak istemiyoruz. Biz de başı bulutlara değen sözcüklerle konuşmak istiyoruz.
Hayat Televizyonu… hoş geldin. Emeğin, devrim düşüncesinin, halkların kardeşliğinin, dünyayı insanileştiren kültür ve sanatın, bütün farklı kimliklerin, yoksul ev içlerinin, adalet içinde barışın, özgürlükle menevişli aşkın, eşitliğin ve geleceğin projesisin sen. Bu çürüme resminin dışına sen çıkaracaksın bizi. ‘Bizi bize gösterecek aynamız’ olacaksın. Evlerimiz seninle dünyaya açılacak. Yükün emek, yükün hayal, yükün onur… yüzyılın projesisin… hoş geldin sözümüzün evi…
Şükrü Erbaş
ÖNCEKİ HABER

‘Kendimi azınlık gibi hissediyorum’

SONRAKİ HABER

Sana Çiçek Getirdim

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa