15 Nisan 2007 00:00

kadınlar çalışma yaşamına
neden sıcak bakmıyorlar?

Bitmek tükenmek bilmeyen ev işi, çocuk bakımı, hasta ve yaşlının bakımı… Kadın, tüm yükümlülüklerini tek başına yerine getiriyor. Devletten ya da eşinden yardım görmüyor.

Paylaş

Kadın, erkek tarafından bakılması ve korunması gereken kişidir!
Hukuka da yansıyan bu anlayışa göre:
Kadının ev dışında çalışması, üretime katılması şart değildir; ancak aile bütçesine katkıda bulunmak için çalışabilir.
Kadın, madem ki kural olarak çalışmayacaktır, öyleyse eğitim görmesi de gerekmez; ev işi ve çocuk bakımı yapacak kadar eğitilmesi yeter!
Kadın olarak KENDİ GERÇEĞİMİZİ toplumsal yapımızın derinliklerine sinmiş bu algıyla kavrayabilir miyiz?
Uzmanlar, kadını eve kapatan anlayışın kırsal kesimde daha etkili olduğuna dikkat çekiyorlar. Sözgelimi aileler, kız çocuklarını okula göndermek istemiyorlar. Kız çocuğa eğitimi için yapılacak yatırımın geriye dönüşü yok çünkü; kız evlenince ele karışacak, kendi ailesine bir yararı olmayacak. (2007 verilerine göre 6 milyon kadınımız okuma yazma bilmiyor.)
Eğitimsizlik, ev dışında bir işte çalıştırılmama, evlilik kararını kendi başına alamama gibi kısıtlamalar, kız çocuklarına yetişkinlikte yalnızca EŞ ve ANNE olma seçeneği bırakıyor.
Batı’da sosyal güvenlik kurumlarının kadına sağladığı güvenceyi bizde evlilik kurumu sağlıyor.
Ancak küresel kapitalizm artık demokrasi ve insan haklarının önde geldiği Batı ülkelerinde de kadın haklarını, çalışan kadınların hukuksal kazanımlarını tehdit ediyor. Batı’da bu gidişata karşı etkili mücadeleler veriliyor, gerek parlamentoda gerekse parlamento dışında. (işçi sendikaları, kadın örgütleri vb.)
Koşullar daha ağır
Bizde ise; çalışma koşulları onlarınkinden daha ağır -ucuz emek cennetiyiz!- mücadele daha zor; dolayısıyla kadınlarımız evi tercih ediyorlar.
Peki, evdeki koşullar daha mı iyi?
Bitmek tükenmek bilmeyen ev işi, çocuk bakımı, hasta ve yaşlının bakımı… Kadın, tüm yükümlülüklerini tek başına yerine getiriyor. Devletten ya da eşinden yardım görmüyor.
Kadının refahı kocasının kazancına bağlıysa bu bağımlılıktan kurtulmayı kaç kadın göze alabilir?
Çözüm, KENDİNİ TANIMAK’tan geçiyor.
Kuşkusuz bunun dünyanın hiçbir yerinde -Batı’da bile- kolay olmadığını biliyoruz.
Erkek egemen kültür, kadının kendini tanımasını destekler mi?
Sonuçta kadın, özsaygı yitimi, kendini yaşamın akışına bırakma ve de ruhsal rahatsızlıklara açık olma tehlikesiyle baş başa kalıyor.
Bu yüzden iş çocukluk döneminde bitiyor.
Aile kız çocuğunu, yalnızca feodal geleneklerin ağır bastığı çevrelerde değil, ülke genelinde evliliğe yönlendiriyor. (Kızımız evde kaldı telaşı!)
Evlilik ise, yaygın deyişle “şans” işi.
Ama şans kimi kadınlara gülmüyor, özellikle de günümüzde!
Yakın geçmişte toplumcu düşünce, halkımızın sömürülmesine, ezilmesine karşı bir direnç (ideolojik dayanak) işlevi görüyordu.
Kadının toplumsal üretime katılması, kadın kurtuluşunun bir ön koşuludur, şiarı toplumda benimseniyordu.
İşçi ve emekçi kadınlarımız arasında yaygın düşünce; kadın çalışmaya bir sorumluluk, temel toplumsal katkı gözüyle bakmalı yönündeydi. Evlenince işi bırakmak düşünülmemeli, yuva, kreş vb. gereksinimlerin karşılanması için mücadele verilmeliydi.
Bugün ise haksızlıklar, akıldışıcı (irrasyonel) söylemlerle örtülmeye çalışılıyor; halkımıza bireyci kurtuluş reçeteleri empoze ediliyor. (Bu konuda popüler kültürün -astrologların, falcıların, televizyonun hurafelerden oluşturulmuş sırlı dizilerinin, Batı’dan devşirilmiş cadılarının vb. programların- kadınları etkileme açısından oynadığı rolü de unutmayalım.)
Ancak somut gerçek şu ki, artık evlilik , kadına güvenceli bir yaşamı garanti edemiyor. Aile içi şiddet, ekonomik kaygılar…boşanmalar, erkeklerin evi terk edip kayıplara karışması…
Çalışan kadınların durumu
Giderek ağırlaşan yaşam koşulları kadını, evin geçimini tek başına sağlamak zorunda bırakıyor.
Manzara iç açıcı değil:
Geniş kadın kitleleri işsiz ya da ucuz emek sömürüsü altında.
Kadın yoksul ve eğitimsiz olduğu için yasal haklarıyla ilgilenmiyor.
Geleneksel iş alanlarının -evde çalışma- dışında çalışamıyor.
Kısmi süreli çalışma ise, uzmanlara göre:
Sermayenin istediği ve gereksinimi kadar kullanılıyor.
Kadınları toplu üretimin dışında tutuyor. (Yedek işgücü)
Örgütlü olmayı engelliyor, kadını bireysel çözümlere yöneltiyor ki bu da düşük ücrete yol açıyor.
Sonuçta kadın emeğinin sömürüsü had safhaya varıyor.
Kısmi süreli çalışmada kadının ev işi ve çocuk bakımını aksatmaması sermayenin çıkarına uygun düşüyor.Geleneksel cinsiyet rollerinin değişmesi, kuşkusuz zaman alıyor. Sözgelimi evi geçindiren genç kızlarımızın babalarından izinsiz adım atamadıklarını biliyoruz. Eşinden dayak yiyen meslek ve statü sahibi kadınları… Ekonomik bağımsızlıklarını kazanıyorlar ama, özgürlüklerine kavuşamıyorlar.
Öte yandan yaşamın giderek artan zorlukları eski gelenekleri güçlendiriyor ve kadını geleneksel rolüne sığınmaya itiyor. Televizyondaki kadın programları bu açıdan dikkat çekici. Programa katılanların kimisi, ilişki kurduğu erkeğin evli olduğunu bildiğini saklıyor. Dini nikahla birlikte olmaya, hatta çocuk yapmaya rıza gösteriyor. Kimisi erkeğin evli olduğunu bilerek, ama geçim derdi yüzünden bu yola başvurduğunu itiraf ediyor.
Keşke bunlar münferit olaylar olsa… Ancak araştırmalar (2007), kadın istihdamının azaldığını gösteriyor.
Son günlerin üzerimizde soğuk duş etkisi yapan haberi ise, bizden değil; Belçika’dan...
Bir internet sitesi, “Kiralık Eş Kampanyası” başlatmış. Kiralık eşliğe talip kadınların sayısı kısa sürede 9 bin 584’e ulaşmış.
Konuyla ilgili bir başka haber ise, Endonezya’dan. Feministler, güzellik yarışmasını basmışlar.
Bu tür haberler, kadınları bölen sınıf, din, ırk, etnisite, cinsel tercih vb. ayrımlara, bir yenisi mi -güzellik- ekleniyor sorusunu getiriyor akla. Aslında bu, yeni sayılmaz; en azından “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” masalının Kraliçe’sinden beri biliniyor. (“Ayna ayna, söyle bana, bu dünyada en güzel kim?”)
Demek ki dünyada SİLAH sanayiinden sonra cirosu en yüksek sektörün KOZMETİK olması boşuna değil!
Şaka bir yana, pazara emeğini sunan kadınla güzelliğini sunan kadın karşıtlığını erkek egemen sınıflı toplumun yarattığını biliyoruz. Kadınların bölünmesi de, ancak bu toplum biçimine karşı verilecek mücadeleyle engellenebilir.
Özetlersek; kadın, ev dışındaki çalışmayı bilinçli bir biçimde isterse güçlüklere karşı direnci de daha yüksek olacaktır. Bu yüzden öncelikle, çalışma yaşamı dışındaki alanlarda verilecek -aile, okul, çevre, medya vb.- cinsiyet ayrımcılığı mücadelesi büyük önem taşıyor.
Tülin Tankut
ÖNCEKİ HABER

cinayetin zamanlaması

SONRAKİ HABER

Çay-simit hesabı unutuldu!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa