17 Nisan 2007 00:00
GÖZLEMEVİ
Baharın cıvıl cıvıl, kımıl kımıl kendini gösterdiği şu günlerde, geçenlerde içinden sanatın lütfen ve kısmen geçtiği kentlerden birinde değil, ama sanatın içinden geçen kentteydim. Eskişehirdeydim.
Baharın cıvıl cıvıl, kımıl kımıl kendini gösterdiği şu günlerde, geçenlerde içinden sanatın lütfen ve kısmen geçtiği kentlerden birinde değil, ama sanatın içinden geçen kentteydim. Eskişehirdeydim.
İki üniversiteli kent, bilimsel ve sanatsal etkinlikler bakımından büyük kentlerle yarıştan kopmamıştı. Bilimsel kongreler için yeğlenen, senfoni orkestrası, operası bulunan gönül bağlantılı olduğum Eskişehirde, Anadolu Üniversitesi kampusunda ağırlandım.
Yangın yerinde orkideler
Evet Türkiyedeki ilk ve tek profesyonel üniversite tiyatrosu olan Tiyatro Anadolunun çağrılısıydım. 2006-2007 sezonunda dört oyunla seyircileriyle buluşmayı sürdürmekteydiler. Işıklar içinde kalası Memet Baydurun Yangın Yerinde Orkidelerini tam 15 yıl sonra yeniden sahne ışıklarına kavuşturmuşlardı. Yaklaşık bir yıl önce, 15. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Tiyatro Anadolu yapımı olarak izlemiştim. Yaşamın yol ayrımına gelmiş bir Adamın (Polat Bilgin) köprü altına gelmesiyle başlayan oyun, kendisiyle ve hayatla yaptığı hesaplaşmanın son durağındaki Nuri (Arif Pişkin) ve Nerimanla (Aylin Aydoğdu) karşılaşmasıyla gelişiyordu. Bir kenara çekilmeyi seçmiş, samimi, güler yüzlü bir o kadar da hüzünlü olan; hayata tutunmanın yolunu burada bulan rıhtım insanlarıydı Nuri ve Neriman Kısa süre de olsa kader birliği yapan üçlünün karşısında ise; tüm sahteliği ve riyakârlığıyla Nebati (Ümit Aydoğdu), Nezih (Süleyman Karaahmet) ve Nurçin (Nazan Yerli) durmaktaydı. Düşle gerçeğin birbirine karıştığı oyunda yaşam içinde yerini bulamayanların çatışması vardı Baydurun oyununda. Gökhan Soylu, Memet Baydurun çok katmanlı anlatımını son derece iyi kavramış; yaşam-ölüm, doğu-batı, köy-kent, zenginlik-yoksulluk, varlık-yokluk, ezen-ezilen ve bunlar gibi pek çok karşıtlığı oyun-gerçek ikileminde ve de hem ironik, hem de eğlenceli bir biçem içinde sahneye yansıtmıştı. Hakan Dündar, gözü okşayan dekor ve kostümler tasarlamış, Enver Başar, Enver Başar gibi bir ışık düzeni kurmuştu. Oyuncuların tümünü başarılarıyla aklıma nakşetmişim. Aralarından Aylin Aydoğduyu, Nazan Yerliyi ve Arif Pişkini mek parmak öne çıkartarak
Aşkın karın ağrısı
Mustafa Sekmenin yazıp yönettiği Aşkın Karın Ağrısı, bu gelişimde Eskişehirde izlediğim ilk oyun oldu. Mehmet Sekmen, halk ve köy tiyatrosu geleneği ile Anadolu halk danslarından yararlanarak çağımız sahne ve oyunculuk olanaklarını kullanmayı amaçlamış. Biçimleri farklı bir gösterim biçimine dönüştürmek istemiş. Oyuncuların kendi bedensel arayışlarından doğaçlamaya yönelmiş. Tehlikeyi konu edinmiş. Tehlikeden korunma güdüsünü öne çekerek dil oluşturmayı denemiş. İyi mi etmiş? Şimdi göreceğiz efendim.
Performansın içinden çıkamadım
Benim Değerli Okurum, Aşkın Karın Ağrısını yazan ve yöneten Yrd. Doç. Dr. Mustafa Sekmenin, oyun metnini bilerek ve isteyerek oyunluktan çıkardığını, performans yaptığını öncelikle söylemeliyim. Sekmenin sahne olgusu kolay betimlenemiyor, çünkü performansın göstergeleri uygulamada küçük kalıyor, zor algılanıyor, hatta hiç algılanamıyor. Performans kapalı ve okunamaz durumda. Bastırılan vurgular, bakışlar, hareketler, anlam uyandıran anlar yok değil, yok değil ama anlamın yittiği ve pek az dışa vurabilen yerler fazlalıkla ağırlıkta. Örneğin, oyun öncesi sahne hazırlama tablosuna neden gerek görülmüştür anlayamadım. Haydi diyelim elma objesi Adem ile Havva öyküsünü gönderme, iyi de Samuray kılıcı, kovboy tabancası ve kılıfı, asker palaskası, Kızılderilinin (oku olmayan) yayı ne demek oluyor? Adam ilkeldir. Bu olgu da davranış biçiminden, konuşamamasından, böğürür gibi sesler çıkarmasından bellidir. Tamam. Zaman da ilkel zamandır. Fonda birbirine karışan çakal uluması ve kuş sesleri zamanı vermektedir. İyi de ya sonrası? Mustafa Sekmen ne demek çabasında, hangi iletiyi seyirciye geçirmek istiyor? Bilmiyorum, bilemiyorum. Belki de ben anlamadım, o da olabilir elbette. Gel gelelim, illa soracak olursanız, Mustafa Sekmenin öznel bakışının uçucu bir izlenimle yetinmemiş olmasını dilerdim. İzleyici için algılanan nesnenin devinimlerini estetik açıdan görmek, hatta bedensel olarak oyuncu-dansçının gelişimlerini, gösterimini kendi dinamiği içerisinde izlemek yetmiyor derdim. Oyun katalogunda farklı yeni bir hikâye ve ifade biçiminden söz ediyor, ama Aşuk ile Maşukun da işe karışmasıyla performansın iyiden iyiye içinden çıkılmaz olduğunu söylerdim.
Kostümcüler ne yapmak istemiş
Diğer taraftan, Duygu Özgül-Seçil Tekin ikilisinin kostüm tasarımlarında Adamın pantolonunun sol bacağında üst bacak kemiği, patella ve kaval kemiği resmetmelerine sözüm yok da, sağ bacağında neden sadece üst bacak kemiği çizdiklerini anlamadığımı açık yüreklilikle itiraf ediyorum. Arif Pişkinin ve Yonca Ender Sekmenin performanslarını kutlamadan da edemiyorum. Arif Pişkinin güldürü yeteneğini bir kez daha takdir ederken, Yonca Ender Sekmenin danslarıyla sahnede bir görsel şölen çıkarmasını, vahşi çığlıkları kafa sesi kullanarak atmasıyla kakofoni yaratmamasını asla görmezden gelmiyorum.
Aydoğdudan Kafkaş Tebeşir Dairesi
Neyse!.. Emeklerine dirlik diyeyim. Bu arada, Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı Sahne Sanatları Bölümü son sınıf öğrencilerinin de bir çalışmasını izleme olanağı buldum, onu da şuracıkta anlatıvereyim dilerseniz. Brechtin, Kafkas Tebeşir Dairesi başlıklı oyunuydu bu çalışma. Kafkas Tebeşir Dairesi, Brechtin eski bir Çin efsanesini temel aldığı bir oyundur, bilirsiniz. Çökmekte olan feodal düzenin egemenleri birbirlerine düşmüşlerken, kellesi uçurulan bir valinin yeni doğmuş oğlunun anası kendi malının ve canının derdine düşünce ortada kalmasını anlatır. Oyunu, bölümün öğretim üyesi Ümit Aydoğdu sahneye koymuştu.
Umut kıvılcımı gençler
Aydoğdunun, Brecht karakterlerinin ikilemlerinden kahraman-suçlu çelişkisini irdeleme yorumunu yürekten alkışladım. Aydoğdu, Brecht kuramlarının çözümünü sadece estetik ya da akademik araştırmalara bağlamamıştı ve Brechtin dünya görüşü kuramlarını, giderek deneylerini yönlendirmeyi başarmıştı. Elindeki gencecik malzemeyi deneyler yoluyla ve belli bir dünya görüşünü aydınlığa çıkartarak yönetmişti. Brechtin burjuva tiyatrosundaki alışkanlıkları ortadan kaldırmak için önerdiği tiyatral araçları bilinçli biçimde kullanmış, ama kalıp olmaktan da kurtarmıştı. Estetik kötürümlük yoktu yorumunda. Tiyatronun da her şey gibi her an değişebilir olduğunu kanıtlıyordu adeta. Dizgeleri kategorik düşünmemişti. Oyun metnini doğal olarak bir çalışma metni olarak yeniden düzenlemediğini, grup çalışmasını öne çektiğini sezinledim. Son derece yüksek enerjili, mükemmel bir ritim elde ettiği, anlatım olanaklarını yaratıcı bir biçimde kullandığı bir iş çıkarmıştı ortaya. Ne yalan söyleyeyim, oyunun sonunda gözlerim yaşardı, kıvançtan ağlamaklı oldum. Gençlerin tümü elbirliğiyle içime umut kıvılcımları düşürdü.
Haaa, sahi!... Umut demişken, özel tiyatro yöneticilerimizin kulaklarına fısıldayıvereyim Askeri canlandıran Çağrı Mengüç de, Gruscheye can veren Seçil Dedeyi de veee oyunun sefahat, rüşvet düşkünü serseri bilge Azdakı Pınar Şenol da bu yıl mezun olup hayata atılıyor. Hani, yani, ne diyeyim Benden söylemesi
(Üstün Akmenin Eskişehirdeki tiyatro izlenimleri 20 Nisan Cuma günü de sürecek)
Üstün Akmen