17 Nisan 2007 00:00
Bazı ağaçlar vardır bir ormanı saklar
İran: Bir Sinema Devrimi isimli belgesel film, günümüz İranının filmlerle anlatılan ve genç İranlı yönetmen Nader T. Homayounun yerinde yorumlarıyla sunulan tarihidir.
İran: Bir Sinema Devrimi isimli belgesel film, günümüz İranının filmlerle anlatılan ve genç İranlı yönetmen Nader T. Homayounun yerinde yorumlarıyla sunulan tarihidir. Yönetmenler, etkili sinema adamları, sinema tarihçileriyle yapılmış söyleşilerle İslam Devrimi öncesinde, sırasında ve sonrasında çekilmiş filmlerden alıntıları harmanlayan bu belgesel, İran sinemasının gelişimini, ülkenin siyasal ve toplumsal ortamıyla ilişkisini izliyor. 2006 Traces de vie, Clermont-Ferrand, Büyük Ödülünü alan ve 26. Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilen filmi için İstanbula gelen, İranlı yönetmen Nader T. Homayoun ile İran sinemasını konuştuk.
İran: Bir Sinema Devrimi isimli belgesel filminizin çıkış noktası neydi?
Diğer ülkeler İran sinemasını çok iyi tanıdığını zannediyor ama aslında iyi tanımıyorlar. Fransızcada bir deyim var, bazı ağaçlar vardır bir ormanı saklar. İran sineması ormanını da iki tane ağaç saklamıştı. Mahmelbaf ve Kiyarüstemi. Bunun da iki kötü yanı vardı. Birincisi, İranda çok fazla iyi yönetmen var. Herkes sadece bu iki yönetmenin olduğunu zannediyor. Bir yönetmenin görevi bir şeyleri göstermek ve bir şeyleri anlatmaksa, benim de görevim İran sinemasını anlatmaktı.
İranda birçok yönetmenin olduğunu ama Mahmelbaf ve Kiyarüsteminin ön plana çıktığını söylüyorsunuz. Bu iki ismin diğer yönetmenlerden farkları neydi?
Kiyarüstemi bir İran yönetmeni ama sinematografisi sinema anlayışı çok daha dünyeviydi. Kiyarüstemi olmasa belki de İran sineması bu kadar ünlü olmayacaktı. Diğer İran filmlerine benzemiyor onun yaptıkları. O yüzden de İran sinemasından diyemiyoruz. Mizansenleri hep dünya sinemasına göre. Yabancılar onun filmlerini izlediklerinde, evet, bu çok orijinal diyorlar. Kiyarüstemi İranlı olmasaydı Türk, Arjantinli ya da herhangi bir ülkeden olsaydı yinede bu kadar ünlü olurdu. İrandan gelmesi onu bir fenomene çevirdi. Üç dört sene boyunca festivallerden davetler aldı ve çok sevildi. Ama o üç dört senenin sonunda onu çağıranlar bir dakika, İran sinemasında başka iyi yönetmen yok mu dediler. Kiyarüstemiyi bırakıp başka yönetmen aramaya başladılar. Kiyarüstemiyi de bırakınca sinematografisi çok iyi olan yönetmen Mahmelbafı buldular. O nedenle Kiyarüstemiden sonra Mahmelbaf aşırı derecede ünlü oldu. Onların şöhreti de İranda başka yönetmenler doğmasına sebep oldu.
Yani, hem İran sinemasının dünyaya açılmasını sağladılar, hem de film yapmak isteyenler kendi ülke sinemacılarına cesaret verdiler...
Ama bu yönetmenler de Mahmelbafın, özellikle Kiyarüsteminin sinematografisini model alarak sinema yaptılar. Böylelikle yabancı festivaller bu iki ismi taklit eden yönetmenleri davet etmeye başladılar. Ama şöyle bir sorun vardı ki yabancılar yeni genç yönetmenleri Kiyarüstemiyi ve Mahmelbafa benzedikleri için seviyorlardı. Mahmelbaf iyi demek ki, onun kızı yönetmen Semira Mahmelbaf da iyi diyorlardı. Bahman Ghobadi iyi bir yönetmendi onlar için. Çünkü hem Mahmelbafın, hem de Kiyarüsteminin asistanıydı. Bu iki yönetmenle ilişkisi olan herkes iyi yönetmendi.
Sinemaları Mahmelbaf ve Kiyarüsteminin sinemasına benzemeyen yönetmenler İranda duyulmuyor, bilinmiyordu. Kiyarüstemi ve Mahmelbaf gibi film yapayım, dünyada şöhret olayım düşüncesine daha sıcak bakılıyordu.
İran sineması en çok hangi alanlardan besleniyor?
Bir kere İranda sinema dili öyle bir şey anlatmalı ki, kendi camiasına uygun olsun. İranda resimden şiire bütün sanat dalları kendi insanından, kendi kültüründen beslenir. İran sineması da yine kendi insanından, kendi sosyal durumundan etkileniyor. Kendi gerçekliğini anlatıyor. Avrupa veya Amerikan sineması hayal edip, onları kendine örnek almıyor. İran kendi şiirinden, kendi resimlerinden çok fazla ilham alarak sinema yapıyor. Kiyarüsteminin filmlerinin perspektifi minyatürler gibidir. Rönesans perspektifi almamıştır yani. Yine kendi kültüründen beslenmişlerdir.
İran sinemasında çocukların ön planda olmasını nasıl değerlendiriyoırsunuz?
İranda İslam rejimi olduğu için, herhangi yetişkin bir insanın herhangi bir konuda doğru bir şey söylemesi çok zordur. Ama onu bir çocuğun ağzından verebiliyoruz. Özgürlük kavramından mı bahsedeceksin, bunu bir yetişkine söyleteceğine bir köye git ve orada bir çocuğa söylet. Kimse hiçbir sorun çıkartamaz. Böylelikle sen de filminde özgürlükten bahsedebilmiş olursun. Yetişkin yerine çocuk kullanmak daha akılcı oluyor. Bu da bir alegori tabii ki. İran kültürü de geçmişten günümüze hep alegoriyle işlemiştir. Bunlar da İran sinemasını diğerlerinden çok daha orijinal kılıyor.
Bahman Ghobadinin Yarım Ay isimli filminin İran rejimi tarafından yasaklandığını öğrendik...
İranın kendine özgü bir sansürü var. Bahman Ghobadinin filmi sansürlendi ama yurtdışında her yerde gösteriliyor. Sadece yurtiçinde gösterilmiyor. İranda iki türlü izin var. Yurtiçinde gösterilebilecek filmler ve yurtdışında gösterilebilecek filmler. Tamamıyla yasak demiyorlar. Ghobadi ye tamamıyla yasak senin filmin denmedi. Yurtiçinde gösteremezsin ama yurtdışında gösterebilirsin dediler. Ghobadiye sorsanız filminiz niye sansürlendi diye, kendi de belki bilmez. Belki de bir kadının şarkı söylenmesindendir. Tuhaf, saçma nedenlerden ötürü. Belki sınırdaki Humeyninin askerlerini kötü gösteriyor diyedir. Mesela Jafar Panahinin Ofsayt diye bir filmi var. Berlinde Gümüş Ayı Ödülünü kazandı. İranda da gösterildi. Herkes çok beğendi. Bir grup kadın var. Futbol stadyumuna sokulmuyorlar ve gizli saklı girmeye çalışıyorlar. Çünkü stadyuma girmeleri yasak. Bu filmin gösteriminden bir ay sonra, Ahmedinecad da stadyuma girmeleri için kadınlara izin verdi. Din adamları ise, stadyuma girmemeleri gerektiğini söylediler. Ulema böyle deyince Panahinin filmi de bir ay sonra yasaklandı. Kısacası sansürün hiçbir mantığı yok.
İran devleti sinemayı ne kadar ya da hangi şartlarda destekliyor?
İran sinemasında devlet desteği olmazsa, zaten İran sineması ölür. Bütün o devlet desteklemiyor diyen yönetmenler, kendilerini gittikleri ülkede iyi göstermeye çalışıyorlar. Devlet tabii ki her filme sermaye vermiyor. Ama İran sinemasının yüzde 90ı devlet desteğidir. Devletin seni desteklemesini istemesen bile öyle bir sistem kurmuşlar ki, bir şekilde bir yerden yine seni destekliyor. Film çekerken kamerayı devletten alıyorsun. Özel olarak gidip kiralayabilirsin ama ham filmi yine devletten alman gerekiyor. Laboratuvar devletin. Devlet desteği olmazsa, İran sineması zaten hiçbir şey yapamaz. Her devletin vazifesidir kendi ülke sinemasına destekte bulunmak ama destekte bulunması da, her şeye karışması anlamına gelmez. Devlet İranda sanat sinemasına ticari sinemadan daha çok destekte bulunuyor.
Halkın sinemaya ilgisi nasıl?
İnsanlar sinemayı çok seviyor ama yeterince gitmiyorlar. O ilgi gişeye yansımıyor. Türkiyede olduğu gibi vizyona giren filmler korsan olarak satılıyor. Aileler de alıp evde izliyorlar. Ama İranda bu durum çok aşırı şekilde. İranın problemi prodüksiyon değil bunun dağıtımı, satımıdır. İranlı yönetmenler devletten destek aldığı için filminin iş yapıp yapmamasından çok az kaygılanıyor. İran sineması festivallerde birçok ödül alıyor ama para kazanmıyor. Mesela dış ülkelerde onların DVDsinin satıldığını pek görmüyoruz. Hiç kimse İran filmleri alayım demiyor. Ya da çok az kişi alıyor. Bunlar da yine Kiyarüsteminin, Ghobadinin filmleri oluyor.
Bu tür olumsuzlukları da göz önünde bulundurarak İran sinemasının geleceği hakkında neler söyleyebilirsiniz?
İran sineması, İran ruhunu gösteriyor. Bu bir anda parlayıp biten bir şey değildir. İran sineması sağlam temeller üzerine kurulu. Altyapısı çok sağlam. Bu yüzden çok kalıcı olacağını düşünüyorum. Birçok genç İranda film yapmak istiyor. Geçen sene 100 filmin 30u ilk filmlerini yapan yönetmenlerindi. İran da herkes sürekli sinema düşünüyor ve sinema yapmak istiyor. Enstitüleşmiş bir olay. İran sinemasının geleceğinin çok iyi olacağını düşünüyorum. Daha da iyi bir yere gelecek. (İstanbul/EVRENSEL)
Ulaş Emre - Anita Kazeroğlu