19 Nisan 2007 00:00

ÖZGÜRLÜKLER

14 Nisan Cumartesi günü Ankara’da yapılan “Cumhuriyet Mitingi”ni ve miting sonrası yazılan, çizilenleri düşündüm.

Paylaş

14 Nisan Cumartesi günü Ankara’da yapılan “Cumhuriyet Mitingi”ni ve miting sonrası yazılan, çizilenleri düşündüm.
14 Nisan’da, toplantı ve gösteri yürüyüş hakkı, tuhaf bir biçimde devlet ideolojisini savunmak amacıyla, resmi sembollerle hareket edilerek, sivil yurttaşlar tarafından kullanıldı. Tek tip olma özelliğine (bayrak, flama, renk, slogan, fotoğraf) özen gösterilmiş. Müsamere alışkanlığına da… Ritüeller de yabancı değil… Bütün otoriter sistemlerde, devlet ideolojisi nasıl savunuluyorsa, öyle planlanmış ve uygulanmış. Ancak farklılıklar da yok değil. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının bu tür bir kullanımı çok ilginç bir örnek oluşturmalı.
Devletin yürütme organına karşı sivil görünümlü bir protesto hareketi sergilendi. Hükümete karşı resmi görüş/devlet ideolojisi savunuldu. Muhalefet, devlet ideolojisi ile ve onun kuruluş felsefesine, kurucusuna ve sembollerine göndermede bulunularak gerçekleştirildi. Yakın tarihteki olası olumsuz gelişmeye karşı tavır sergilendi. Olumsuz gelişme, devlet ideolojisi ile çelişen görüşlere sahip olduğu düşünülen resmi görevli Başbakan’ın cumhurbaşkanı olmasıydı.
AKP çevresi de, MHP çevresi de, o arada CHP de bu tür kalabalıkları toplayabilecek güçtedir. Kalabalıkları yadsımak doğru değil. Kürt dinamiğini de saymak lazım. Son yıllarda Diyarbakır’daki Newroz etkinliklerine 500 bin civarında insanın katılıyor olması da hatırlanmalı. Kalabalıklar, Ankara mitinginin iyi örgütlendiğini gösteriyor.
Katılanların büyük çoğunluğu ile pek çok konuda büyük ihtimal benzer düşünceler içinde olabiliriz. Mesela soralım: Sabahattin Ali’yi kim hapse attı da, Sinop Cezaevi’nde “Başın öne eğilmesin, ağladığın duyulmasın” dizelerini yazdı? Alman mahkemesi mi mahkum etti; Alman yargıçları mı cezalandırdı düşünceleri nedeniyle? Kim öldürdü, hangi devletin güçleri vardı bu cinayette? Edip Akbayram, türküyü okurken, ‘laik cumhuriyet laik olarak kalsın, yazarlara, düşünenlere de ceza versin’ demek istemedi… Unutulmasın diye okudu. Özgürlük için okudu. Eminim.
“Güneşli güzel günler göreceğiz…” diye yazdı Bekir Coşkun. Nasıl olur, laik cumhuriyetin yargıçları 13 sene hapiste tuttular Nazım Hikmet’i… Nazım’a ceza verenler demokratik bir ülkenin yargıçları değildi. Bekir Coşkun, ‘laik cumhuriyet laik cumhuriyet olarak kalsın ve yargıçları da düşünenleri hapse atsın’ diye alıntı yapmadı, Nazım’dan… Eminim.
Cumhuriyet laik olmalı benim düşünceme göre de. Ama laik cumhuriyetler, faşist de olabiliyor; otoriter/totaliter nitelikli de olabiliyor. İşte o zaman cezalandırıyor yurttaşlarını. Mitinge katılanların ve Bekir Coşkun’un, cumhuriyetin (devletin) cezalandırdığı, ömrünün çok önemli yıllarını güneşsiz odalarda geçirttiği Nazım’ı anmasının anlamını doğru yorumlamak lazım. Onların bu tür baskıcı cumhuriyet istediğini sanmıyorum.
Mitingden bir gün önce, Cumhuriyet gazetesinde geniş kapsamlı bir duyuru yayımlandı. Çok doyurucu bir metindi. “Cumhuriyet ve Demokrasi Güçlerine Çağrı”ydı başlığı. Üzerinde durmak lazım. Cumhuriyetin demokratik karakterli olması için çok önemli öneriler var.
Miting saatlerinde laik cumhuriyetin İstanbul kentinde, Ankara merkezli, başka bir şey daha oluyordu. İkili yargıdan birisi, askeri yargı, Nokta dergisi için bir karar veriyor ve sivil yargı kanadı ve emniyet güçleri de bu kararın gereğini yerine getiriyordu. Nokta basılıyordu. Laik cumhuriyet, laik DEMOKRATİK cumhuriyet olamadığında neler olduğunu görüyorduk. Darbe falan da olmamıştı. Mitinge katılan laik cumhuriyet yanlıları, bu tür baskıları onaylamazlardı. Eminim.
Düşünmek lazım: Yaşam standardı konusunda laik cumhuriyet, vatandaşlarını 190 ülke arasında 90. sırada tutuyor. Yunanistan’ın 65 basamak altında. Ne demek bu? Halkın daha az meyve, et, sebze tüketimi demek. Daha az kağıt ve mürekkep tüketmesi; daha az eğitim bilim ve sanatsal etkinliklerden yararlanması demek. Barınma, beslenme, eğitim, sağlık, adalet, seyahat, iletişim olanaklarından daha az yararlanmak demek.
Laik cumhuriyet, Türkiye’deki gibi asker merkezli bir cumhuriyet olursa halk fakir olur. Parayı da silaha yatırır. Ayrıcalıklı zümreler oluşur. Örneğin Türkiye, İspanya, Yunanistan, Portekiz’le 1960’lı yıllarda benzer durumdayken, oralarda demokrasinin yeşermesiyle ve yarı askeri-askeri rejimlerden demokrasiye geçişle, kişi başına ulusal gelirleri 20-25 bin dolara yükselir; Türkiye ise zar zor 5 bin dolarda kalır. Aradaki fark, demokrasi farkıdır. Mitinge katılanların büyük çoğunluğu, demokrasi farkının farkındadırlar…
Eminim.
Hüsnü Öndül
ÖNCEKİ HABER

13 kurşunla öldürdüler yine de beraat ettiler

SONRAKİ HABER

Dışa ‘bağımlı’ koordinatörler!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...