21 Nisan 2007 00:00

IMF’ye borç azaldı bağımlılık azalmadı

GÜNÜN YAZILARI

Başbakan’ın “IMF’ye borçlarımızı yarı yarıya azalttık” oltasına atlayarak, “Bakın IMF’ye bağımlılık azalıyor” diyen ”sazan”ların sayısına şaşarken, The Economist’in, “IMF’nin Türkiye’den başka uğraşı kalmadı, IMF, TMF oldu” oltasına takılanların sayısı da parmak ısırttı!
Oysa ne, Türkiye’nin IMF’den yakasını kurtarmışlığı söz konusu ne de IMF-Dünya Bankası ikilisinin dünyadan elini çekmesi, misyonlarını tamamlamış olmaları. Tam tersine, özellikle 1990 sonrası üstlendikleri “küreselleşen dünyada kamuyu küçültüp tüm kamusal alanları piyasalaştırma” misyonunun daha çok başındalar.
IMF, önceki dönemlerde olduğu gibi, sadece ülkelerin ödemeler dengesi sorunları ile uğraşmıyor, ona da çözüm olacağına inandığı, kamuyu küçültüp, kamusal alanı piyasalaştırma, metalaştırma, daha fazla ticarileştirme, bu hedef doğrultusunda da Dünya Bankası ile mutabakat içinde çalışma, IMF’nin esas odaklandığı uğraş.
Dolayısıyla, IMF’nin bugün Türkiye ile ilişkilerini tahlil ederken, sadece Türkiye kategorisindeki ülkelerin değil, AB gibi blokların yönelimlerine bakarken de bu optikten gözü ayırmamak gerekiyor. Hedef: Devleti küçültme, kamu sektörünü alabildiğince küçültme, vergilemeden kaçıp sosyal kamusal harcamaları kısma ve kamunun hem sınai hem hizmet üretimini özelleştirip, kamusal varlıkları tasfiye ettirip piyasalaştırma, metalaştırma ve bütün bu kamusal alanın kar ve sermaye birikimi kurallarınca ifasını sağlama. Evet, ana hedef bu.
Bu optikten gözümüzü ayırmadan dönelim bu günümüze. Türkiye-IMF ilişkilerinde bugün neler oluyor?
Yeni hükümetin de ev ödevi belli
Seçim sonu kurulacak hükümete şimdiden verilen görevler neler? IMF’nin , IV. madde kapsamında yürüttüğü müzakerelerin sonuç bildirisi, IMF’nin, stand-by anlaşmasının biteceği 2008 yılı sonuna kadar GSMH’nin yüzde 6.5’i oranındaki faiz dışı fazla hedefinde ısrarcı olacağını söylüyor. Yani, 2007’de iktidara gelecek hükümete verilmiş “ev ödevi” şimdiden belli.
Ama bundan ibaret değil. Daha önemlisi, IMF, net kamu borcunun GSMH’ye oranının yüzde 30 civarına çekilmesinin orta vadeli hedef olarak benimsenmesinin önemi üzerinde duruyor. Bu, gelecek hükümetin oyun sahasını iyice daraltıyor, IMF’ye bağımlılaştırıyor. Bunun ne menem bir kamu daraltma operasyonu olduğunu ve “seçilmişleri” nasıl yetkisizleştirdiğini verilerle anlatalım.
“Kamu Net Borç Stoku (KNBS)” toplam brüt kamu borç stokundan Merkez Bankası net varlıkları, Kamu Mevduatı ve Işsizlik Sigortası Fonu net varlıklarının düşülmesi yolu ile hesaplanıyor. Hazine verilerine baktığımızda Kamu Net Borç Stoku (KNBS)’nun 2006’nın 9. ayı itibariyle 267,4 milyar YTL olduğunu görüyoruz.
AKP döneminde üst üste büyüme yaşandığı için ve kamuda müthiş bir kemer sıkma politikası izlendiği için borcun milli gelire oranı 2002 sonunda yüzde 78,4 iken 2006’nın 9. ayında yüzde 56,5 olarak gerçekleşti. AKP, özelleştirmeler, dolaylı vergilerle geliri artırıp öte tarafta da kamusal alanı daraltıp harcamaları kısarak borcu ancak bu düzeyde tutabildi. Borç ödemede de önceliği dış borçlara, özellikle IMF’nin borçlarına verdi. AKP döneminde borç ödemede dış borçlara, özellikle IMF borcuna öncelik verildi ve kamu net borcu içinde dış borcun payı yüzde 41’den yüzde 13’e indirildi.
2006 sonlarına doğru kamu net borç stoku ancak yüzde 56,5’a indirilmiş ama bu bile yetmiyor IMF’ye.. Kamu net borcunuzun milli gelire oranını yüzde 30’a kadar indirin, diyor. Hükümetin önüne konulan hedef, kamu borç yükünü 2009 sonunda yüzde 34’lere kadar çekmek. Ama bunu yaparken de vergileri artırmayıp vergi yükünü de milli gelirin yüzde 31’ine kadar düşürmek.
Sinsi plan
IMF, kamu net borç stokunun milli gelirin yüzde 30’una kadar düşürülmesini lafta bırakmak istemiyor. İşi sağlama bağlamak için, bu amaçla kamu harcamalarına sınır getiren bir mali kuralın devreye sokulmasını istiyor. 9 Mart’ta yapılan açıklamada şöyle deniyordu. “Bu kapsamda (Türk) yetkililere, maliye politikasına ilişkin bir kuralın (harcama artışı veya toplam açığa bir sınır konulması gibi) dikkate alınması önerilmektedir”
Böylesi bir kural, “mali sorumluluk yasaları” denen hukuki düzenlemelerle devreye girecek ve yasa hükmü olduğu için sınırın aşılması yasanın çiğnenmesi anlamına gelecek. Böylece, faizden döviz kuruna birçok ekonomik parametreye hükmetme yetkisinden mahrum bırakılmış, Merkez Bankası’nı “bağımsızlık” adı altında yine IMF idaresine terk etmiş milletinvekilleri, toplanacak vergiye de yapılacak bütçe harcamasına da kendileri karar veremeyecek, yasa gereği verilmiş sayısal sınırlar içinde kalmaya mecbur olacaklar. Bir anlamda, devletin küçülmesi, kamunun yatırımcı ve sosyal özelliklerinin iyice budanması ve kamusal alanın özelleştirilme, ticarileştirilme, piyasalaştırılmasının önündeki tüm engeller, yasal bir düzenleme ile garanti altına alınmış olacaktır. Bunun nasıl bir zapturapt olduğunu düşünebiliyor musunuz?
Argüman olarak ortaya atılacak , “AB’de de böyle sayısal sınırlama yasaları var şeklindeki ifadeleri ise fazla ciddiye almamak gerekiyor. O sınırlamaların Fransa’da ve Almanya’da nelere yol açtığını da hatırlatmak gerekir. (İstanbul/EVRENSEL)
Mustafa Sönmez

Evrensel'i Takip Et