21 Nisan 2007 00:00
EMEK DÜNYASI
Tayyip Erdoğan kabinesinde en az kamuoyu karşısına çıkan, en az konuşan ve suratı en asık bakan hangisidir dense; bu soruya, böyle bir bakan olduğunu hatırlayanların çok büyük çoğunluğunun İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu diyeceğinden kuşku duyulamaz. Çünkü Sayın İçişleri Bakanı, gerçekten de karakol duvarı gibi bir yüzle dolaşıyor.
Tayyip Erdoğan kabinesinde en az kamuoyu karşısına çıkan, en az konuşan ve suratı en asık bakan hangisidir dense; bu soruya, böyle bir bakan olduğunu hatırlayanların çok büyük çoğunluğunun İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu diyeceğinden kuşku duyulamaz. Çünkü Sayın İçişleri Bakanı, gerçekten de karakol duvarı gibi bir yüzle dolaşıyor.
Ama Malatyada işlenen hunharca cinayetten sonra basını bilgilendirmek için kameraların karşısına Bakan Aksu; şen şakrak bir yüzle çıktı. Espri yaptı; kahkahalar attı! Sanki basının karşısına, kendi devri iktidarında işlenmiş bir toplu cinayetle ilgili bilgi vermek için değil de bir büyük başarının, bir büyük ortak şölenin haberini vermek için çıkmıştı!
Sadece o mu; Başbakan Erdoğan da Cumhurbaşkanlığı için spekülasyon, germe, gevşetme, şaşırtma, maniple etme üstüne kurulu, kamuoyunu çekip çevirme operasyonu olarak sürdürdüğü kriz yönetme oyunundan başını kaldırıp Malatyadaki cinayetle ilgili olarak yaptığı ilk açıklamada, bakanı kadar anlamsız bir açıklama yaptı. Sanki üzüntüsü, katledilenler içinde bir de Alman vatandaşının olmasından dolayıymış gibiydi. Bir türlü cümlesini toparlayamadı; Ölenlerin içinde Alman vatandaşının olması, olayın boyutunu büyütmüştür gibi, sanki Alman vatandaşı olmasa daha iyi olurdu demeye gelen bir açıklama yaptı. Cinayet karşısında pek soğukkanlı olan Başbakan, Hıristiyan sözcülerin Cadı avı yapılıyor yakınmalarına, anında ve sert bir biçimde yanıt vermekten de geri durmuyor.
Ama bir bütün olarak bakıldığında; önceki cinayetlerden farklı olarak, hükümet ve yetkililer cenahı, büyük bir soğukkanlılık içinde. Belki bu soğukkanlılık, cinayetin üstündeki perdeyi kaldırma nesnelliği ile ilgili olsa anlaşılırdı; ama ortada olan soğukkanlılık, bu cinayetleri sıradanlaştırma, alışılmış olma, kamuoyunun tepkisizliğine güvenme ile bağlantılı olunca bu soğukkanlılık insanın kanını donduruyor doğrusu.
İnsanın kanını donduracak gelişmelerden birisi de cinayetin nedeni olarak, cinayetleri işleyenlerin dini eğitim eksikliğinin gösterilme gayretleridir.
Nitekim, Malatya katliamının zanlıları için yurttaki arkadaşlarının; Evet dindardılar, ama ibadetleri zayıftı demeleri de dinci basında ve Başbakana kadar pek çok yetkilinin imam hatip tartışmaları içinde söyledikleri ile örtüşmektedir.
Elbette ki bu cinayet için de Trabzondaki cinayetler için söylenenler; işsizlik, yoksulluk, cehalet, gelenek ve görenek gibi pek çok şeyin rolü olduğu iddia edilebilir. Ama cinayetin arkasındaki yönlendirici strateji görülmezse, kendince gerçek payı olan bu iddialar da sadece asıl gerçeğin üstünü örtmeye yarar. Çünkü bu cinayetler; bir yandan İslam-Hıristiyan karşıtlığı üstüne oturtulan Bushçu Haçlı Seferleri stratejisinin İslam dünyasındaki yansıması olarak (tepki de diyebiliriz) Hıristiyanlık karşıtı bir Hilal Seferi, bir Cihad fikrine bağlanmaktadır. Öte yandan ise bu cinayetler; Türkiyenin iç politikasını belirleyen ve MGKnın tehdit algılamasında da yeni azınlıklar yaratma girişimi olarak ifade edilen Hıristiyan misyonerlerin faaliyetlerinin öne çıkarılması ve bunun üstünden, toplumda korku yaratılması doğrultusundaki propagandayla da bağlantılıdır. Bu yüzden de bu cinayetler; örneğin Irak ya da başka İslam ülkelerinden farklı olarak, sadece şeriatçı değil Türk milliyetçiliği ile de birleşen, hatta asıl olarak milliyetçi ama İslamla uzlaştırılmış bir milliyetçilik çizgisinde olanların eylemleri olarak biçimlenmektedir. Nitekim Malatya katliamının zanlıları da bu eylemi, İslam için yaptık demiyor; Vatan için yaptık diyorlar.
Dolayısıyla sağın ve solun kızılelmacı milliyetçileri ile İslamcı fanatizm (şeriatçılık) aynı stratejiyle; Bushun günümüz dünyasının en önemli çelişmesi olarak öne sürdüğü İslam-Hıristiyan kültürü çatışması üstünde biçimlendirilen stratejisiyle birleşmektedir. Son yıllarda açıkça milliyetçiliği öne çıkaran, asker ve sivil; dün Batı Aydınlanmasına bağlı olmakla övünen odaklar, oryantalist bir hatta kayarak emperyalizme karşı olmayı Batıya, Batıdan gelen fikirlere karşı olmaya indirgeyip bu Türk-İslamcı çizgiyle aynı hatta savrulmuşlardır. Bu birbirine karşı, birinin seçeneği olarak ortaya çıkmış ama bugün aynı stratejinin unsuru haline gelmeleri, aralarındaki çatışmayı da şiddetlendirmiştir. Çünkü ayrı mihraklar olarak kalmaları, ancak şiddetli çatışmayla sürdürülebilir hale gelmiştir. Ve bu yakınlaşma, ülkeyi milliyetçi ve İslamcı bir zehirle zehirlemiştir. Nitekim bu iki eğilimi; milliyetçilikle İslamı birleştirdiğini açıkça iddia eden parti ve çevrelerle cinayetlerin doğrudan bağı, bu atmosferin oluşturulmasına katkıda bulunan diğer milliyetçi ve dinci eğilim ve girişimleri temize çıkaramaz.
İhsan Çaralan